2 Kasım 2019 Cumartesi

Zamana Riayet Konusunda Dakik miyiz? *

Görüşlerini tasvip ettiğim ve konuşmalarını dinlediğim bir siyasi vardı. Zaman zaman siyasi yasaklı olsa da 2000'lere kadar adından sıkça söz edilirdi. Şimdilerde yaşamıyor. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. 

Bilgi, birikim, öngörü bakımından zeka fışkıran bu siyasinin dikkat çeken yönlerinden birisi zamana riayet etmemesiydi. Ne mitingine zamanında gelir ne de TBMM'de konuşurken konuşma süresine riayet ederdi. Mitinglerine en az iki saat takar, Meclis konuşmalarında kendisine ayrılan süre bitmesine, Meclis başkanı tarafından kendisine defalarca ek süre verilmesine, mikrofonu kapatıyorum uyarılarına rağmen o, konuşmasına devam ederdi. Hiç unutmam, bir defasında yine konuşmasını uzattığı, kürsüyü terk etmediği, hala konuşmaya devam ettiği sırada zamanın Meclis başkanı "Sayın ...! Size bir soru soracağım. Anlattığınız davanızda zamana da riayet olacak mı" dedi. Bizimki gülerek "Sayın başkanım, bitiriyorum" dedi. Daha bir müddet konuşmasına devam etti. Üzülmüştüm bu duruma.

Anlatmaya çalıştığım bu siyasiyi bilenler hemen tanıyacaktır. Hatta sevenleri bu eleştirime kızacak, şundan dolayı böyle oluyordu deyip savunmaya da geçeceklerdir. Niyetim o kişiyi eleştirmek değildir. Zaten ismini de vermedim. Dikkat çekmek istediğim, zamana riayet etme konusunda iyi bir imaj vermediğimizdir. Bu siyasinin yaptığını zaman zaman başkaları da yapıyor. 

Geçen hafta cuma namazını kılmak için bir senedir gitmediğim bir camiye gittim. Ezan okundu okunacak. Görevli imam vaaz veriyor. Diğer camilerin ezanı bitti, imam hâlâ konuşmaya devam ediyor. Bitirdi, bitirecek, cümlesini bağlayacak derken "Biriniz ezan okusun" dedi. Kaldığı yerden konuşmaya devam etti. Ezan okumaya kalkan olmayınca nice sonra "İçinizde ezan okuyacak yok mu" dedi. Sonra bir defa daha tekrarladı. Sanırım arka taraftan biri kalkmış olmalı ki konuşmasına geri döndü. Ezan okunurken yine konuşmasına devam etti. Ezan bitti, istifini bozmadan konuşmasını sürdürdü. Ne konuşuyor diye sormayın. Çünkü dinlemedim. Sadece haydi hoca bitir artık, bak işime geç kalacağım dedim durdum içimden.

Bulunduğum caminin ezanının okunmasından bir beş dakika daha geçti. Nihayet bir duyuruyla kapattı. Kulak kabarttım hemen. Duyuru nedir derseniz "Kudüs üzerinden umre turları başlamış, imkanı olanlara ve ilgilenenlere duyuruyorum" dedi. Aklımda da burası kaldı. Sonra hep birlikte cumanın ilk sünnetini kılmak için ayağa kalktık. Civarımızdaki camilerden en az bir 10 dakika gecikmeli olarak cuma namazını kılıp çıktık. Mesele on dakika değil, zamana riayet meselesi.

Mübarek! Zaten hutbeyi de sen okuyacaksın. Duyurunu ve irşat görevini hutbede devam ettirsen olmaz mı? Civarın okul ve hastane. Köy yeri değil. Herkes bir an evvel görevimi ifa edip işime döneyim diye düşünürken sen post derdindesin. Ha ezandan önce cümleni bağlasan da herkes huşu içerisinde güzel sesinden bir ezan dinlese ne olur? Senin mesain cumadan sonra ikindiye kadar ara veriyor, milletin mesaisi devam ediyor. Söyleyeceğini süresi içerisinde söylesen olmaz mı? Unutma ki iyi bir hatip zamana riayet edendir. Süresi içerisinde konuşmasını bitiremeyen, daha konuşacaklarım var diyen iyi bir hatip değildir. Bu tür uzatmalar bir faydaya da haiz değildir. Zaten dinleyeni de yoktur.

Başkasının zamanından aşırarak konuşmak samimiyetin bir göstergesi falan değildir. İmam veya bir başkası görevini layıkıyla yapmak istiyorsa lütfen zamana riayet etsin ve dakik olsun...

* 08/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Çocukları Gözüyle Parçalanmış Ailelere *

Anneciğim ve babacığım!
Biliyorum ikiniz de evlenirken bir müddet sonra ayrılırız diye bir araya gelmediniz. Bir yastıkta kocamak için evliliğinizi birleştirdiniz. 

Evlenirken sizi kimse zorlamadı, kimse size nikah masasında imzalayın diye silah dayamadı. Sevinç içerisinde birbirinize evet dediniz. 

Evlendikten sonra ben ve kardeşim dünyaya geldi. Biz doğmadan önce bize doğal olarak "Yavrum! Doğmak istiyor musunuz" diye de sormadınız. 

