27 Eylül 2019 Cuma

Eğitmeye Önce Velilerden Başlamak Lazım *

Okulun kantin bölgesinde nöbetçiyim. İtiş-kakış olmasın, alışverişlerini daha rahat yapsınlar, bir düzen olsun, birbirlerinin önüne geçmesinler diye öğrencileri sıraya geçirdim. 

Öğrencilerin çoğunluğu sıra düzenine geçmede uyum sağladı. Sıra, beraberinde bir düzen getirdi. Kantinin önünde yığılma, itekleme ve kakalama olmadı. Sıraya aldırmayıp açıkgözlülük yapmak isteyen az sayıdaki öğrenciyi takip ederek onların da sıranın arkasına geçmesini sağladım.

Öğrenciler rahat bir şekilde alışverişini yaparken bir veli, yanında da büyük kızı ve okuldaki çocuğu olduğu halde sıraya aldırmadan en öne geçti, ihtiyacını aldı ve kenara çekildi, aldığı dürümü çocuğuna verdi. Çocuk, arkadaşları sıra beklerken annesinin aldığını yemeye başladı.

İkinci teneffüs yine aynı şekilde öğrencileri sıraya geçirdim. Her şey düzgün bir şekilde devam ederken oluşturduğum sıra düzenini yine bir veli bozdu. O da tıpkı diğer veli gibi sıranın en önüne geçerek çocuğunun istediğini kantinden aldı.

Aynı gün iki ayrı teneffüste gördüğüm birbirinin aynısı olan bu iki manzara beni üzdü. Küçücük çocukların hakkını yiyerek yaptıkları kaynaktan iki veli de rahatsız olmadı, diğer öğrenciler gibi sıra beklemesi gereken öğrenciler de, annelerinin yanında kardeşlerini ziyarete gelen ablaları da.

Üzüldüm bu duruma gerçekten. Birkaç defa niyetlenip yanlarına varmayı düşündüm. Bu yaptığınız doğru değil demek istedim. Sonra vazgeçtim. İçimden eğitime çocuklardan değil, büyüklerden başlamak gerek dedim. Çünkü orta yerde ne kadar kötülük, haksızlık varsa biz büyüklerin kabahati. Hiç çocuklara kızmaya hakkımız yok. Sıraya girmeyen ve önlerine geçen büyükleri gören yarının büyükleri, bugünün küçükleri bu çocukların zihinlerine "Büyüyünce ben de sıraya geçmeyeceğim" çoktan yerleşti bile. Çünkü çocuk ne gördüyse onu yapacak. Aslında gördüğüm bu iki kötü örneğe müdahale etmediğimden dolayı ben de suçluyum. Yapanın yanına kar kalmamalıydı. En azından hanımefendi! Bu yaptığınız hoş olmadı demeliydim.

Aklıma anlatılan bir hikaye geldi. Çiftçiliğin kara saban ve pullukla yapıldığı eski dönemlerde, tarlayı sürmek için öküzler çifte sürülürdü. Zaman zaman çifte sürülen  öküzün yanına alışsın diye tosun koşulurmuş. Tosun çizgiden çıktıkça ve yaramazlık yaptıkça çiftçi, öküzü dürter ve kamçıyı şak diye öküze indirirmiş. Bu durumu gören biri "Öküzün suçu ne? Çizgiyi aşan ve yaramazlık yapan tosun. Siz tosunu dürteceğinize, öküzü dürtüyor ve dayak atıyorsunuz" demiş. Adam "Sen anlamazsın evlat! Öküz göz etmese tosun dellenemez." Yani delilik/yaramazlık yapamaz, sınırı aşamaz, demiş.

Bu hikayeyi anlattıktan sonra sanırım fazla söze hacet yok. Nasıl ki suç tosunda değil, öküzde ise bugünün çocuklarında da suç yok. Esas suç "Geç yavrum! Bak arkadaşların ne güzel sıraya geçmiş. Haydi sen de sıraya geç" demeyen anne ve babalarda. O yüzden bir çocuğu eğitmeye başlamadan önce ilk önce anne ve babaları eğitmek gerek.

*02/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

GSM Operatörlerimiz Evlere Şenlik! *

Salı ve Perşembe günü Silivri merkezli meydana gelen 4.6-5.8 orta büyüklükteki depremlerimiz iyice gösterdi ki yüksek paralar vererek aldığımız cep telefonları ve çekim gücü iyi olsun diye aldığımız hatlar, bir deprem esnasında yanımızda yok. Anlayacağınız iyi gün dostu hepsi. Bakmayın siz Türkiye’nin her yerinde çekim gücümüz şu noktaya vardı diye reklam verip müşteri avlamaya çıktıklarına. Bunların işleri güçleri sundukları avantajlarla daha fazla müşteri çekip bizi söğüşleyebildikleri kadar söğüşlemek…

Dedim ya, iyi gün dostu bunlar. Başın sıkıştığı zaman, imdat çığlığı attığın vakit senden önce bunların kurdukları alt yapı ve çekim gücü tüyüyor. Nasılsa bir yaptırımı yok. Kısa yoldan sundukları cazip paketlerle para kazanmak varken niye alt yapı ile uğraşıp masraf etsinler? Bizleri ne kadar tokatlarlarsa kar onlar için.

O yüzden siz siz olun, bir deprem esnasında yapacağınız ilk şey, diğer günlerde elinizden düşürmediğiniz cep telefonlarını deprem anında elinizden fırlatmak olsun. Çünkü ölü bir makineye dönüşüyor elinizdeki aygıtlar o esnada. Hatta deprem geçiyor, sen kendini sağ kurtarmışsın, depremden saatler geçmiş. Elindeki aygıt hala bir işlev ifa etmiyor. Size bir deprem anında ölüsü değil, dirisi lazım halbuki. Telefonu atarsanız, bu yol ile hiç olmazsa elinizden ağırlığı gider. İki eliniz de boşa çıktığı için belki kendinizi depremden koruma imkanına sahip olabilir ya da en az zararla depremden kurtulabilirsiniz.

Depremden sağ kurtuldunuz diyelim, önce halinize şükredin. Sonra bir GSM operatörü kurun, devletten onay alın. Tıpkı diğer operatörler gibi kısa yoldan millete hat satma yoluna gidin. Çünkü bu işte iyi paralar dönüyor. Öyle işimiz yok, işsiziz diye ağlayıp durmayın. Alın size iş. Bu iş, hep istediğiniz ve hayalini kurduğunuz masa başı işten daha iyi ve kazanma garantili.

Yok, “Ben milletin mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmam. Bir iş yapacağım zaman en iyisini yaparım; yaptıklarımla milletin iyi gününde ve kötü gününde yanında yer alır, onların dertlerine derman olur, parasını aldığım milletin aynı zamanda hayır duasını da alırım diyorsanız” o zaman kuracağınız GSM operatörü, deprem esnasında çekme ve konuşma garantili olsun. İyi bir reklam ve kampanya ile böylesi sunacağınız bir hizmet yok satar. Millet, hattınızı almak için sıraya girer. Mevcut operatörleri de yaşayan ölü diyerek çöpe atar ve hattı bedava verip üste para da verseler dönüp o operatörlerin yüzüne bakmaz. Benden söylemesi…

Öyle ya! Elimiz, ayağımız ve her şeyimiz olan cep telefonları, en ufak bir zorlukta havlu atacak, biz bu işte yokuz diyecekse, biz bu iyi gün dostlarını niçin taşırız?

Beklenmekte olan büyük depremin işaret fişeği olan orta şiddetindeki bu iki deprem dolayısıyla pes eden hatlarımız kulağımıza küpe olsun. Bunu burada bırakmayalım. Malum üç GSM operatörünün burnundan getirelim. Onlara ne işe yararsınız diyelim. Denetim görevini yapan Ulaştırma Bakanlığımız da bunları bir sigaya çeksin, nedir bu rezalet desin. Görevini yapsın, bizi bu paragözlere yem etmesin ve mecbur bırakmasın.

Depremi iliklerine kadar yaşayan İstanbullulara geçmiş olsun diyorum. Rabbim, milletimizi daha beterinden korusun…

*28/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Deprem "Geliyorum" Diyor ***

Salı günü meydana gelen ve merkez üssü Silivri olan 4.6 şiddetindeki depremden sonra, perşembe günü 14.00 sularında meydana gelen 5.8 şiddetindeki ikinci depremin merkez üssü yine Silivri. Meydana gelen bu orta şiddetindeki depremin ardından iki saat içinde otuz artçı sarsıntı daha oldu. Şükür ki yıkıcı etkisi fazla olmayan bu deprem şimdilik hasarsız atlatıldı.

Merkez üssü Silivri olan bu deprem, İstanbul başta olmak üzere tüm Türkiye'nin yüreğini ağzına getirdi. Fakat korkunun ecele faydası yok. Deprem olacak. Ama deprem bu sefer daha bir ciddi, geliyorum diyor. 1999 Marmara depreminden sonra deprem uzmanlarımız, otuz yıl içinde en az yedi şiddetinde olacak olan bir depreme hazır olmamız lazım diye ekranlarda gün aşırı bas bas bağırdı durdu. 

Marmara'da deprem olacak. Bunu biliyoruz. Bundan kaçış yok. Ama ne zaman, kaç şiddetinde olacak? İki gün içerisinde peşi sıra yaşadığımız bu depremler, beklenen deprem mi yoksa beklenen büyük Marmara depreminin artçı sarsıntıları mı? Keşke beklenen deprem olsa... Daha ne isteriz! Görünen, beklediğimiz büyük depremin öncü kuvveti sanki. Ama bugün ama yarın ama yarından da yakın...

Hazır mıyız yedi büyüklüğünde olacak bir depreme? Hazır olmaya hazırız. Fakat hazırlıklı değiliz. Sadece olacağını biliyoruz. O kadar. Keşke makasın iyice daraldığı ve gelmekte olan büyük depremi de salı ve perşembe günü gündüz vakti yaşadığımız depremler gibi basit yaralanma ve birkaç evin hasar görmesiyle atlatabilsek. 

Niyetim felaket tellallığı değil ama 99'dan bu yana; geldi, geliyor, gelecek denen büyük depremin etkisinin yıkıcı ve hasarının büyük olacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok. Çünkü 99 depreminden bu yana ibret alıp tedbir aldığımız pek söylenemez. Yaptığımız tek şey, deprem edebiyatı yapmak oldu.

Yazıyı kaleme aldığımda yine Silivri merkezli ardı arkasına artçı sarsıntılar devam ediyordu. Umarım sıkışmış fay hatları bu şekil yavaş yavaş boşalır, diğer fay hatlarını özellikle ana fay hattını tetiklemez ve beklediğimiz büyük deprem gerçekleşmez. 

Bu vesileyle, meydana gelen orta şiddetindeki 5.8'lik deprem sonrası GSM operatörlerine de değinmek istiyorum. Maalesef operatörlerimiz iyi bir sınav vermedi, hepsi sınıfta kaldı. Orta şiddetindeki bir deprem de bile iletişim iflas etti. Haberleşme özgürlüğümüzün içine ettiler. Bu, “daha büyük depremde bize güvenmeyin, bizim gücümüz bu kadar,” demektir. Yani bir depreme GSM operatörlerimiz de tıpkı bizim gibi hazırlıklı değil. 

Rabbim sonumuzu hayır eylesin. Altından kalkamayacağımız afetler vermesin...

***28/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.