Kişileri eleştirmekten hatta onlara hakaret etmekten fırsat
bulup bir türlü öze gelemedik. Aynı şekilde kişileri gece gündüz öve öve
bitiremedik. Birini öven varsa aynı zamanda onu yerenler var ya da birini yeren
varsa onu zemmeden kişiler de var. Yani varımız yoğumuz kişilerdir. Kişilerle
yaşar, kişilerle kendimizi bir yere ait hisseder, kişiler adına kavgamızı
yürütür ve kişilerle ölürüz. Bu ülkede yaşıyorsan tutunmak için bu iki zıt grup
arasında yer almalısın: Birini ya öveceksin ya da yereceksin. Rakibinin
kötülediğini övecek, senin övdüğünü de rakibin kötüleyecek. Ortası yok bu
işin.
İşimizi, fikrimizi, zikrimizi, dava ve idealimizi kişileri
övme ve yerme üzerine bağladığımız bu dünyada, dünyaya dair söyleyecek bir
şeyimiz olamaz. Zira bu yaptığımızın zarardan başka bir faydası yok. Belki de
hep yerinde sayışımızın hatta gerileyişimizin nedenini burada aramak gerekiyor.
Maalesef övgü ve yergi aynı amaca hizmet eden ikiz kardeştir. İkisi birbirinden
beslenir durur.
Seveni çok, sevmeyeni de bir o kadar çok olan Atatürk'ü ve
II. Abdülhamit'i ele alalım. Millet olarak hatta dünyaya kabul ettirerek
Atatürk'ü herkese sevdirsek, herkes Atatürk'ü dört dörtlük kabul edip sevse
bunun bize faydası var mı? Ya da tersini düşünelim. Herkes Atatürk'ü kötülese
bunun bize faydası var mı? II.Abdülhamit'i herkes övse veya kötülese bir
kazanımımız olur mu? Biri yıkılmakta olan bir devletin yıkılmaması için
uğraşmış, diğeri yıkılan bir devletin üzerine yeni bir devlet kurmuş.
Yaptıkları ve yapmadıklarıyla, hataları ve sevaplarıyla her ikisi de tarihe
geçmiş ve tarihe mal olmuş kişilerdir. Örnek verdiğim bu iki şahsiyeti veya
diğer kişileri sürekli övüp yersek ne kazanırız? Önemli olan bugün biz ne
yapıyor, ne üretiyoruz? Yarına ne bırakıyoruz? Övme ve yerme karın doyursaydı
veya ilerlememize fayda sağlasaydı bugün dünyada her yönüyle biz bir numara
olurduk. Bırakalım herkes istediği kişiyi örnek alsın. Ama kim, kimi örnek
alıyorsa örnek aldığı kişiden aldığı ufukla yeni bir şeyler üretsin, söylesin
ve sevdiği kişiyi geçsin. Ki öyle olmalıdır. Bugüne dair yeni şeyler
söylenmelidir.
Sürekli ve övgü hali yaşamayı ben sağlıklı bir psikoloji
olarak görmüyorum. Bu durum aynı zamanda geri kalmışlığımızın bir
göstergesidir. Ben üretimde yokum demektir. Geçmişle yaşayıp günümüze
gelememektir. Her türlü iyiliği ve kötülüğü geçmişte aramak demektir. Bugün bir
kötülük varsa suçu geçmiş şahsiyetlere yüklemektir. Bugüne dair güzel bir husus
varsa geçmiş şahsiyetlere borçlu olduğunu bilmek, başka da bir şey yapmamaktır,
hazıra konmaktır. Benden bir şey beklemeyin. Zira benim günümüze dair
verebileceğim bir şey yoktur. Ben sadece bir taşıyıcıyım, taklitçiyim. Geçmişe
dair enkaz edebiyatı ya da övgü dolu sözler söyleyebilirim demektir. Bu arada
bir şeyi sahiplenme, tüm kötülükleri birinin üzerine yıkma ya da bir kişiye mal
etme gibi bir huydur bu. Egolar da böyle tatmin edilir: Ya över ya da yerer.
Birbirimizi bu övgü ve yergi ile yiyip bitirmeyi artık
bırakmamız lazım. Tarihi şahsiyetleri kendi haline bırakalım. Onların leh ve
aleyhinde konuşmamızın bugün bir anlamı yok. Onlar yaptıklarının ödül ve
cezasını öbür dünyada kat be kat alacaklardır. Biz kendimize bakalım. Günümüze
ve geleceğe dair insanımızın faydasına ne yaptık, bunu düşünelim.
***07/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.
***07/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder