3 Kasım 2019 Pazar

Nimete mi Konmak İstersin Yoksa Külfete mi? ***

Türkiye ve İslam dünyasında yaşıyorsanız yazılmamış yerleşik düzeni de biliyor olmalısınız. Yoksa haliniz haraptır. Asla nimetlere konamazsınız. Eğer siz külfet neyime, ben en iyisi nimete konayım, şu üç günlük dünyada ağzımın tadını bozmayayım diyorsanız, o zaman dediklerimi yapacaksınız. Bu dediklerim siyaset, cemaat, yönetim başta olmak üzere hayatın her alanında geçerlidir. Bu arada bu kıyağımı da unutmayın.

Sürü psikolojisini bilecek ve sürüye tabi olacaksın, güdülen olmayı kabulleneceksin. Asla öne geçmeyecek, hep arkada olacak ve sadakat bağı ile bağlanacaksın. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyeceksin. Kendi görüşün diye bir şey olmayacak. Bir sürüden ne isteniyorsa onu gönülden destekleyecek ve yapacaksın. Liderini ve liderinin kurduğu hareketi asla eleştirmeyeceksin. Zaten haddin değil. Lider kim, sen kim! Zira lider olmadan sen bir hiçsin. Konuşma ve düşüncede sivrilmeyecek ve doğrucu davut olmayacaksın. Bunu ekran ve meydanlarda dile getirmeyeceksin. Yerini ve haddini bileceksin. Senin görevin daima liderini övmek ve savunmaktır. Onu ölümüne savunacaksın.

Sanırım çok uzatmaya gerek yok. Nimete konmanın yolunu öğrendiniz sanırım. Böyle olursanız sizi kim tutar. Mukarrabunden olur, daima başköşede oturur, el üstünde tutulur ve sizin için yükselmenin bir sınırı yoktur. 

Yok, ben bunları yapamam, ben özgür bir bireyim, asla görüşlerimden ve doğru bildiklerimden ödün vermem; doğruya doğru, eğriye eğri derim, bunu uygun ve sair ortamlarda da dile getiririm diyorsan, kusura bakma ama senden bir cacık olmaz. Nimetlere konamazsın. Ancak külfete talip olmuş olursun. Çünkü nankörlük senin yaptığın. Bu durumda bu seçimine ancak hayırlı olsun denir. Hiç ağlamaya, sızlamaya gerek yok. Kendi düşen ağlamaz. Zira bu, senin tercihindir. Sonra sen kim, görüş bildirmek kim. İçine sinmeyenleri söylemek ne haddine! Laftan, sözden anlamayan o içine tüküreyim senin. 

Senin misyonun itiraz etmek, öne çıkmak, akıl vermek değil, öndekini takip etmektir. Yani yükselebileceğin en iyi yer ikinci adam olmaktır. Bu da taklitte kötü bir mertebe sayılmaz. 

Bak etrafına! Senin gibi bir düşünceye sahip olanların akıbetini gözlerinle gör. Dün mukarrabun idiler, bugün neredeler? Unutma! İnsanın bu dünyada başına gelenler kendi elleriyle yapıp ettikleridir.

Şimdi tüm bu dediklerimden sonra tercihini yap. Nimete mi talipsin yoksa külfete mi? Nimete talip isen uyumlu ol,  vicdanının sesine kulak verme, sesini çıkarma, su akarken testini doldurmaya devam et. Asla sorgulama! Sadece denileni ve isteneni yap. Külfete talip isen sürüden ayrıl da seni kurt kapsın diyeceğim ama kurdun seni kapması ancak senin kurtuluşun olur. Daha ölümlerden ölüm beğeneceksin.

***23/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Haz Almadığım Tipler *

Hem iş hayatımda hem sosyal hayatta ister camiam içinde ister camiam dışında diğer kesim insanı olsun; benden haz almayan, benim de kendilerinden haz almadığım kişiler vardır. Bunların ortak noktalarını şöyle sıralayabilirim:
*İşini düzgün yapmayan, işini savsaklayan, işten kaçan, işini başkasının üzerine yıkan ve sorumluluğunu üstlenmeyen kişiler,
*Yapmadığı işinden dolayı bir mazeret ve gerekçenin arkasına sığınanlar, 
*İşini ve görevini düzgün yapmadığı halde kendisine hiç toz kondurmayanlar,
*Menfaati ve çıkarı için kırk takla atanlar,
*İşi bitinceye kadar dost ve arkadaş olan ve görünenler,
*İletişim ve eleştiriye açık olmayanlar,
*Paratoner gibi her şeyi üzerine alınıp kırılıp küsenler,
*Hata ve eksikliğini görmesini beklediğim ama görmeyen veya görmek istemeyenler,
*Konuşması ve yaptığıyla çelişen ve herkesi balık hafızalı sanan ve yutturdum deyip akıllı geçinenler,
*Hata, eksiklik ve çelişkisini söyleyince suratını asıp tavır alanlar,
*Espriden anlamayan düz kontaklar,
*Hep savunma pozisyonunda duranlar,
*Beni ön yargılı dinleyenler,
*Olaylar arasında bağlantı kuramayanlar,
*Doğru ile çıkarı çeliştiği zaman çıkarı doğru kabul edenler,
*Kafası basmadığı halde anlamış görünen ve ayıplayanlar,
*Olayın iç yüzünü, tarafları dinlemeden tek taraflı dinleyip tavır alanlar ve yargısız infaz yaparak selamı sabahı kesenler,
*Bir görüşün, fikrin aşırı fanatiği olanlar,
*Doğruyu kendisinden ibaret zannedenler ve bu zanlarıyla yaşayanlar,
*Başkasının yönlendirmesiyle hareket edenler,
*Haksızlık karşısında güçlünün yanında yer alanlar, en hafifiyle sesini çıkarmayanlar,
*Kendisi ve hatalarıyla yüzleşmeyenler,
*Senden duyduğu bir sözü gidip bir başkasına aktaranlar ve güçlü adına çalışanlar,
*Olması gereken doğruyu söylediğinden dolayı bu doğrudan rahatsız olanlar,
*Gördüğü ve dinlediği bir yanlışa yanlış demeyenler,
*Herhangi bir tehlike anında renk vermeyip rüzgâra göre yön değiştirenler…
Bir kısım özelliklerini saydığım bu kişiler benden, ben de onlardan haz almadım. Aynı ortamda bulunmamaya dikkat ederim. Çünkü ne benim onlara ne de onların bana verebilecekleri bir şeyleri vardır. Bu tiplerle birlikte olmadığım için bugüne kadar hiç eksiklik hissetmedim. Benim kalbim onlara, onların da kalbi bana kapalı oldu hep.

*04/07/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Övgü ve Yergi ***


Kişileri eleştirmekten hatta onlara hakaret etmekten fırsat bulup bir türlü öze gelemedik. Aynı şekilde kişileri gece gündüz öve öve bitiremedik. Birini öven varsa aynı zamanda onu yerenler var ya da birini yeren varsa onu zemmeden kişiler de var. Yani varımız yoğumuz kişilerdir. Kişilerle yaşar, kişilerle kendimizi bir yere ait hisseder, kişiler adına kavgamızı yürütür ve kişilerle ölürüz. Bu ülkede yaşıyorsan tutunmak için bu iki zıt grup arasında yer almalısın: Birini ya öveceksin ya da yereceksin. Rakibinin kötülediğini övecek, senin övdüğünü de rakibin kötüleyecek. Ortası yok bu işin. 

İşimizi, fikrimizi, zikrimizi, dava ve idealimizi kişileri övme ve yerme üzerine bağladığımız bu dünyada, dünyaya dair söyleyecek bir şeyimiz olamaz. Zira bu yaptığımızın zarardan başka bir faydası yok. Belki de hep yerinde sayışımızın hatta gerileyişimizin nedenini burada aramak gerekiyor. Maalesef övgü ve yergi aynı amaca hizmet eden ikiz kardeştir. İkisi birbirinden beslenir durur.

Seveni çok, sevmeyeni de bir o kadar çok olan Atatürk'ü ve II. Abdülhamit'i ele alalım. Millet olarak hatta dünyaya kabul ettirerek Atatürk'ü herkese sevdirsek, herkes Atatürk'ü dört dörtlük kabul edip sevse bunun bize faydası var mı? Ya da tersini düşünelim. Herkes Atatürk'ü kötülese bunun bize faydası var mı? II.Abdülhamit'i herkes övse veya kötülese bir kazanımımız olur mu? Biri yıkılmakta olan bir devletin yıkılmaması için uğraşmış, diğeri yıkılan bir devletin üzerine yeni bir devlet kurmuş. Yaptıkları ve yapmadıklarıyla, hataları ve sevaplarıyla her ikisi de tarihe geçmiş ve tarihe mal olmuş kişilerdir. Örnek verdiğim bu iki şahsiyeti veya diğer kişileri sürekli övüp yersek ne kazanırız? Önemli olan bugün biz ne yapıyor, ne üretiyoruz? Yarına ne bırakıyoruz? Övme ve yerme karın doyursaydı veya ilerlememize fayda sağlasaydı bugün dünyada her yönüyle biz bir numara olurduk. Bırakalım herkes istediği kişiyi örnek alsın. Ama kim, kimi örnek alıyorsa örnek aldığı kişiden aldığı ufukla yeni bir şeyler üretsin, söylesin ve sevdiği kişiyi geçsin. Ki öyle olmalıdır. Bugüne dair yeni şeyler söylenmelidir.

Sürekli ve övgü hali yaşamayı ben sağlıklı bir psikoloji olarak görmüyorum. Bu durum aynı zamanda geri kalmışlığımızın bir göstergesidir. Ben üretimde yokum demektir. Geçmişle yaşayıp günümüze gelememektir. Her türlü iyiliği ve kötülüğü geçmişte aramak demektir. Bugün bir kötülük varsa suçu geçmiş şahsiyetlere yüklemektir. Bugüne dair güzel bir husus varsa geçmiş şahsiyetlere borçlu olduğunu bilmek, başka da bir şey yapmamaktır, hazıra konmaktır. Benden bir şey beklemeyin. Zira benim günümüze dair verebileceğim bir şey yoktur. Ben sadece bir taşıyıcıyım, taklitçiyim. Geçmişe dair enkaz edebiyatı ya da övgü dolu sözler söyleyebilirim demektir. Bu arada bir şeyi sahiplenme, tüm kötülükleri birinin üzerine yıkma ya da bir kişiye mal etme gibi bir huydur bu. Egolar da böyle tatmin edilir: Ya över ya da yerer.

Birbirimizi bu övgü ve yergi ile yiyip bitirmeyi artık bırakmamız lazım. Tarihi şahsiyetleri kendi haline bırakalım. Onların leh ve aleyhinde konuşmamızın bugün bir anlamı yok. Onlar yaptıklarının ödül ve cezasını öbür dünyada kat be kat alacaklardır. Biz kendimize bakalım. Günümüze ve geleceğe dair insanımızın faydasına ne yaptık, bunu düşünelim.

***07/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.