Şimdi siz kalkmış "Şiddetli geçimsizlik" iddiasıyla ayrılmaya kalkıyorsunuz. Nasıl evlenirken evlenmek hakkınız ise ayrılırken de ayrılma hakkınız var. Buna bir diyeceğim yok. Buna saygı duyuyorum. Zira hayat sizin hayatınız. Zorla güzellik olmaz.

Belli etmesem de size kırgın ve kızgınım. Kolay kolay da affedeceğimi sanmıyorum. Çünkü bireysel kararınızla evlendiniz ve sayenizde ben ve kardeşim de dünyaya teşrif etmiş olduk. Vara gelmez olaydık. Siz olmayınca bizim ağzımızın tadı kalacak mı? Siz birbirinize yabancı olduktan sonra biz ne olacağız? Bizi dünyaya getirirken sormadığınız gibi ayrılırken de bize sormuyorsunuz. 

Velayeti annemin veya babamın alması, bizi yedirip içirmeniz, okutmanız atalık mıdır? Sahi bu mu atalık? Her şey maddiyat mı? Bizim hiç duygularımız yok mu? Bizi boynu bükük bırakmaya ne hakkınız var? Kardeşimle ben, dünyaya gelmeden önce evliliği bitirirsiniz. Buna eyvallah derim. Biz olduktan sonra sizin "anlaşamıyoruz" diye ayrılma gibi bir lüksünüz ve hakkınız olabilir mi? 

Bir aile olmayı bize çok gördünüz. Ben hayatım boyunca anne, bana deyip peşinizden mi koşacağım? Kendi hayatınızı karartırken bizim hayatımızı karartmaya hakkınız var mı? Kendinizi düşündüğünüz kadar bizi niye düşünmüyorsunuz? Siz kendinize mi Müslümansınız? Siz şehvetinizin esiri olurken ben niye bu oyunun kuklası olayım?

Temenni etmiyorum. Zira atamızsınız. Ölseniz öksüz ve yetim kalsak annesizlik ve babasızlık zor olsa da kaderin bir cilvesi, demek ki böyle imtihan olacağız der, hayata tutunmaya çalışırız. Ya şimdi? Birbirinize karşı biriniz Filistin, diğeriniz İsrail iken bizim yüzümüz gülecek mi? 

Çocuğunuz olarak sizi sorgulamak haddim değil, nasihat hiç veremem. Zira ateş düştüğü yeri yakar. Ama bu yaptığınız iş değil. Yol yakınken vazgeçin bu sevdanızdan. Bir ve beraber olun, aile olun aile! Sizden bir ve beraber olmanız dışında başka bir şey istemiyorum.
                                                      Evladınız
* 06/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Öğretmenliğimden Bir Enstantane -2-

Üç hafta önce yeni bir ders programıyla birlikte bir sınıfın haftada iki saat Kur'an derslerine girmeye başladım. İlk dersimizde Kur'an okuyanlarla okumayı bilmeyenleri tespit ettim. Cüz okuyanları yanıma tek tek çağırarak seviyelerini öğrenmeye çalıştım. 

Cüz okuyanların çoğu harfleri dahi tanımazken bir kız öğrenci harfleri tanıyordu. Hafta sonu diğer sınıflardaki cüz okuyacak öğrenci adedince kitapçıdan elif ba cüzü satın alıp pazartesi gibi öğrencilere dağıttım.

Harfleri bilen kızımız ağabeyini tanıyıp tanımadığını sordu. Tanıyorum, iki sene önce 7.ve 7.sınıfta dersine girdim. Ama ağabeyin içine kapanık biri idi. Neredeyse iki yıl boyunca hiç konuşmadı. Sen öyle değilsin. Ağabeyine göre çok sosyalsin dedim.

01.11.2019 günü itibariyle bu kızımız cüzü bitirerek bugün Kur'an'a geçti. Derste okudukça okudu. Zil çaldı, vakit yetmedi. Çocuğa ne yapalım dedim. "Boş dersiniz varsa devam edebiliriz, bugün Kur'an'a geçmek istiyorum” dedi. Ders öğretmeninden izin alarak öğrenciyi öğretmenler odasına aldım. Aradan nereden sordumsa bildi ve Kur'an'a geçti. Çocuğu tebrik ettim. Haftaya Kur'an'dan okuyacağı ödevini verdim. Ardından bu cüzü bana geri  verir misin, biri cüzünü kaybetmiş, ona vereyim dedim. Olur dedi. Parasını geri verdim. Cüzü de falan sınıftaki falan öğrenciye teneffüste verir misin dedim. Ona da olur dedi.

Öğrenci sınıfına geri gittikten sonra içimi bir sevinç kapladı. Nasıl sevinmem. Nice öğrenciler haftada bir veya iki sayfa okurken bu öğrenci, üç haftada gördüğümüz üç derste cüzünü okumak suretiyle Kur'an'a geçti. Azmin elinden ne kurtulabilir ki... Helal olsun bu kıza. Allah sayılarını artırsın. İnşallah arkası gelir. Diğer cüzdeki öğrenciler de bir an evvel Kur'an okumaya başlarlar.

Kız öğrenci sınıfına gittikten sonra iki sene önce okuttuğum ağabeyini gözümün önüne getirdim, bir de bu kızımızı. Taban tabana zıt iki kardeş. Hem başarı hem de huy yönüyle. Beş parmağın beşi bir değil dedikleri böyle bir şey olsa gerek.