Ana içeriğe atla

Nimete mi Konmak İstersin Yoksa Külfete mi? ***


Türkiye ve İslam dünyasında yaşıyorsanız yazılmamış yerleşik düzeni de biliyor olmalısınız. Yoksa haliniz haraptır. Asla nimetlere konamazsınız. Eğer siz külfet neyime, ben en iyisi nimete konayım, şu üç günlük dünyada ağzımın tadını bozmayayım diyorsanız, o zaman dediklerimi yapacaksınız. Bu dediklerim siyaset, cemaat, yönetim başta olmak üzere hayatın her alanında geçerlidir. Bu arada bu kıyağımı da unutmayın.

Sürü psikolojisini bilecek ve sürüye tabi olacaksın, güdülen olmayı kabulleneceksin. Asla öne geçmeyecek, hep arkada olacak ve sadakat bağı ile bağlanacaksın. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyeceksin. Kendi görüşün diye bir şey olmayacak. Bir sürüden ne isteniyorsa onu gönülden destekleyecek ve yapacaksın. Liderini ve liderinin kurduğu hareketi asla eleştirmeyeceksin. Zaten haddin değil. Lider kim, sen kim! Zira lider olmadan sen bir hiçsin. Konuşma ve düşüncede sivrilmeyecek ve doğrucu davut olmayacaksın. Bunu ekran ve meydanlarda dile getirmeyeceksin. Yerini ve haddini bileceksin. Senin görevin daima liderini övmek ve savunmaktır. Onu ölümüne savunacaksın.

Sanırım çok uzatmaya gerek yok. Nimete konmanın yolunu öğrendiniz sanırım. Böyle olursanız sizi kim tutar. Mukarrabunden olur, daima başköşede oturur, el üstünde tutulur ve sizin için yükselmenin bir sınırı yoktur. 

Yok, ben bunları yapamam, ben özgür bir bireyim, asla görüşlerimden ve doğru bildiklerimden ödün vermem; doğruya doğru, eğriye eğri derim, bunu uygun ve sair ortamlarda da dile getiririm diyorsan, kusura bakma ama senden bir cacık olmaz. Nimetlere konamazsın. Ancak külfete talip olmuş olursun. Çünkü nankörlük senin yaptığın. Bu durumda bu seçimine ancak hayırlı olsun denir. Hiç ağlamaya, sızlamaya gerek yok. Kendi düşen ağlamaz. Zira bu, senin tercihindir. Sonra sen kim, görüş bildirmek kim. İçine sinmeyenleri söylemek ne haddine! Laftan, sözden anlamayan o içine tüküreyim senin. 

Senin misyonun itiraz etmek, öne çıkmak, akıl vermek değil, öndekini takip etmektir. Yani yükselebileceğin en iyi yer ikinci adam olmaktır. Bu da taklitte kötü bir mertebe sayılmaz. 

Bak etrafına! Senin gibi bir düşünceye sahip olanların akıbetini gözlerinle gör. Dün mukarrabun idiler, bugün neredeler? Unutma! İnsanın bu dünyada başına gelenler kendi elleriyle yapıp ettikleridir.

Şimdi tüm bu dediklerimden sonra tercihini yap. Nimete mi talipsin yoksa külfete mi? Nimete talip isen uyumlu ol,  vicdanının sesine kulak verme, sesini çıkarma, su akarken testini doldurmaya devam et. Asla sorgulama! Sadece denileni ve isteneni yap. Külfete talip isen sürüden ayrıl da seni kurt kapsın diyeceğim ama kurdun seni kapması ancak senin kurtuluşun olur. Daha ölümlerden ölüm beğeneceksin.

***23/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde