Ana içeriğe atla

Peygamberlerin Misyonu*

Kur'an-ı Kerim'de gönderilen peygamber sayısı 25’dir. Fakat Hz Adem'den Hz Muhammed'e kadar gönderilen peygamber sayısı daha fazladır. Sayısını bilmiyoruz. Allah tarafından gönderilen peygamberlerin görevleri, melek vasıtasıyla Allah'tan aldığı vahyi insanlara duyurmak, izah gerekiyorsa açıklamak, vahyi kendi hayatlarına tatbik etmek ve ahlakıyla insanlara güzel örnek olmaktır.

Her bir peygamber, aldığı vahyi insanlara aktarırken Allah'ın bir ve tek olduğunu, ondan başka ilah olmadığını, yegâne kulluk edilecek tek varlık olduğunu, Allah'a başka şeyleri eş koşmamaları gerektiğini vs anlatıp durmuştur. Yani yeryüzünde fitne kalmaması ve dini sadece Allah'a has kılmak için uğraşmışlardır. Mücadelelerinin adı tevhit-şirk/hak-batıl mücadelesidir. Zulüm ve haksızlıklara karşı koymuşlardır. Ahlaki ilkeleri yerleştirmeye çalışmışlardır. 

Bana tek kelimeyle peygamberlerin mücadelesi nedir derseniz, şirke bulaşmış tevhidi asıl mecrasına koymak derim. Çünkü tarih boyunca insanlar Allah'ı biliyorlar: Evreni o yaratmıştır, doğa olaylarını yapan odur. İnsanlar Allah'a inandıktan sonra inandıkları tek Allah inancına başka şeyleri ilave etmişlerdir. İnançlarına bidat ve hurafeleri sokmuşlardır. Daha sonradan kattıkları bu şeyleri din kabul etmeye başlamışlardır. Toplumda bidat ve hurafenin hakim olduğu bir gelenek oluşturmuşlardır. Peygamberler bir nevi tevhidi şirkten temizlemek ve yerleşik düzenle mücadele yolunu seçmişlerdir. O yüzden Allah şirki en büyük zulüm olarak isimlendirir.

Hz Muhammed'in peygamber olarak görevlendirildiği toplum Allah'ı biliyordu. Hatta kendilerini İbrahim'in dininden olduklarını söylüyorlardı. Vallahi, billahi şeklinde yemin ediyorlardı. Kâbe onlar için kutsaldı. Aynı zamanda putlara tapıyorlardı. Niçin putlara tapıyorsunuz dendiğinde "Bizi Allah'a yaklaştırsın diye aracı kabul ediyoruz" diyorlardı. Peygamberimiz az uğraşmadı bu gelenek ve dine sonradan katılan bidat ve hurafelerle.

Bugün bidat ve hurafe yok mu? Var hem de fazlasıyla. Öyle zannediyorum peygamberlik kapısı kapanmasaydı, Hz Muhammed son nebi olmasaydı Allah gelenek, bidat ve hurafelerle mücadele edecek yeni nebiler gönderirdi. Çünkü günümüzde dini sadece Allah'a has kılma diyebileceğimiz tevhit inancı başka aracılarla şirke bulanmış durumda. Toplumda bidat ve hurafe gırla gidiyor. Bu geleneği savunanlar ve bunlara dini kılıf giydirenler de toplumda çok güçlü. 

Günümüzde peygamberlik müessesesi olmadığına göre şirk, gelenek, bidat ve hurafe ile kimler mücadele edecek? Hadiste geçtiği şekliyle bu işi âlimler yapacaktır. Ama işleri zor görünüyor. Rabbim şirkten, bidatten, hurafeden ve körü körüne geleneği takip etmekten bizleri korusun!

*01/11/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde