9 Ekim 2019 Çarşamba

"Barış Pınarı Harekâtı" Başladı ***


Suriye iç savaşında ne Rusya ne İran ne Türkiye ne de ABD rahat. Öyle zannediyorum en rahatı İran ve Rusya’yı arkasına almış etkisiz eleman oğul Esed. Ülkesi yolgeçen hanı olmuş, ona vız gelir. Tarafların anlaşamaması onun en büyük avantajı. Binlerce vatandaşı ölmüş, başka ülkelere sığınmacı olmuş, işini-gücünü, evini barkını kaybetmiş…hiç umurunda değil. Ülkesi parçalanmış önemli değil onun için. Ülkesinin bütünlüğünü başta Türkiye olmak üzere taraf ülkeler düşünüveriyor. O da Şam bölgesine sıkışmış bir şekilde güya ülkesinin devlet başkanı olduğunu sanıyor.

İç savaşın çıktığı 2011 yılından beri Suriye savaşından en büyük zararı Türkiye çekmiştir. Hala da çekmeye devam etmektedir. Çünkü Suriye’de daha doğrusu sınırımızda oluşan terör yuvaları Türkiye’nin geleceğini tehdit ediyor. Türkiye bu tehditlerin sonu nereye varır diye beklemiyor, inisiyatif üstüne inisiyatif alıyor: 2015’te Şah Fırat Operasyonunu, 2016’da Fırat Kalkanı Harekâtını, 2018’de Zeytin Dalı Harekâtını yaptı. Hepsinden de yüzünün akıyla çıktı. Ama sorun bitmedi. Çünkü Türkiye-Suriye sınırı yani Fırat’ın doğusu ABD destekli YPG tarafından kontrol ediliyor. Güya YPG, ABD’ye göre DAEŞ ile mücadele ediyor. Orta yerde neredeyse DAEŞ diye bir örgüt kalmamış, ABD silah ve teçhizat yönünden YPG’yi yani PKK’yı desteklemeye devam ediyor.

Burnumuzun dibinde PKK, YPG adı altında sınır boyu yerleşmeye çalışırken Türkiye değişik mahfillerde bu terör örgütünün, ülkesinin güvenliğini tehdit ettiğini çok defa dillendirdi. Dillendirmekle de kalmadı; İran, Rusya ve ABD ile de bir diplomasi yürüttü. Her defasında kararlılığını gösterdi. Türkiye’nin bu kararlılığını gören ABD, kendi askerini geriye çekerek Türkiye’nin yeni bir operasyon yapmasına yeşil ışık yakmış oldu ve Türkiye akşam sabah yeni bir operasyonun startını verdi verecek derken verdi ve operasyon başladı. Zaten nice zamandır sınırın sıfır noktasına gerekli yığınağını yapmıştı. Bu operasyon önceki operasyonlardan daha büyük bir operasyon olacaktır. ABD, bir taraftan Fırat’ın doğusuna bir operasyona yeşil ışık yakarken diğer taraftan ekonomimizi batırmakla tehdit ederek her zamanki çifte standardını göstermiş oldu.  Tehditlere aldırmayan Türkiye, yapacağı operasyonun adını “Barış Pınarı Harekâtı” koydu.

Türkiye, daha büyük kapsamlı yapacağı bu operasyon ile belki tepki çekecek, Trump’ın tweetinde belirttiği gibi belki ekonomik yaptırımlara maruz kalacak, yapacağımız bu operasyondan kırılgan ekonomimiz belki daha fazla etkilenecek. Ama yapılacak bir şey yok. Sonucuna katlanıp sınırımızda yuvalanan terörü daha içlere doğru göndermeyi hedeflemektedir. Boşalttığı alana da sığınmacıları yerleştirerek ülke güvenliğini garantiye almak istemektedir.

