Ana içeriğe atla

Cevabı Bende Olmayan Sorular

1.Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra Anadolu'yu işgal eden İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar tek kurşun atmadan niçin Anadolu'yu terk ettiler? (Bir hakkı teslim edelim. Kahraman Maraş, Gaziantep ve Şanlıurfa'da Fransızlara karşı bir direniş olmuştur. Bu yüzden bu illerimiz kahraman, gazi ve şanlı ünvanlarını almış oldular.)
2.Giderlerken bizi niçin sadece Yunanistan ile karşı karşıya bıraktılar? Anadolu'yu Yunanistan'a vermek için İtilaf Devletleri niçin Yunanistan'a destek olmadılar?
3.Biz Kurtuluş Savaşını 14.asırdan 19.asıra kadar bir Osmanlı toprağı olan bir eyaletimize karşı mı verdik?
4.Misaki Milli sınırlarını biz mi çizdik yoksa kuracağınız devletin sınırları buralar mı dendi?
5.Mondros Mütarekesi ile Osmanlı'nın ordusu terhis edilir iken Kazım Karabekir komutasındaki Doğu cephesi niçin terhis edilmedi?
6.Milli mücadeleyi biz mi başlattık yoksa bizi işgal eden devletler haydin bir mücadele başlatın mı dedi? 
7.Mustafa Kemal Atatürk'ün milli mücadeleyi başlatacağını İngilizler bilmiyor muydu? Atatürk'ün Samsun'a gidişinden İngilizlerin haberi yok mu idi?
8.Atatürk'ün Samsun'a çıkışıyla başlayan Milli Mücadele, İngilizlerin bilgisi dahilinde başlamış olabilir mi? Yani Atatürk ile İngilizler karşılıklı anlaşmış olabilir mi?
9.Osmanlı'ya ait birçok toprak hakkından vazgeçmek karşılığında Misaki Milli ile belirlenen alanda bir  cumhuriyet kurabilirsiniz denmiş olabilir mi? Bu cumhuriyeti kurmak için yalnız Yunanistan ile sizi biraz oyalayacağız denmiş olabilir mi?
10.Atatürk, tüm Osmanlı toprağı olmasa da en azından Türklerin yoğun olduğu bölgelerde bir devlet kurmayı kabul ederek küçük olsa da bir devletimiz olsun diye düşünmüş olabilir mi? İngiliz, Fransız ve İtalyanlar bize ölümü gösterip bizi sıtmaya razı etmiş olabilirler mi?
11.İngilizler İstanbul'u terk ederken sınırları ve yönetim şekli belli bir devleti belirleyip gitmiş olabilir mi?
12.İşgal ettikleri Anadolu'yu kısa zamanda terk eden İngiliz, İtalyan ve Fransızlar, Osmanlı'dan kopardıkları Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Libya gibi devletleri niçin uzun süre işgalde tutmuşlardır?
13.Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı toprakları, ırklar hatta aşiretler arasında pay edilip her birine adeta cetvelle çizilmiş bir toprak parçası verilirken; Irak, Suriye, İran ve Türkiye'de azımsanamayacak bir nüfusa sahip olan Kürtlere bir devlet kurmaları için bir toprak parçası verilmedi? Kürtler mi devlet kurmak istemedi? İtilaf devletleri Kürtler için bir devleti ihtiyaç duymadılar mı? İtilaf devletleri bize komşu olabilecek bir Kürt devleti için TC'den mi çekindi yoksa biz bu Kürtleri ileride Türklere karşı kullanırız mı diye düşündüler? Osmanlı'dan irili, ufaklı o kadar devlet çıkaran sömürgeci devletler, devlet kuracak kadar bir toprak parçasını da Kürtlere verip bir Kürdistan devleti kurdursalardı; kim, ne diyebilir ve karşı çıkabilirdi?
14.Birinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu haritasını bir baştan öbür başa değiştiren ve kurdurduğu küçük devletlere kraliyet yönetimini uygun gören İtilaf Devletleri Türkiye için niçin cumhuriyet yönetimini layık gördüler? Biz onlara rağmen mi cumhuriyeti kurduk yoksa onlar mı bize cumhuriyeti dayattı?

Sorular sorular sorular... Benim cevabını bulamadığım sorular bunlar. Bu soruları sorarken kimseyi töhmet altında bırakma, birilerini suçlama gibi bir niyetim yok. Kimse öküzün altında buzağı aramasın. Varsa sorularıma ikna edecek bir cevabınız, sizi önyargısız bir şekilde dinlemeye hazır olduğumu bilmenizi isterim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde