28 Ekim 2019 Pazartesi

Ders Programı Yapmak Maharet İster


Ortaokul ve liselerde öğretmenlerin hangi ders ve hangi sınıfa gireceği zümre öğretmenler kurulunda belirlenir* ve zümre başkanı tarafından okul yönetimine bildirilir. Okul idaresi de zümrelerden alınan bu ders yükünü planlayarak bir ders programı hazırlar ve tüm öğretmenlere imza karşılığı tebliğ eder. Öğretmenler de aldıkları bu programa göre derslerine girerler. 

Ders programı, öğretmenler için bir yol haritasıdır. Öğretmen bu yol haritasına göre hangi gün, hangi saat, hangi sınıfa  derse gireceğini bilir. Bu yüzden öğretmenler için ders programları hayati önem arz eder. İyi bir ders programı, aynı zamanda ders öğretmenini olumlu yönde motive eder. Penceresi/boşluğu bol bir ders programı öğretmenin moralini bozar, psikolojik yönden çökertir. Öğretmen girdiği derslerine de isteksiz girer.

Bir ders programı niçin kötü olur ya da nasıl kötü yapılır? Acemi kasabın elinde kurbanlık hayvan ne çekiyorsa acemi yöneticinin elinde de ders programı berbat mı berbat olur. Ders programı sadece acemi yöneticilerin elinde kötü olmaz. Kişiye özel yapılan programlar vardır. Bazı öğretmenlerin talepleri göz önünde bulundurulur. Bu tiplerin okul yönetimiyle arası iyidir. Alttan girer, üsten çıkar; isteklerini karşılayacak bir programa konarlar. Bazılarının programı ise özellikle bozuk yapılır. Öğretmene haddi bu şekilde bildirilir. Bu tür programlarda kasıt vardır. Bir üçüncü program yapılışı daha vardır ki özensiz yapılır. Kimseyi memnun etmeyen ucube bir ders programı ortaya çıkar. Kimse de suçu üzerine almaz. Çünkü gerekçe hazırdır: Programı sistem otomatik yapmıştır.

Ders programını yapan acemi ise diyecek bir şey yok. Kimse de bu duruma kızmaz. Adı üzerinde acemi. Çünkü bu şekil kıra döke program yapımcısı tecrübe kazanacaktır. Kasıtlı ve özensiz yapılan program, sadece programı yapan kimsenin egosunu tatmin eder. Başka da kimseyi memnun etmez.

Ders programı yapmak teknik bir iştir, aynı zamanda sanattır. Her adamın harcı değildir. Bir ders programı yapan, yaptığı programı kendisine verilecek bir program olarak görmelidir. Günler öncesinden yapacağı programın şablonunu kafasında oluşturmalıdır. Hemen hemen herkesi memnun edecek bir program yapmayı önce kafasına koymalıdır. Tıpkı bilgisayar gibi ufkunu geniş tutmalıdır. Makine/ders programı, program yapmada zorlandıkça değişik alternatifleri denemelidir.

Program yapan aynı zamanda eleştiri, öneri ve isteklere açık olmalıdır. Aldığı eleştirilere "Makine böyle yaptı. Yapacak bir şey yok" dememelidir. Çünkü makineye neyi girer, nasıl komut verirsen makine öyle bir program ortaya koyar. İyi bir program çıkaramayan "yapamadım, elimden bu geldi" demesi bile gönül almaya yeter. En azından bir itiraftır bu.

Programda hata yapılamaz mı? Yapılır elbet. Bazı nüanslar gözden kaçmaz mı? Kaçar elbet. Ama her programda aynı hatalar yapılmaya devam edilir ve bu tür hataların ne şekilde düzeleceği kendisine söylendiği halde önerilere kulak tıkanıyorsa bu tamamen bir aymazlıktır. Yaptığı işi ciddiye almamaktır. Muhatabına önem vermemektir. Böylelerinin karnesi zayıftır.

Öğretmenleri memnun etmeyen ders programlarının önüne geçilemez mi? Geçilir elbet. Niye geçilmesin. Yeter ki ders programını yapan kişiler, öğrenme azminde olsun, önerilere açık olsun ve bir bilenden destek alsın. Sahi, gerekli ve gereksiz her şeyin kurs ve seminerini veren milli eğitim müdürlükleri, okulların ders programlarını yapan yöneticilere "Bir ders programı nasıl yapılır" başlıklı bir kurs ya da seminer düzenleyemez mi?

*Yönetmelik "Öğretmenlerin hangi sınıfın, hangi dersine gireceği zümre öğretmenler kurulunda belirlenir" derken çoğu okul yönetimi, yönetmeliğin bu amir hükmünü uygulamaz ve kendi karar verir.


27 Ekim 2019 Pazar

Bir Değeri Emellerine Alet Etmek *


Bu ülkede Atatürk ve din, siyasete alet edilenlerin başında gelir. Bu durum zaman zaman da eleştirilir. Kimler bu değerleri emellerine alet eder veya etmez?

Atatürk'ü gerçekten seven, sevdiği gibi yaşayan, onun savunduğu fikir ve ilkelerin, ülke yönetiminde yerleşmesi için onu referans kabul eden, yaşantısı ile savunduğu ve yaptığı örtüşen kişi, Atatürk'ü emellerine ve siyasete alet etmemiş olur. Aynı şekilde dinin ilkelerini ve ahlaki değerlerini referans kabul eden ve dininin emrettiği şekilde yaşayan, söylem ve icraatları da çelişmeyen, örnek aldığı peygamber gibi etrafına güven veren kişi, dini siyasete ve emellerine alet etmemiş olur. Çünkü bu tipler -düşüncelerine katılalım veya katılmayalım-özü, sözü ve eylemi bir, samimi kişilerdir. Beslendikleri değerleri her nerede olurlarsa olsunlar savunur ve yaşarlar. Gizli ajandaları yoktur. Oldukları gibidirler.

Toplumun, inandığı değerler uğruna mücadele eden ve yaşayan kişilerle sorunu yoktur. Toplumun sorun olarak gördüğü tipler yaşantısı, eylemi referans aldıklarıyla örtüşmeyenlerdir. Çünkü bu tipler söylem ve icraatlarıyla halkın değer verdiği kişi ve umdeleri emellerine alet etmektedirler. Yeri geldiği zaman Atatürk'ü ve dini ilkeleri, baskı aracı olarak kullanmaktadırlar. Bu tipleri gören halk, bunlar bu yaptıklarıyla Atatürkçü ise ben değilim veya bunlar bu yaptıklarıyla dindar, mütedeyyin oluyorsa ben böyle biri değilim, diyebiliyor.

Dini ve Atatürk'ü emellerine alet edenler bilerek veya bilmeyerek dine ve Atatürk'e zarar verebiliyorlar. Burada suç dinde, ahlaki ilkelerde ve Atatürk'te olmamasına rağmen halkta bu değerlere karşı bir soğukluk meydana gelmektedir. Her ne kadar kişilerin yaptığı, değerleri bağlamasa da bizde bir değeri, savunucuların yaşantısıyla ölçme gibi fiili bir durum söz konusudur. Yani bu durumda kişilerden ziyade değerler zarar görmektedir.

O halde ister ticaret, ister siyaset, ister gündelik yaşantıda ben de varım diyenlere düşen, inandığı değerler gibi yaşamayacaklarsa bu değerleri ağızlarına dahi almamalarıdır. Nasıl yaşıyorlarsa ona inansınlar. Başka türlü gölge etmesinler. Çünkü ağızlarına aldıkları değerlerle nemalananlar, en büyük zararı o inandığı ve sevdiği değerlere vermektedirler. 

* 09/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

“İster Yaz İster Yazma!” *

Oynamalı ve çalgılı bir düğüne dini bütün bir kadın da davet edilir. Kadın geçer bir kenara oturur. Az sonra oynaması için kadın meydana çağrılır. Kadın, ‘Güpegündüz herkesin içinde olmaz, üstelik erkekler de var’ diyerek daveti geri çevirir. ‘Bir kereden bir şey olmaz’ denir ve ısrar edilir. İstemeye istemeye kalkar, oynamaya başlar. Oynarken ‘Allah'ım günah yazma’ diyerek mırıldanır durmadan. Müziğin temposuyla aşka gelen kadın biraz daha şevkle oynamaya başlar. Ama yaptığının doğru olmadığını bildiği için ‘Biraz yaz, biraz yazma’ şeklinde mırıldanır. Oynamanın sonuna doğru müziğin ritmine ve ortama iyice kendini kaptıran kadın, var gücüyle müziğe eşlik eder. Ağzından da ‘İster yaz, ister yazma. Yazarsan yaz’ sözleri dökülür ve içindeki kurtları döker.”

