16 Kasım 2019 Cumartesi

Dokunabilmek

Yazmaya başlarken neyi dert ediniyorsam, onu yazacağım" demiştim. Dört yıldır da yaptığım, dilimin döndüğünce  dağarcığımda olanı boşaltmak oldu. 

Zaman zaman yazılarımı okuyanlarla karşılaşıp birkaç kelam ettikten sonra konu döner dolaşır, yazılarıma gelir. Ayaküstü yazılarım üzerine dönütler alırım. İşte onlardan bazıları:
—"Çok sitemkâr yazıyorsun."
—"Yazılarını takip ediyorum. Ama iyi dokunduruyorsun."
—"Çok sert yazıyorsun."
—Çok kapalı yazıyorsun. Biraz açık yazsan olmaz mı?"
 —"Hem nalına hem mıhına vuruyorsun." şeklinde.

Önce geri bildirimlerdeki kelimelere bakalım. Sonra üzerinde birkaç kelam edelim. 
Sitem: Bir kimseye, yaptığı bir hareketin veya söylediği sözün üzüntü, alınganlık, kırgınlık gibi duygular uyandırdığını öfkelenmeden belirtme.
Dokundurmak: Bir şeyi üstü kapalı ve sitem yollu hatırlatmak, tariz etmek.

Tariz etmek: Kapalı bir biçimde, dolaylı olarak söz söyleme, taş.


Hem nalına hem mıhına vurmak: 1.Hem bu yanı hem de öbür yanı desteklemek.



2.Tutarsız davranmak.


Konusuna göre ve o anki haleti ruhiyem gereği zaman zaman sitemli yazdığım, dokundurduğum, kapalı yazdığım doğrudur. Yazarken eleştirdiğim kişi veya kesimin de koruması gereken bir onuru olduğunu düşünür; kırmadan, dökmeden cümle arasında dokundururum. Alınsın ve gereğini yapsın isterim. Kolay kolay isimlere yer vermem. Çünkü işim kişilerle değil, yaptıklarıyladır. Bir nevi yapıcı eleştiri benimkisi. 

Sitemli yazmak, dokundurmak ve tarize eyvallah derim. Ama "Hem nalına hem mıhına" eleştirisini asla kabul etmem. Zira benim mizacıma ve yetişme tarzıma ters bir durumdur. Yazılarımda bir tarafım ben. Ama kimsenin tarafında değilim. Zira kişilerle değil benim işim. Yazarken objektif olmaya gayret ederim. Önce bir durum tespiti yapar, ardından eleştirir, sonra olması ve yapılması gerekeni işlemeye çalışırım. Bir o yanı bir bu yanı asla desteklemem. Bir sözü, davranışı veya tasarrufu methederken söyleyene bakmam. Olması gereken budur derim. Yine bir söz veya davranışı eleştirirken söz ve davranışın sahibine bakmam. Yapılan hareketin yanlışlığını işlerim. Çünkü doğru tek tarafa ait değildir, evrenseldir. Doğru yerde duranın yanlışları olabileceği gibi yanlış yerde duranın da doğruları ve doğru söyledikleri olabilir. Hasılı benim yolum doğru olanın yanıdır. Bunda da bir çelişki ve tutarsızlık görmem. Olması gereken budur düşüncesindeyim. Benden istenen dün eleştirdiğini bugün övme veya dün övdüğünü bugün tenkit etme isteniyorsa ben bu tutarlılıkta(!) yokum. Çünkü benim işim, yolum tarafgirlik değil. Tarafını tuttuğum kişilerin yanlışlarını ortaya koymak, onları herkesten önce eleştirmek benim temel prensibimdir. Ötesi bana yabancıdır.

Bir diğer yaptığım husus yanlış diye eleştirilen husus ve konuyu irdeleyerek yanlış yapanı bu yanlışa iten psikolojiyi ele almaya daha doğrusu anlamaya çalışırım.

Hasılı yolun ortasında durmaya çalışan birisiyim. Birilerinin tarafı, adamı olma gibi bir niyetim, birilerine yaranma düşüncem hiç olmadı. Bundan sonra da olma niyetim yok. Şahıs merkezli değil, düşünce ve prensip merkezli olma gayretindeyim. Düşüncesi, fikri, zikri ne olursa olsun doğrunun yanındayım. Doğruları yazabilirsem ve dokunabiliyorsam ne mutlu bana!




Ara Tatilin Altını Doldurabilseydik Keşke! *

İlk, orta ve lise talebeleri bugün ilk defa ara tatil ile tanıştı. Bu karar alındığı zaman içi doldurulduğu takdirde bu tür ara tatillere sıcak baktığımı söylemiştim. Gelin görün ki her dönemde birer haftalık tatilin ötesinde herhangi bir yenilik yok. Olmasını istediğim uygulamalar olmadığına ve sorun olarak gördüklerim devam ettiğine göre hazır öğrenciler ara tatile başlamışken biz büyükler özellikle sorumlu insanlar, bu uygulama üzerine bir kez daha düşünelim isterim. 

Ara tatilin ne getirip götüreceğini, olumlu olup olmayacağını bir eğitim ve öğretim sonunu bitirdiğimiz zaman daha iyi anlayacağız. Şu kadarını söyleyeyim ki 19 Mayıs itibariyle uzatmalara oynayan, okuldan kopan çocuklar, haziran sonunu nasıl getirecekler? Bekleyip göreceğiz.

Şimdi gelelim tekrar bu ara tatil konusuna. Eğitim ve öğretimde yeni bir uygulama olan bu ara tatil ile birlikte bir takım yenilikler de uygulamaya konabilirdi. Bunlar neler olabilir? Kısaca değinmek isterim:

1.Ortaokul ve liselerde her branş öğretmeninin her dönemde yapmak zorunda olduğu sınavlar kaldırılmalıdır. Çünkü bu sınavlar herhangi bir amaca hizmet etmemektedir. Yapılan bu sınavlara ilave olarak öğretmenlerin verdiği sınıf içi performans(eskinin sözlü yerine geçen puan) ve -varsa- proje ödevi puanlarının aritmetik ortalaması alınarak öğrencinin sınıf geçme puanı ve teşekkür veya takdir almasına yaramaktadır. Başka da bir yararı yoktur. Bu sınavların öğrencinin başarısını ölçen gerçek bir sınav olmadığını MEB biliyor olmalı ki liseye gitmek için 8.sınıfın, üniversitede bir bölüm kazanmak için 12.sınıfın sonunda merkezi sınavlar yapmaktadır.)

2.MEB, 5. ve 9. sınıf haricindeki diğer sınıflardaki genel derslerin sınavlarını merkezi yapmalıdır. 6. 7.  ve 8. sınıfın her döneminde birer merkezi sınav yapılmalıdır. Toplam 6 sınavın ortalaması ile öğrenci, lise tercihi yapabilmelidir. Yine aynı şekilde 10. 11. ve 12. sınıfın her döneminde birer kez yapılan merkezi sınav ortalaması ile öğrenci üniversite tercihi yapabilmelidir. 

3.Merkezi sınavda alınan puan, aynı zamanda öğrencinin hem sınıf geçme puanı hem de teşekkür ve takdir hesaplanmasında kullanılmalıdır.

4.Öğretmen, merkezi sınavlarda öğrencinin sorumlu olduğu konuları anlatmakla yükümlü olmalıdır.

5.Merkezi sınavlarda soru çıkmayan derslerin değerlendirilmesi puanla olmamalıdır. Başarı kriteri olarak "başarılı" ve "başarısız" şeklinde bir değerlendirme yapılmalıdır.

6.Merkezi sınavlar, ara tatillerden önce yapılıp sınav sonrası öğrenciler birer haftalık tatil yapmalıdır.

7.Beşinci ve dokuzuncu sınıfın sonunda yapılacak yerel bir sınav ile öğrencilerin seviyeleri belirlenmelidir. Öğretmen bir üst sınıfta gireceği sınıfın seviyesini bilmelidir. Merkezi sınavlarda öğrencilerin aldığı puan ortalaması aynı zamanda öğretmenin performansı olmalıdır. Öğretmenin nakli ve özlük haklarının iyileştirilmesi bu kriterlere göre olmalıdır. Bu sistemin oturması ve uygulanabilmesi için ders öğretmeninin öğrenci ve veli üzerinde bir yaptırımı olmalıdır...

* 18/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

14 Kasım 2019 Perşembe

Atatürk’ü Doğru Anlatmanın Zamanı Gelmedi mi? ***

Ebediyete intikalinin ardından 81.yılında anılan Atatürk'ün, 10 Kasım törenlerinde törenle ilgili bazı okullarda küçücük çocuklara Atatürk posterine secde ettirme görüntülerini görünce pes doğrusu! O kadar da değil dedim içimden. Değişik yerlerde çekilen birer dakikalık görüntüler Atatürk'ü anma konusunda bazılarının hangi noktaya evirildiklerini göstermesi bakımından manidar. Küçücük ilkokul çocukları Atatürk posterlerinin önüne sırayla geliyor, posterin altına iliştirilmiş "Cumhuriyetçilik, laiklik, milliyetçilik, inkılâpçılık, halkçılık, devletçilik" ilkelerinden bir tanesini alıp yere seriyor, ardından diz çöküp secdeye kapanıyor. 

Sosyal medyada paylaşılan, gazete ve televizyonlarda haber olarak verilen bu görüntülerin, birkaç değişik versiyonuna baktım. Görüntüler tek yere ait değil. Ortamları ve renkleri farklı. Tüm okullarda böyle bir görüntü olmasa da bazı okullarda birbirinin kopyası olarak yapılmış olması, bu secde ettirme fiilinin gerisinde organize bir el olduğunu gösteriyor. Servis edilen görüntülerin yaklaşık birer dakika olması bana manidar geldi. Sanki birileri özellikle bu fiili  işlemeye, işletmeye ve servis etmeye ön ayak olmuş görünüyor.

Bugüne kadar bu tür anma programlarında secde etme olayını ne gördüm ne duydum. Sanırım ilk oluyor. Gittikçe Atatürk daha iyi anlaşılacağı yerde iş, tapınma noktasına kadar götürülmüş. Eğer bu görüntüler kurmaca ve düzmece değil ise bu işe ön ayak olanlar maalesef birer öğretmen. Bu inançlarına da yaptıklarının ne anlama geldiğini bilemeyecek yaştaki küçük çocukları alet etmişler. Keşke bu emellerine küçük çocukları alet etmeselermiş! Haydi bu inançtaki öğretmenler, kafalarındaki bu sapık düşüncelerine öğrencilerini alet ettiler diyelim. Okullar sadece öğretmenlerden ibaret değil. Öğretmenler böyle bir eyleme kalkıştıkları zaman o okulların yöneticilerinin elleri armut mu topladı? Niçin müdahale etmediler? Milli Eğitim Bakanlığı, bu görüntüler için inceleme başlatmış. Sonuç ne çıkar bilmiyorum ama kafasındaki inancı, öğrencilerine yansıtan bu tür öğretmenlerin elinden çocukları kurtarmak lazım. 

Şu anda biz sonucu tartışıyoruz. Asıl yapmamız gereken bu sonuca giden yolları masaya yatırmalıyız. Bana göre aşırı sevgi ve aşırı nefret bizi bu noktaya getirdi. Çünkü aşırı sevgi ve aşırı nefret bir ifrat ve tefrit durumudur. Göz ve gönülleri kör eder. Her ikisi de birbirini besler. Sağlıklı düşünme ve hareket etmenin önüne geçer. Atatürk istediği kadar "Benim naçiz vücudum bir gün toprak olacak..." desin. Aşırı sevenleri onu tapınılacak bir ilah görmeye başlamışlar bile. Atatürk'e ülkeyi kurtarmasının ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kurmasının ötesinde insanüstü bir anlam yüklenmiş. Aşırı yüceltmenin bir sonucudur bu. Kur'an, Hz Muhammed'in ağzıyla "Ben de sizin gibi bir insanım. Tek farkım bana vahiy gelmesi" diyerek insanları yüceltmenin tehlikesine dikkat çeker. Peygamberimiz "Hıristiyanların İsa peygamberi yücelttiği gibi yüceltmeyin" der. Çünkü aşırı sevgilerinden dolayı Hıristiyanlar Hz İsa'yı Allah'ın oğlu olarak görmeye başlamışlardı.

Bu durumda ne yapmak lazım? Atatürk doğru anlatılmalı, gelecek nesillere düzgün aktarılmalı. Atatürk'ün de bir insan olduğu, 1938'in 10 Kasım'ında öldüğü, bu ülkeye TC’yi miras olarak bıraktığı işlenmeli. Yanlış anlaşılmaya zemin hazırlanmaması için 1938'in sekizi düzgün yazılmalı. Sonsuzluk işareti olan 8'i yatay (193∞) yazmaktan vazgeçilmeli. Bir diğer yapılması gereken, Diyanet İşleri Başkanlığı türbe ziyaretlerinde ziyaretçileri uyarmak için 12 maddelik "Türbe Adabını" yazar. Aynı maddelere MEB "Ölmüşler başta olmak üzere Allah dışında kimsenin önüne secdeye kapanılmaz" şeklinde bir 13.madde ekleyerek bu uyarı levhasını Atatürk büst ve posterlerinin olduğu yere koydurmalı. Yoksa giderekten içinden çıkılmaz bir yola doğru gidiyoruz.

***16/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.