19 Ekim 2019 Cumartesi

Oldun mu Trump Gibi Olacaksın *


ABD'de doğmak varmış. Belli ki yanlış bir ülkede doğmuşum. Şayet ABD'de doğmuş olsaydım bahtım açılır, hedeflerimi bir bir yerine getirirdim. Hayallerim gerçek olurdu. Hatta ABD başkanlığı bile hiçten değildi. Ben kör talihime yanayım.

Yine ne oldu demeyin. Trump'a gıpta ediyorum. Daha doğrusu kıskanıyorum. Görmüyor musunuz Trump, bey gibi yaşıyor. Ne derdi var ne de tasası. İş için Beyaz Saray'a bile gitmesine gerek yok. Twitter aracılığıyla hem ülkesini yönetiyor hem de dünyaya ayar veriyor. O kadar çok paylaşım yapıyor ki dünya onu izlemekte zorlanıyor. Paylaşımlarında bir özen yok, bir uyum yok. Aklına ne geliyorsa yazıyor. Bir paylaşımını az sonra bir diğer paylaşımı nakzedebiliyor. Dünya bunu çelişki olarak görse de Trump bunu dert edinmiyor. Çünkü tek parolası var: Değişmeyen değişimdir. Bu; olması gereken, insan sürekli gelişim ve değişim halinde zaten diyebilirsiniz. Trump'ınki anlık değişim. Yine twitter aracılığıyla öğreniyoruz durumunu. Kah hakaret ediyor, kah kızıp tehdit ediyor, kah batırırım diyerek ekonomik yaptırımlardan söz ediyor. Kah küsüyor kah espri yapıyor, kah uluslararası ilişkileri askıya alıp tanımıyorum diyor, kah devletlere ceza kesiyor.

Sanırım ABD'nin mevcutlar içerisinde en iyisi olmalı ki başkan seçildi ve ABD'yi temsil ediyor. Ne devlet geleneği var ne de diplomatik dil. At ve sığır yetiştiriciliğinde ne öğrendiyse aynısını ülke ve dünya yönetiminde de gösteriyor. Dünyanın ihtiyaçlarını iyi biliyor. Nerede bir terör örgütüne ihtiyacı varsa hemen orada bir terör örgütü kuruyor. Örgütü, önceleri el altından desteklerken şimdilerde alenen destekliyor. Dünyanın meşru devletiyle terör örgütünü birbirine kırdırıyor. Kendisi de bunu seyrediyor. Baktı ki eliyle büyüttüğü terör örgütü iş çıkaramayacak. Apar topar meşru devletle terör örgütü adına masaya oturuyor ve anlaşma imzalıyor. Yaptıklarında da bir anormallik görmüyor. Nasılsa garibine gitse de dünya bu çelişkiler yumağını izliyor. Dünya, bana dokunmayan bin yaşasın anlayışı ile yaşadıkça ABD adına Trump neler yapmaz ki. Çünkü dünya öküzün trene baktığı gibi bakıp sessiz kaldıkça dünyayı hesaba katmayan ABD, doğru yoldayım diyerek yoluna tam gaz devam ediyor.

Yanlış yaparsam karizmayı çizdiririm diye de düşünmüyor. Nasılsa hep kazanan o oluyor. Terör örgütlerini desteklerken param yok, bu iş maliyetli de demiyor. Çünkü karşılığı olmayan parası dünyada tedavülde. Her ülke onun parası üzerinden kendisine çalışıyor. Dünyanın en borçlu ülkesi olsa da mesele değil. Yaptığı masrafı fazlasıyla Arap krallarına fatura ediyor.

Hasılı attığı twetlerle Trump, dünyaya ayar veriyor. Devletler tedirgin oluyormuş, sorun değil onun için. Dünya sıkıntı yaşadıkça o keyif alıyor. Kıskanılmaz mı bu adam... Zira tam bana göre.

*21/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


18 Ekim 2019 Cuma

İngilizlerden Neyimiz Eksik?*

At, karbonat, siyaset hepimizin bildiği isim ve kavramlardır. Başına İngiliz getirilince daha bir önem kazanıyor, aranan bir isim ve kavram olup çıkıveriyor. İngiliz atı, İngiliz karbonatı ve İngiliz siyaseti gibi…

Nedir bu İngiliz atının özelliği diye küçük bir gezinti yaptım. İngiliz atının özelliği, Prof. Dr. Donna Landry'nin yaptığı araştırmaya göre, İngiliz atları "Uzun yol gidebiliyorlar. Yorulmadan, üzerindeki yükü uzun mesafe taşıyabiliyorlar." Yine araştırmada Landry, İngiliz atının kökeninin Osmanlı'ya dayandığın, 1650-1750 yılları arasında Osmanlı'dan götürdükleri atları İngilizlerin ıslah edip eğittiği ve bugünkü konumuna getirdiği sonucuna ulaşır. O tarihlerde İngiltere'de at yok mu? Var elbet. Ama İngiltere'deki atlar, ''O dönemlerde İngiliz atları ya küçük boydalar ya da oldukça büyükler. Büyükler at arabalarında kullanılıyor. At arabası dışında ulaşım ve savaşta kullanılacak dayanıklı atları yok." Gördüğünüz gibi at bizim, ama yetiştiren İngiliz ve tarihe İngiliz atı diye geçiyor.

