24 Eylül 2019 Salı

Yeter ki Düğme Yanlış İliklensin...

Ülkede ne kadar iletişim kurduğum insan varsa "Her şey iyi olsun, herkes işini düzgün yapsın, eğitim ve öğretimimiz en iyi olsun" derdinde. Herkesin de bu istediklerinde samimi olduğunu görüyorum. Fakat aynı insanlarda aynı zamanda işlerini çıkıştırmak için bazı yollara tevessül ettiklerini veya etmek zorunda kaldıklarını müşahede ettim. 

Toplum olarak her işin başı eğitim deriz, yeter ki eğitimimiz düzgün olsun isteriz. Hiç düşünmeyiz, kendimiz düzgün hareket etmedikçe eğitimimiz düzgün olur mu veya düzgün olsa ne değişir diye. Çünkü daha işin başında işe yamuklukla başlıyoruz. Yani düğmeyi yanlış ilikliyoruz. Öyle zor örnekler falan vermeyeceğim. Çok basit örneklerle çok masum görülen işlere tevessül ettiğimize bir örnek vermek istiyorum.

Muhitimizdeki okulumuz iyi değilse çocuğumuzun iyi eğitim almasını isteyen biz büyükler çocuğumuzu göndermek istediğimiz okulun kayıt alanına uygun bir yere adresimizi taşıyoruz. Adresimizi resmen taşıdığımız bu evde oturmuyoruz. Bunu yapan bir değil, beş değil; yığınla insanımız var. Test için gözde okulların bahçesine girip çıkan servis araçlarına bakarak bunu anlayabiliriz. Bu yaptığımız nedir, biliyor musunuz? En basitinden, sahte adresle sahte okulda çocuğumuza doğruluk öğretilsin istiyoruz. Bu yaptığımızla biz çocuğumuza "Bak çocuğum, senin iyi eğitim alman için sahte adres göstererek devleti kandırdım. Aynı zamanda bu yaptığımızla mahallendeki arkadaşlarının önüne geçeceksin. Tüm bunları senin için yaptım, saçımı süpürge ettim. İleride işini çıkarmak için sen de böyle yap, demiş oluyoruz. Yani çocuğumuz okula başlamadan sahtekarlığın ne olduğunu ona biz öğretiyoruz. Bu durumda onun ilk öğretmeni biz oluyoruz. Eğitim ve öğretime gömleği yanlış ilikleyerek başlıyoruz. Düğme yanlış iliklenmiş ise bu gömleğin düğmeleri alt tarafa doğru düzelir mi? Maalesef düzelmez. Çünkü kem âlât ile kemâlât olmaz. Yaptığımız, yanlış yol ve yöntemlerle doğruyu bulmaktır. Bu da havanda su dövmektir.

Bu yol ve yöntemi izleyen veliler ve izlenen bu yolu bilen devler ricali bu durumda eğitim ve öğretimden bir şey beklemesin. Sahtekarlığı ilk baba ocağında gören bu çocuk, ileride yanlış işler yapar, istemediğimiz başka işlere tevessül ederse hiç öğretmenlere, okullara falan kızmayalım. Çünkü çocuklarımızın ilk öğretmeni biziz. Onlara sahtekarlık kapısını ardına kadar açan biziz. Kimse kusura bakmasın, çocuklar bizim ileriye attığımız oklardır. Ne atmış isek onu toplayacağız. Toprağa hangi tohumu atmış isek onu biçeceğiz. Eğitim ve öğretimin ilk başında iliklediğimiz bu yanlış düğme yoluna hep yanlış devam edecek. Ötesi kendimizi kandırmak olur.

"Vermek Zorunda Değilsin..."

Geçen gün beş kişinin oturduğu bir ortamda çaylarımızı yudumlarken muhabbet döndü dolaştı, ücret karşılığı yaptırdığımız işlerde verdiğimiz veya vermek zorunda kaldığımız bahşiş meselesine geldi. Bu şekil verdiğimiz çoğu paraların adı bahşiş olur mu bilmiyorum. Ki bahşiş, içten gelerek verilen bir şey olsa gerek. Benim bildiğim meslek öğrenmek amacıyla bir usta yanında çalışan çıraklara uzatılırdı eskiden bahşiş. O da iş karşılığı üste verilen bozuk paranın küçük çocuğa verilmesinden ibaretti. Görüyorum ki bahşişin alanı epey genişlemiş. Gerçi ben bahşiş diyorum ama verilen bu paralar bahşişten öte başka bir şey.