Hasılı geri dönüşü olmayan bir yola girmiş olduk. YPG de Türkiye’nin bu kararlılığını görmeli artık. Ben bu işe karışmam diyerek geri plana çekilen ABD’nin niyetini anlamalı. Çünkü ABD, ne haliniz varsa görün diyerek Türkiye ile YPG’yi kırdırmayı hedeflemektedir. Umarım operasyon uzun sürmez, askeri kaybımız olmaz, ekonomimiz çok etkilenmez. Yapacağımız bu operasyon Türkiye’nin hedeflerine hizmet eder, bölgede kalıcı güvenli bir ortamın oluşmasına sebebiyet verir. Tüm kalbimizle ordumuzun yanındayız. Bu seferin akıbeti hayır olur inşallah!

***10/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

8 Ekim 2019 Salı

Bankamatik Memurları *

Bugünkü yazıma anlatılan bir hikâyeyle başlamak istiyorum. Adamın biri cemaatle namaz kılmak için bir camiye gelir. Namazın bitiminde kendi kendine "Acaba bu camide Allah'ın kaç veli kulu vardır" diye sorar. Az sonra yanına biri gelir, omzuna dokunur ve "Seninle iki kişiyiz" der.

Hikayenin aslı yoktur ama anlatmış oldum. Şimdi bu hikayeden hareketle, bir soru da ben sorayım. Acaba hâlihazırda Türkiye'de kaç bankamatik memuru vardır? Bu soruya cevap verebilecek var mı? Bu soruya geçmeden önce bankamatik memuru kime denir? Umarım biliyorsunuzdur. Bilmeyenler için söyleyeyim. Bir işi olduğu halde işe gitmeyerek maaşını almaya devam edenlere denir. 90'lı yıllarda yaygındı bankamatik memuru. Bu konu hükümetlerin canını sıkan ve başını ağrıtan konulardan biri olmuştur hep. 

Son yıllarda bu bankamatik memurlarında epey bir artış oldu. 2014 yılında çıkarılan kanunla birçok müdürler, müdür yardımcıları özlük haklarına dokunulmadan el çektirildi. Çoğu mesaisini evinde yapıyor. Yani işe gitmiyor. Çünkü gidecek yeri yok ve devletin bunlara ihtiyacı yok. Bugün sayısı ne kadardır bilme imkanımız yok. Bu işi bilse bilse ilgili bakanlıklar bilir. Türkiye'nin kanayan yarası olan bu konu hakkında vekillere görev düşüyor. Pekala yazılı soru önergesi vererek halihazırda işe gitmediği halde maaş almaya devam edenlerin sayısı sorulabilir. Ancak doğru bilgiyi bu şekilde alabiliriz.

Kanunla oluşan bankamatik memurları konusunda halen bankamatik memuru olanlara kızacak değilim. Bu kişilerle çalışmak istemeyen devlete de bir şey diyecek durumum yok. (Kazanılmış hak gereği özlük haklarından yararlanmaya devam eden bankamatik memurları da bu durumlarından memnun değil.) Orta yerde bir yanlışlık var, emek sarf edilmeden ödenen maaşlar var. Bu meseleyi bir çözelim diyen de yok. İşime yaramaz deyip kenara koyup bankamatik memuru görevi yapan kişilerin yerine, bu işi daha iyi yapacaklar diye getirdiğimiz kişileri de tekrar bankamatik memuru yapıyoruz. Garip olan bu. Demek ki işleyişte bir sıkıntı var ve bu yol, yol değil. Bu işi çözecek olan devlettir. Çünkü bu durumu oluşturan kendisidir. Ya bu kişiler arasında emekliliğini hak edenleri ne yapıp ne edip emekli edecek ya “kazanılmış hak yoktur” deyip bu kişilere fiili olarak yapabilecekleri bir iş verecek ya da onları emsal bir göreve atayacaktır.

Orta yerdeki bu cenaze en kısa zaman diliminde kaldırılmalıdır. Çünkü bu durumdan ne bankamatik memuru ne devlet ne de vatandaş memnundur. Devlet ne yapıp ne edip bu durumla ilgili ve bundan sonra bankamatik memuru oluşturmamak için bir yol bulmalıdır. Kapasitelerine göre herkesten azami ölçüde faydalanma yoluna gitmelidir. Çünkü ödenen para milli servettir ve insan iş gücünden yeterince faydalanamıyoruz. Bu da bir nevi israftır.

* 20/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

7 Ekim 2019 Pazartesi

Peygamberlerin Misyonu*

Kur'an-ı Kerim'de gönderilen peygamber sayısı 25’dir. Fakat Hz Adem'den Hz Muhammed'e kadar gönderilen peygamber sayısı daha fazladır. Sayısını bilmiyoruz. Allah tarafından gönderilen peygamberlerin görevleri, melek vasıtasıyla Allah'tan aldığı vahyi insanlara duyurmak, izah gerekiyorsa açıklamak, vahyi kendi hayatlarına tatbik etmek ve ahlakıyla insanlara güzel örnek olmaktır.

Her bir peygamber, aldığı vahyi insanlara aktarırken Allah'ın bir ve tek olduğunu, ondan başka ilah olmadığını, yegâne kulluk edilecek tek varlık olduğunu, Allah'a başka şeyleri eş koşmamaları gerektiğini vs anlatıp durmuştur. Yani yeryüzünde fitne kalmaması ve dini sadece Allah'a has kılmak için uğraşmışlardır. Mücadelelerinin adı tevhit-şirk/hak-batıl mücadelesidir. Zulüm ve haksızlıklara karşı koymuşlardır. Ahlaki ilkeleri yerleştirmeye çalışmışlardır. 

Bana tek kelimeyle peygamberlerin mücadelesi nedir derseniz, şirke bulaşmış tevhidi asıl mecrasına koymak derim. Çünkü tarih boyunca insanlar Allah'ı biliyorlar: Evreni o yaratmıştır, doğa olaylarını yapan odur. İnsanlar Allah'a inandıktan sonra inandıkları tek Allah inancına başka şeyleri ilave etmişlerdir. İnançlarına bidat ve hurafeleri sokmuşlardır. Daha sonradan kattıkları bu şeyleri din kabul etmeye başlamışlardır. Toplumda bidat ve hurafenin hakim olduğu bir gelenek oluşturmuşlardır. Peygamberler bir nevi tevhidi şirkten temizlemek ve yerleşik düzenle mücadele yolunu seçmişlerdir. O yüzden Allah şirki en büyük zulüm olarak isimlendirir.

Hz Muhammed'in peygamber olarak görevlendirildiği toplum Allah'ı biliyordu. Hatta kendilerini İbrahim'in dininden olduklarını söylüyorlardı. Vallahi, billahi şeklinde yemin ediyorlardı. Kâbe onlar için kutsaldı. Aynı zamanda putlara tapıyorlardı. Niçin putlara tapıyorsunuz dendiğinde "Bizi Allah'a yaklaştırsın diye aracı kabul ediyoruz" diyorlardı. Peygamberimiz az uğraşmadı bu gelenek ve dine sonradan katılan bidat ve hurafelerle.

Bugün bidat ve hurafe yok mu? Var hem de fazlasıyla. Öyle zannediyorum peygamberlik kapısı kapanmasaydı, Hz Muhammed son nebi olmasaydı Allah gelenek, bidat ve hurafelerle mücadele edecek yeni nebiler gönderirdi. Çünkü günümüzde dini sadece Allah'a has kılma diyebileceğimiz tevhit inancı başka aracılarla şirke bulanmış durumda. Toplumda bidat ve hurafe gırla gidiyor. Bu geleneği savunanlar ve bunlara dini kılıf giydirenler de toplumda çok güçlü. 

Günümüzde peygamberlik müessesesi olmadığına göre şirk, gelenek, bidat ve hurafe ile kimler mücadele edecek? Hadiste geçtiği şekliyle bu işi âlimler yapacaktır. Ama işleri zor görünüyor. Rabbim şirkten, bidatten, hurafeden ve körü körüne geleneği takip etmekten bizleri korusun!

*01/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.