Sodyum bikarbonat, diğer adıyla İngiliz karbonatı, faydalı alkali bir madde olup halk arasında kullanımı yaygındır. Tıp ve eczacılık sektörü kabul etmese de İngiliz karbonatı kanser dahil birçok hastalığa iyi geldiği belirtilmektedir.

İngiliz siyasetine gelince, dünya siyasetine hakimdir. Her olayın ve işin arkasında mutlaka bir İngiliz eli vardır. Fakat hiç ön planda olmazlar. Kimseyle kavga etmezler, fazla konuşmazlar. Neredeyse sömürmediği ülke kalmamıştır. Buna rağmen hiçbir ülke bu devlete düşman değildir. Ülke yönetimine kim gelirse siyasetleri değişmiyor. Sanırım siyaset okulları var. Politikaları günübirlik değildir, uzun solukludur. Ne askeri ölür ne de bir ülkeyle kriz yaşar. Geri planda dursa da dünya siyasetinde etkindir. Diğer imparatorluklar sona ermiş olsa da İngiltere hala dimdik ayakta. Girdiği yerde, yaptığı işte kaybettiği pek vaki değildir. Siyasetlerinde soğukkanlılık hakim, duygusallığa ve hamasete yer yok.

İngiliz ile anılan şeyler sadece bu verdiğim örneklerden ibaret değil. Birçok şeye öncülük yapmış ve o şeyin beşiği kabul edilir. Demokrasinin beşiği, futbolun beşiği gibi. Yine İngiliz anahtarı da ismiyle özdeşleşmiş ilk akla gelenlerdendir.

İngiliz hayranı değilim. İngiltere'nin reklamını da yapacak değilim. Birçok ürünün, siyasetin, demokrasinin başında İngiliz'in ismini görünce bu ülke neredeyse marka olmuş. Buradan hareketle İngilizler çok özel bir millet mi diye sorabiliriz. Sanmıyorum İngilizlerin diğer milletlerden çok farklı olduğunu. İşlerini daha iyi yaptıklarını ve marka olmak için çabaladıklarını söyleyebilirim. Öyle ki başka bir dil öğrenmeye de ihtiyaçları yok. Çünkü dünya onların dilini konuşuyor. Yani dilleri bile marka.

Geriye dönüp bakıyorum. Bizim İngilizlerden ne eksikliğimiz var? Zeka bakımından daha mı geriyiz? Bir şeyi yapmaya gücümüz, imkanımız ve kapasitemiz mi yok? Bu özellikler fazlasıyla bizde de var. Ama ne yazık ki dünyaya pazarlayabildiğimiz ve marka olmuş bir ürünümüz yok. Ne arabamız var ne siyasetimiz ne atımız ne de karbonatımız. Ham maddemiz yok desek... Yukarıda kısaca değindiğim gibi İngilizler bizim atı götürüp eğitmişler. Maalesef elimizdekini bile değerlendirememişiz. Demek ki at sahibine göre kişner sözü boşuna söylenmemiş. Bizim at, İngiltere’de kişniyor.

Yanlış anlaşılmasın! Bizde hiçbir şey yok mu? Yanılıyor olabilirim ama tespitlerime göre bizde -geçmişle- övünme var, başkasını beğenmeme var, başkasını eleştirme var, mazeret üretme var, yapamadıklarımıza gerekçe bulma var, savunma refleksimiz yüksek. Çok konuşuruz, ürettiğimiz bir şey yok. Hamaset, heyecan ve dolduruşa gelme var. Bir yönümüz daha var: başkasının üretip marka yaptığı ürünleri satın alıp kullanmasını iyi biliriz.

Bırakalım İngilizleri; dünya bir yana, biz bir yanayız. Bu yüzden "Bir Türk dünyaya bedel" deriz. Nasıl bedel isek... Keşke "bedel" olacağımıza; adımızı taşıyan, marka değerinden dolayı aranan bir tek ürünümüz olsaydı…

*23/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Kendi Göbeğimizi Kendimiz Kestik ***


Dünyada nerede bir terör örgütü varsa o terör örgütünün arkasında ABD var desem yanlış olmaz, hatta tam isabet olur: El-Kaide, Taliban, PKK, YPG, DAEŞ, FETÖ bu ülkenin eseri terör örgütlerinden birkaçı. Bunların hem fikir babası hem onları kuran hem eğiten hem silah ve teçhizat sağlayan hem arkasında koruyup kollayanıdır. Önce örgütü kurduruyor, örgüt kanlı eylemlerine başlayınca terör örgütüyle mücadele etmeye başlıyor. Yeter ki bir ülkeye girmek istesin, yeter ki bir ülke ile adını koymadığı bir savaş yapmak istesin. Terör örgütünün arkasına saklanıyor ve işini yürütüyor. Belki de büyük görünmesi bu hinoğlu hinliğindendir.

Suriye iç savaşını bahane ederek DAEŞ ile mücadele edeceğim diye önce Suriye’nin üçte birine konuşlandı. DAEŞ ile mücadele etmek için YPG adı altında PKK’yı hazırladı. Onları yedirdi, içirdi, onlara tırlar dolusu silah sevkiyatı yaptı ve eğitti. Anlayacağınız bir terör örgütüyle mücadele için bir başka terör örgütünü sahaya sürdü. Yani maşaya karşı maşayı kullandı. 

Fırat'ın doğusunda, sınırımız boyunca yerleşen ve bizi tehdit eden bu örgüt ile ilgili Türkiye, ABD'ye defalarca endişesini dile getirdi ve fiili durumu kırmızıçizgisi ilan etti. Ama ABD, Türkiye'nin bu endişelerine kulak tıkadı. Türkiye operasyon yaparım dedikçe ABD, bunu blöf sandı. Sonunda Türkiye, Fırat'ın doğusuna, ABD'nin karşı çıktığı bir operasyon başlattı. ABD, askerlerini geriye çekerek eğitip teçhiz ettiği PKK'nın başarısını görmek istedi. Operasyonun ilk gününden itibaren PKK, istediği gibi bir varlık gösteremeyince ABD, PKK’yı beğenmedi. “DAEŞ ile mücadelede iyi iş gördü ama Türkiye’ye karşı varlık gösteremedi” dedi. Yardımcısını ve Dışişleri Bakanını apar topar Türkiye'ye gönderdi.

ABD ile 17.10.2019 günü Ankara'da yapılan ikili görüşme, uzun sürdü ve sonunda Türkiye ile ABD arasında anlaşma sağlandı. ABD, terör örgütünü Türkiye'nin istediği 32 km içe çekme garantisi verdi. Türkiye operasyonlara ara vererek beş gün boyunca terör örgütünün çekilip çekilmediğini izleyecek.

ABD niçin böyle bir yolu izledi? Bence ABD, besleyip büyüttüğü PKK’nın Türkiye’ye kök söktüreceğini düşündü. Operasyon başlatan Türkiye’nin kınanması istenince BM’de veto hakkını kullandı. İşler istediği gibi gitmeyince Türkiye’yi ekonomik yönden batırmak ve yaptırımlar uygulamakla tehdit etti. ABD’nin tehditlerine pabuç bırakmayan Türkiye, operasyonu hız kesmeden devam ettirdi ve kısa zamanda geniş bir alanı terör örgütünden temizledi. Çok güvendiği ve yıllardır besleyip büyüttüğü ve büyük başarılar beklediği terör örgütü varlık gösteremeyince kendi ayağıyla gelerek Türkiye’nin isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. Gerekçesi de insanlar ölmesin. Yesinler senin barışseverliğini…

ABD ile Türkiye arasında imzalanan 13 maddelik anlaşmaya ABD ne kadar uyar, bunu da zaman gösterecek. Çünkü ABD dediğimiz bir devlet; günü gününe, saati saatine uymayan bir devlet. Her an imzaladığı kararları uygulamayabilir, askıya alabilir. Zaten bir terör örgütüyle çalışmayı mubah gören bir devletten her şey beklenir. Ama bu sefer ABD, altını imzaladığı anlaşmaya sadık kalacak gibi. Çünkü yatırım yaptığı PKK’nın gözünün önünde eriyip gitmesine ve karizmasının çizilmesini gönlü razı olmadı. Çok masraf ettiği ve umut bağladığı PKK’yı daha geri planda eğitmeye devam edecek ve ileride başka amaçlı kullanacak diye düşünüyorum.

Sonu ne olursa olsun Türkiye, başta ABD ve dünyanın diğer sömürge ülkelerinin tehdit, ambargo ve kınamalarına aldırmadan bir operasyon başlatarak benim şakam yok dedi ve dişini gösterdi. Askerimiz de kısa zamanda beklenenden daha büyük bir başarı elde etti. Gözünü budaktan sakınmayan Türkiye, hem yaptığı operasyonla hem de ABD’yi masaya oturtarak diplomatik bir başarı elde etti. Sahada kazanan Türkiye, masada da kazanmaya başladı. Umarım bu şekil sonuç alıcı diplomatik başarıların arkası gelir ve anlaşmada oyun içerisinde bir oyun yoktur.

***19/10/2019 tarihinde  Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.