30 Eylül 2019 Pazartesi

İsrafı Ağzımıza Almaz Olduk

Referansı din olan, yaşantısını dine göre düzenleyen insanlar, organize olup bir amaç uğrunda bir araya geldiklerinde ülkenin gidişatını eleştirirler, haksızlığın nedenlerini sorgularlar, kendilerine fırsat verildiği takdirde kuracakları adil bir düzen ile ülkeyi nasıl yaşanabilir kılabileceklerini çözüm yollarını söyleyerek bir bir anlatırlardı. Sosyal adalet, adalet, ehliyet, liyakat, hak, hukuk, hakça paylaşım, din ve vicdan özgürlüğü derler. Zinaya, faize, taklitçiliğe, zulme, özgürlüklerin kısıtlanmasına, zulüm düzenine karşı çıkarlar; kamudaki israfa dikkat çekerlerdi. Ekonomiyi nasıl düzelteceklerini anlatır dururlardı.

Milletin özünden çıkıp gelen bu hareketi halk takdir etti. Ama yüzde 10 barajını aşamazlar düşüncesiyle bir kısmı oyunu esirgedi. Siyasette yer alan ve iktidar olan diğer partiler o kadar kötü yönetim gösterdiler ki halk barajı aşamayan partiye barajı aştırdı. Sonra koalisyon ortağı yaptı. Yerleşik düzen onları çalıştırmadı ve partilerini kapattı. İkiye bölünüp farklı kulvarda hareket etmeye başladılar. 2001 krizinden sonra daha güçlü geldiler. Allah var, iyi de çalıştılar ve bu çalışmalarının karşılığı olarak halkın çoğunluğu teveccüh göstererek bu hareketi defalarca iktidara getirdi. Şimdi iktidardan öte devletin kendisi oldu.

Sanırım uzun süre iktidar olmak ve devletin kendisi olmak yaramadı. Partide bir yozlaşma söz konusu. Bu durum yıpranmanın ötesinde bir şey. Nedendir bilinmez, iktidar olmadan önceki ve ilk iktidar olduğu zamanki söylemlerini söylemez oldu. Eskisi gibi adaletten, ehliyetten, liyakattan, haksızlıktan bahsetmiyor. Hele israfı ağzına almaz oldu. Merak ediyorum devlette bugün israf yok mu? Kamuoyunun gözünde israf özellikle belediyeler ve diğer devlet kurumlarında diz boyu. İşin garibi dün kendilerinin dillendirdiği şeyleri bugün başkaları dinlendiriyor. Her şey aklıma gelirdi de yapılan harcamaları israftan ziyade bir ihtiyaç görmeleri. En kötüsü de bu. İsrafı dillendiren insanları da şov yapmakla itham ediyorlar.

İş işten geçmeden bence dünün güzel değerlerini referans alanlar bugün bir kritik yapmaları. Yapılan eleştirilere ani bir refleksle cevap vermemeleri. Acaba bizde bu durum var mı diye düşünmeleri. Kendilerinde böyle bir şey yoksa bile demek ki böyle bir algı var deyip doğrusunu anlatmaları. Yok böyle bir öz eleştiri yapmazlar, biz doğru yoldayız, rakiplerimiz bize düşmanlığından bunu yapıyorlar deyip kendilerini bir kritiğe tabi tutmazlarsa bilin ki kaybedecekler. Kendileri kaybetmekle kalmayacak, referans aldıkları değerlerin içini de boşaltacaklar ve savundukları değerler bir daha kolay kolay iktidar olamayacaktır.




Çıplak Pozlar *

Türkiye’de ve dünyada ne olup bitiyor diye fırsat buldukça belirli aralıklarla gazetelerin internet ve haber sayfalarına göz atarım. Göz attığım sayfalar da ciddi bilinen, önceliği haber olan sayfalar. Sayfaların hepsini açmadan haberin başlığına bakar, ilgimi çekerse sayfayı tıklar, içeriği hakkında bilgi sahibi olmaya çalışırım. Bu sayfalar taze ve önemli haber geldikçe sürekli güncelleniyor. Haber değeri olan farklı konulara yer veriliyor. Haber sitelerinin sayfalarının arasına sıkıştırılmış çıplak pozlara yer verildiğini de haber başlıklarına bakarken müşahede ediyorum.
“Falandan sonra falan da çıplak poz verdi.
“Falan, verdiği pozla takipçilerinden şu kadar beğeni aldı.”
“Falan, cesur paylaşımıyla dikkatleri üzerine çekti.”
“Falan, çıplak pozlarıyla takipçilerinden tepki aldı.”
“Falan, bikinisiyle objektiflere yakalandı.” şeklinde haber sayfalarının arasında yer bulan nice paylaşımları görmek mümkün. Merak ettiğim bunların neresi haber değeri taşıyor?

Eskiden “Bir yere üniversite açmak için o üniversitenin bünyesinde mutlaka Fen-Edebiyat Fakültesi olma zorunluluğu” var. Taliplisi olsa da olmasa da bu fakülte açılır, denirdi. Şimdilerde sanırım öyle bir zorunluluk yok. Acaba haber sitesi açmak için sayfaların arasına çıplak poz koyma zorunluluğu var da benim yine haberim mi yok? Soyunmanın neresi haber? İnanın çok anlamış değilim. Anlayan varsa lütfen beri gelsin. Bu cahili bilgilendirsin.

İnanın, okuyucuyu çekelim; milyonlar izlesin, tıklasın; sayfamız tıklandıkça üç-beş kuruş para kazanalım, siteler arasında en çok tıklanan sayfa bizim sayfamız deyip üç-beş reklam alalım düşüncesiyle haberler arasına sıkıştırılan bu çıplak pozlar, insanın yatak odasında bile duramayacağı pozlar. Soyunan soyunuyor, bunları çeken çekiyor, sitesine koyan koyuyor. Burada kolektif bir hareket söz konusu maalesef. Ne soyunan ne bu çıplaklığı çeken ne de bu anadan üryanlığı milyonlara servis edenler bu yaptığımız ayıp, bizim değer yargılarımıza ters diyor. Ayıp gerçekten ayıp! Yuh olsun hepsine…

İşin garibi çıplak poz verenler toplum nezdinde de el üstünde. Çünkü hiçbir soyunan bir itibar kaybına uğramıyor. Ya sinemada aktris ya sanatçı ya manken ya güzellik kraliçesi… Başka maharetlerini bilmiyorum ama vücutlarını teşhir ederek para kazandıkları belli. İşin ucunda para varsa değerlerimizin onlar gözünde hiçbir önemi yok. Eğer bu işi sanat diye yapıyorlarsa böyle sanata da yuhlar olsun…

Burada niyetim ahlak polisliği değil. İnsanları giydikleri kıyafete göre değerlendiren birisi değilim. Kim ne şekilde giyinirse giyinsin. Ama şunu kimse unutmasın ki kişi kendi itibarını kendi kazanır ve kendisi yok eder. Evet, tek başına giyinme kişiye itibar kazandırmaz. Fakat kişiler kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır. Çıplak poz verenler şunu unutmasınlar ki soyunma, insana belki para kazandırır, şöhret yapar, adından sıkça söz ettirir ama çıplaklık insana bir itibar kazandırmaz.

Aslında yatak odasında bile görülemeyecek bu şekil soyunmaların önüne geçmenin yolu, soyunanları haber yapmamaktır. Çünkü servis edilmez ise kimse vücudunu teşhir etmez.

*05/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Bizi Depremler Değil, Güvensizliğimiz Yıkar ***

5.8 şiddetinde meydana gelen orta büyüklükteki İstanbul depremi, gösterdi ki 99 Marmara Depreminden bu yana hala depremlere karşı bir hazırlığımız yok. Anlaşılan olanlardan, yıkılan onca binadan, ölen binlerce insanımıza rağmen biz hala aynı yerdeyiz. Bravo ülkeme! Bir istikrar abidesi görüntüsüyle yıkılmadı maşallah! Hala ayakta.

Depreme hazırlıklı değiliz, ne binalarıyla ne iletişim araçlarıyla ne de kurumlarıyla. Deprem orta şiddetinde ama bilançosu ağır:
*Bina yönünden hazır değiliz. Çünkü 5.8 şiddetindeki bir deprem de bile; 
-20'i az hasarlı, 9'u ağır olmak üzere 29 okul binamız yıkılıp yeniden yapılacak. 
-1'i az, 4 tanesi ağır hasarlı olmak üzere 5 kamu binamız var.
-1895'i az, 320'i ağır, deprem kaynaklı olmayan 583 meskenimiz var. Az hasarlı binalar güvenli hale getirilecek, ağır hasarlı olanlar ise yıkılacak.
*Telefonla iletişimimiz evlere şenlik! GSM operatörlerimiz zaten sınıfta kaldı. Bunu söylemeye gerek yok. Zaten biliyorsunuz.
*Bir deprem esnasında depremzedelerin nerede, hangi yerlerde toplanacağı bile yetkililer arasında net değil. Çünkü aralarında hiç iletişim yok. Birinin söylediğini öbürü nakzediyor. Sanki biri birlerini yalan çıkarmak için yaratılmışlar.
*Kurumlarımız arasında yeterli eş güdüm yok. Bundan da öte birbirlerine güvenleri yok. Can kaybı vermediğimiz, ucuz atlattığımız bir depremin ardından verilmiş sadakamız varmış, şimdi kenetlenme zamanı diyeceğimiz yerde, kurumlarımız "AFAD toplantısına çağrıldım/çağrılmadım tartışması yapıyor. Birbirlerine güvensizlikleri maalesef paçalarından akıyor. 

Merak ettiğim, olası büyük bir Marmara depreminde İstanbul depreminin yaralarını ve dertlerini kurumların birbirlerine bu güvensizliği mi çözecek? Benim bu görüntüden anladığım, deprem gibi bir doğal afette bile siyaset yapılıyor, rol çalmaya ve rol kapmaya çalışılıyor. Amaç üzüm yemekse acil bir toplantıya çağırılmasa bile çat kapı girilir ve "Efendim, yapabileceğimiz bir şey var mı? Bizim elimizde şu şu imkanlar var" denir. Ki bir doğal afette davet bile beklenmez. İlk fırsatta acil toplanma merkezine intikal edilir. 

Yaşadığımız topraklar bir deprem bölgesi. Fay hatlarına rağmen yüzyıllardır yaşadık, yaşamaya devam edeceğiz. Depremlere nice canlar verdik, enkaz altından binler çıkardık. Yaralarımızı kenetlenerek, yardımlaşarak sardık. Kalan sağlarla birlikte acılarımızı içimize gömerek dimdik ayakta kaldık.  Bizi depremler yıldırmadı, yok etmedi. Ama bizi yıkacak olan birbirimize olan bu güvensizliğimizdir. Her kim, her ne düşüncede olursak olalım, bir doğal afette rekabeti, küskünlüğü, husumeti, rol kapmayı, seçmene mesaj vermeyi bir tarafa bırakalım. Birbirimizi görmezden gelip yok kabul etmeyelim. İnsanları siyasi düşüncesine göre bir ayrıma tabi tutmayalım. Unutmayalım ki deprem geldi mi siyasi düşünce ayrımı yapmaz. Önüne geleni enkazın altına iter. Yol yakınken büyük bir deprem kapımızı çalmadan, önce birbirimize güvenmeyi öğrenelim. Yoksa son pişmanlık fayda vermez...

***01/10/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.