24 Eylül 2019 Salı

"Vermek Zorunda Değilsin..."

Geçen gün beş kişinin oturduğu bir ortamda çaylarımızı yudumlarken muhabbet döndü dolaştı, ücret karşılığı yaptırdığımız işlerde verdiğimiz veya vermek zorunda kaldığımız bahşiş meselesine geldi. Bu şekil verdiğimiz çoğu paraların adı bahşiş olur mu bilmiyorum. Ki bahşiş, içten gelerek verilen bir şey olsa gerek. Benim bildiğim meslek öğrenmek amacıyla bir usta yanında çalışan çıraklara uzatılırdı eskiden bahşiş. O da iş karşılığı üste verilen bozuk paranın küçük çocuğa verilmesinden ibaretti. Görüyorum ki bahşişin alanı epey genişlemiş. Gerçi ben bahşiş diyorum ama verilen bu paralar bahşişten öte başka bir şey.

Evinin eşyasını taşıtmak için evden eve taşımacılık yapan adı sanı belli bir firma ile görüşüyor ve anlaşıyorsun. Firma belirtilen günde aracı ile birlikte üç dört kadar hamal gönderiyor. Eşyan taşınıyor, etrafını firmanın elemanları sarıyor, efendim! Terledik, bizi görür müsün diye.

Düğün yapıyorsun. Vereceğin yemek için salonla anlaşıyorsun. Yemek sonrası servis yapan kişiler başını sarıyor. Versen bir türlü, vermesen bir türlü. Mesele cebinden çıkacak para değil, bunun emsal ve normal görülmeye başlanması.

Alınan bu şekil paralara bahşiş dense de içten gelmeden, hesapta yok iken verilen bu paralar haraçtan başka bir şey değil. Bir de kimse istemeden cebe sokuşturulanlar var. İstemem, olmaz desen de bu şekil verilen paralar bir müddet sonra kişilerde bir bağımlılık ve onları bir beklenti içerisine sokabiliyor. Cenaze yıkayan görevlilere, hatim okuyan kişilere para verilmesi gibi.

Muhabbet ortamında verilen bir para şeklini daha öğrendim. Herkes başından geçeni anlatırken içimizde avukatlık yapan biri de "Bize de veriyorlar" dedi, anlatmaya başladı: "Bizi CMUK'tan bir davaya çağırdıkları zaman zanlının yakınları 'Davayı iyi savun' diyerek cebimize para sokuşturuyor. Ben de kendilerine, kardeşim! Vermek zorunda değilsin. Zaten biz verseniz de vermeseniz de görevimizi yapacağız. Devletten bu görevimizden dolayı ücretimizi alıyoruz, dememe rağmen vatandaş vermeye devam ediyor" dedi. Bu vesileyle bizim insanımız avukatlarımızı da maalesef bu para verme işine dahil etmiş. Üzüldüm gerçekten. Avukatın anlattığına göre demek ki avukata para verme işi de nice zamandır devam ediyor. Avukat da bu duruma alışmış ki cebine para koyana "Vermek zorunda değilsin" diyormuş. Ben bu cevabı "İstemem ama yan cebime koy" şeklinde anlıyorum. (Burada bilmeyenler için söyleyeyim. Karakol veya savcılık safhasında zanlı olarak ifadenize başvurulacağında "Avukatın var mı" diye soruluyor. Avukatım var dersen avukatının gelmesi bekleniyor. Yok dersen avukatlık ücretini devlet vermek üzere BARO'dan bir avukat isteniyor. Gelen avukat soruşturma ve ifadenin usullere uygun olup olmadığını izliyor. Tutukluluk talep edilirse itiraz ediyor vs.) 

Avukatlara "İyi savun" diye el altından ilave para verilmesini garipsedim doğrusu. Bunu bir avukattan duymasam inanmazdım. Bundan hareketle her işte yani bizim insanımızın bulunduğu her yerde bu şekil adı konmamış, kayıt dışı paranın döndüğü çıkarımını yaparsam herhalde yanılmış olmam. Varın ötesini siz düşünün. Çünkü bu ülke garip insanların bol olduğu bir ülke. 

Sahi avukatlara verilen bu şekil ilave para bahşişe mi girer yoksa başka bir şeye mi? Adını da siz koyun.






23 Eylül 2019 Pazartesi

Yaprak Dökümü

Sonbahar mevsimi geldi mi -bazıları hariç- ağaçlar yapraklarını döker. Yaprakları dökülen ağaçlar bir ölüm sessizliğine bürünür, yani kış uykusuna yatar. İlkbahar gelince yeniden dirilir/uyanır ve dökülen yapraklarının yerine yenisi gelir ve tüm ağaçlar yemyeşil olur. Ağaçlara biçilen bu rol, biyolojik yasaların bir gereği olduğu için yaprakların dökülmesi kimse tarafından garipsenmez.

Yaprak dökümünün en tehlikelisi ve en istenmeyeni Reşat Nuri  Güntekin'in "Yaprak Dökümü" romanında işlediği gibi babanın çok istemesine rağmen ailesini bir arada tutamayıp aile fertlerinin yaprak dökümü gibi evden çekip gitmesi, yani evi terk etmeleridir. Romandaki gibi olmasa da dağılan aile sayısı az değil günümüzde.

Siyasi partiler de bir ağacı andırır. Bir hedefe yönelmiş insanların toplandığı yerdir siyasi partiler. Bir ve beraber oldukları müddetçe seçim kaybetseler de seçim kazansalar da bu partiye dışarıdan kimse zarar veremez, partiden kolay kolay kopma olmaz. Ama kendi içlerinde anlaşmazlığa düşüp küskünlük ve kırgınlıklar artar, orta yerdeki ufak tefek anlaşmazlıklar bir araya gelerek sıcağı sıcağına çözülmez ise partiden kopmalar baş göstermeye başlar. Partiden kopan sınırlı sayıda olursa parti fazla yara almadan yoluna devam eder. Ama partiden kopan sayısı ne kadar çok olur ve kopanlar partinin bir zamanların ağır topları ise bu kopuşlar hayra alamet olmaz. Çünkü bu görünen bir yaprak dökümüdür. Ama bu yaprak dökümünden öte bir anlam ifade eder. Sonbaharda dökülen yaprağın yerine ilkbaharda daha gür yapraklar gelir, önceki yaprakları aratmazlar. Siyasi partilerdeki yaprak dökümü bir kopuştur. Ayrılan bir daha geri gelmez. Gidenin yerine monte edilen kişiler ise gideni aratır.

Partilerinde bir yaprak dökümü durumunu yaşayan siyasi partiler umarım bu işin vahametinin farkındadırlar. Yok farkında değiller veya bir şey yokmuş gibi davranıyorlar ve bu kopuşlar olmasın diye ellerinden geleni yapmıyorlar veya gidenler bize bir zarar veremez, biz ana gövdeyiz derler, gidenleri küçümserler ise partide bir parçalanma söz konusu olabilir. Bunun örneğini Türkiye geçmişte iki türlü yaşamıştır. Ayrılıp gidenler kurdukları partilerle bir varlık gösteremedikleri gibi varlık gösterip kısa zamanda iktidar olanlar da var. 

Siyasi partilere düşen, partilerinden ayrılıp gidenler ister parti kurup varlık göstersin ister varlık göstermesin, partilerinden bir yaprak bile dökülmemesi için çaba sarf etmesi gerekir. Yaprak dökümü olmaması için gösterilen çaba yeterli gelmedi. Partiden ayrılmak isteyen kopup gitti. Bu durumda gidenin aleyhinde konuşmamak ve kapıyı tamamen kapatmamak esas olmalıdır.

Öğrencilerimize Güvenmenin Neresindeyiz? *


Liselerde okumakta olan öğrencilerin özürlü ve özürsüz devamsızlık yapma durumları Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğine göre özürsüz 10 günü, toplamda 30 günü geçmemesi esastır. Asıl olan öğrencinin devamsızlık yapmaması ve okuluna devam etmesidir. Özürlü veya özürsüz devamsızlık yapmak arızı bir durumdur. Hastalık veya değişik nedenlerle öğrenciler devamsızlık yapabilmektedirler.

Öğrenci herhangi bir nedenle devamsızlık yaptı, bunu özürlü devamsızlığa dönüştürmesi gerekiyor. Bunu kim yapacak? Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğinin 36.maddesinin 7.fıkrasına göre bu işi veli yapacak. Yönetmelikte “Öğrencinin devamsızlık yaptığı süreye ilişkin özür belgesi veya yazılı veli beyanı, özür gününü takip eden en geç 5 iş günü içinde okul yönetimine velisi tarafından verilir” (Değişik: RG-1/7/2015-29403) denilmektedir. Görüleceği üzere Yönetmelikte her şey düşünülmüş.

Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğinde dikkatimi çeken ve garip bulduğum kısım, yapılan özürlü devamsızlık belgesinin veya veli beyanının okul idaresine bizzat veli tarafından teslim edilmesinin istenmesidir. Yönetmeliği hazırlayanlar sorumluluğu 18 yaşını doldurmamış çocuğa değil, veliye yüklemektedir. Bunu anlayabiliyorum. Fakat ben burada çocuklara bir güvensizlik görüyorum. Olur ya çocuk, velisinin bilgisi dışında yaptığı devamsızlığı, özürlüye çevirmek için velisi adına dilekçe yazıp imzasını da atarak okul idaresine teslim edebilir. Bunu yapan çocuk çıkar mı? Çıkar elbet. Ama sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Birkaç çocuk sahte belge ve sahte imza ile veli ve okulu kandırabilir düşüncesiyle tüm çocuklara güvensizlik doğru mu? Bu toptancı yaklaşımı doğru bulmuyorum. Yönetmeliği hazırlayanlar ve okulları yönetenler ilk önce çocuklarımıza güvenmeyi esas almalıdırlar. Onlara “Biz size güveniyoruz” derken elbette tedbiri de elden bırakmamalılar. Pekala okul yönetimi, yapılan devamsızlığın özürlüye dönüştürülmesi için öğrencinin getirdiği dilekçeden şüpheleniyorsa e-okul sisteminden veli iletişim telefonunu bularak kendisine telefon açarak “Çocuğunuz şu şekilde bir dilekçe getirdi, bilginiz dahilinde mi” diye sorabilir. Burada okul yönetimi devamsızlık yapan çocukların hangi birinin velisini arayacak denilebilir? İnanın bu yöntem velinin okula gelerek dilekçe vermesinden daha kolaydır. Çünkü tüm veliler okulun muhitinde ikamet etmiyor. Çoğu veli, gündüz vakti mesai için işine gitmiştir. Bir dilekçe için velinin mesaisini bölerek okula gelmesi hem zor hem zaman kaybıdır.

Öğrenci devamsızlık yaptığı anda birçok okul, veli telefonuna “Çocuğunuz bugün okula gelmemiştir” mesajı göndermektedir. Mesajla çocuğunun okula gelmediğini öğrenen veli, bu devamsızlığın özürlüye dönüşmesi için çocuğuyla dilekçe de gönderebilmelidir. Yönetmelikte bu esnekliğin sağlanmasında fayda vardır. Bu yapılırsa okul yönetimi ile öğrenci ve veli karşı karşıya gelmemiş olur.

Velinin dilekçe verip çocuğunun devamsızlığını özürlü devamsızlığa dönüştürmesi size basit gibi gelebilir. Ben bu sorunu önemsiyorum. Eğer bu sorun büyümüyorsa ya okul idareleri bu konuda esnek davrandığındandır ya da velilerin bu durumu sorun haline getirmek istemeyişindendir. Ben hepsinden geçtim. Götürdüğü dilekçenin okul yönetimi tarafından “Velin gelecek…velin getirecek” şeklinde geri çevrilmesi, çocuklarımızda “Bize güvenilmiyor” psikolojisini yerleştirdiği gibi aynı zamanda “sahte dilekçe de verilebiliyormuş” anlayışını akıllarına getirecektir.

*25/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.