Kısaca aktarmaya çalıştığım bu hikayeyi bilmeyeniniz yoktur. Yeri geldiği zaman bu tür kıssaları anlatırız ki kıssadan hisse alınsın diye. Burada ahlak ilkelerine önem veren, dini emirlere azami derece riayet eden bir kadının ısrar ve mecburiyet karşısında inandığı değerleri terk etmesi, ayaklar altına alması ve kendi ile çelişmesi anlatılmaktadır.

Bir defadan bir şey olmaz deyip yaptığımız birçok şeyin arkası maalesef geliyor. Yeter ki insanımız değerleriyle bir defa çelişmiş olsun. “İnandığı gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlar” sözü kısaca çok güzel özetler bu hikayeyi.

Dini bütün bir kadın üzerinden anlatılan bu olayı genellersek; günümüzde inandığımız değerlerimizle çelişen, ahlaki ilkelere ters olan ve dinen günah kabul edilen o kadar kötü şeyler yapıyoruz ki bu yaptıklarımıza karşılık “oynama” çok masum kalır.

Bir zamanlar adalet, ehliyet, liyakat, zulme karşı durma, kamu malını çarçur etmeme, manevi kalkınma, ahlaki değerlere sahip çıkma, aileyi koruma, inandığımız dini ve ahlaki değerleri uygulama ve hakim kılma gibi nice değerleri savunarak halkın teveccühünü kazanan nice insanlar vardır ki bu değerler sayesinde güce kavuştuğunu unutarak savrulma problemiyle karşı karşıyalar. Çünkü inandığı değerlerin içini boşaltarak hoyratça yaşamaya devam etmekteler. Dün prensip olarak neyi savunmuşlarsa bugün pratik olarak savunduklarının tersini yapıyorlar. Yani teori farklı, uygulama farklı. Durum bu iken genel geçer kuralları ve ahlaki ilkeleri ağızlarına almasalar eh değiştiler diyeceğim. Burada garip olan hala bu ilke ve değerler konuşuluyor ve bu değerlerin arkasına sığınılırken tersi icraatlara imza atılmasıdır. Bu durum “Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz. Allah katında yapmayacağınız şeyleri söylemeniz çok çirkin bir davranıştır” uyarısına tıpatıp uymaktadır. Bu ayet meali, dil ile pratiğin uyum içerisinde olmasına dikkat çekmektedir.

Değerleriyle çelişmeyi ve savrulmayı ben, imkanı yok iken dürüst olmaya benzetiyorum. Kişi, elinde imkan ve güç yok iken alabildiğine dürüsttür. Durmadan savrulup giden, yanlış işlere imza atanları eleştirir durur. “Ben asla böyle yapmam. Zira bunun doğrusu budur” der durmadan. Ne zamanki bir güce kavuşur. İşte insanın sınavı burada başlar. Gücü ele geçirmeden önce savunduğu ilkelere riayet ediyorsa makamın ve gücün değiştiremediği kişidir bu. İdeal olan ve olması gereken de budur. Çünkü esas dürüstlük budur. Ama güç ile beraber dünkü savunduğu fikirleri terk edenler veya dilleri doğruyu söyler iken icraatları ters oluyorsa bu tipler gücün ve koltuğun altında kalmış kişilerdir. Esas imtihanı kaybedenler de bunlardır. Demek ki bu tiplerin dürüstlüğü elinde güç olmadığı içinmiş.

Savunduğu değerler ile bir güç olduktan sonra teori-pratik uyumuna riayet etmeyenleri bekleyen en büyük tehlike, kendileriyle beraber savunduğu değerleri de yok ediyorlar. Kendileri güçten düşerlerse o güzelim değerler de inecektir. Çünkü içi boşaltılmış değerlerin yüzüne kimse bakmaz.  

Umarım, yaptıklarıyla savundukları değerler çelişenler, kadının yaptığı gibi hala “Allah’ım! Günah yazma” diyorlardır. “İster yaz, ister yazma” veya “Yazarsan yaz” etabına geçmemişlerdir. Çünkü birinci etapta hala imandan bir şube olan utanma duygusu hakimdir.

* 15/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.