Evinin eşyasını taşıtmak için evden eve taşımacılık yapan adı sanı belli bir firma ile görüşüyor ve anlaşıyorsun. Firma belirtilen günde aracı ile birlikte üç dört kadar hamal gönderiyor. Eşyan taşınıyor, etrafını firmanın elemanları sarıyor, efendim! Terledik, bizi görür müsün diye.

Düğün yapıyorsun. Vereceğin yemek için salonla anlaşıyorsun. Yemek sonrası servis yapan kişiler başını sarıyor. Versen bir türlü, vermesen bir türlü. Mesele cebinden çıkacak para değil, bunun emsal ve normal görülmeye başlanması.

Alınan bu şekil paralara bahşiş dense de içten gelmeden, hesapta yok iken verilen bu paralar haraçtan başka bir şey değil. Bir de kimse istemeden cebe sokuşturulanlar var. İstemem, olmaz desen de bu şekil verilen paralar bir müddet sonra kişilerde bir bağımlılık ve onları bir beklenti içerisine sokabiliyor. Cenaze yıkayan görevlilere, hatim okuyan kişilere para verilmesi gibi.

Muhabbet ortamında verilen bir para şeklini daha öğrendim. Herkes başından geçeni anlatırken içimizde avukatlık yapan biri de "Bize de veriyorlar" dedi, anlatmaya başladı: "Bizi CMUK'tan bir davaya çağırdıkları zaman zanlının yakınları 'Davayı iyi savun' diyerek cebimize para sokuşturuyor. Ben de kendilerine, kardeşim! Vermek zorunda değilsin. Zaten biz verseniz de vermeseniz de görevimizi yapacağız. Devletten bu görevimizden dolayı ücretimizi alıyoruz, dememe rağmen vatandaş vermeye devam ediyor" dedi. Bu vesileyle bizim insanımız avukatlarımızı da maalesef bu para verme işine dahil etmiş. Üzüldüm gerçekten. Avukatın anlattığına göre demek ki avukata para verme işi de nice zamandır devam ediyor. Avukat da bu duruma alışmış ki cebine para koyana "Vermek zorunda değilsin" diyormuş. Ben bu cevabı "İstemem ama yan cebime koy" şeklinde anlıyorum. (Burada bilmeyenler için söyleyeyim. Karakol veya savcılık safhasında zanlı olarak ifadenize başvurulacağında "Avukatın var mı" diye soruluyor. Avukatım var dersen avukatının gelmesi bekleniyor. Yok dersen avukatlık ücretini devlet vermek üzere BARO'dan bir avukat isteniyor. Gelen avukat soruşturma ve ifadenin usullere uygun olup olmadığını izliyor. Tutukluluk talep edilirse itiraz ediyor vs.) 

Avukatlara "İyi savun" diye el altından ilave para verilmesini garipsedim doğrusu. Bunu bir avukattan duymasam inanmazdım. Bundan hareketle her işte yani bizim insanımızın bulunduğu her yerde bu şekil adı konmamış, kayıt dışı paranın döndüğü çıkarımını yaparsam herhalde yanılmış olmam. Varın ötesini siz düşünün. Çünkü bu ülke garip insanların bol olduğu bir ülke. 

Sahi avukatlara verilen bu şekil ilave para bahşişe mi girer yoksa başka bir şeye mi? Adını da siz koyun.

23 Eylül 2019 Pazartesi

Yaprak Dökümü

Sonbahar mevsimi geldi mi -bazıları hariç- ağaçlar yapraklarını döker. Yaprakları dökülen ağaçlar bir ölüm sessizliğine bürünür, yani kış uykusuna yatar. İlkbahar gelince yeniden dirilir/uyanır ve dökülen yapraklarının yerine yenisi gelir ve tüm ağaçlar yemyeşil olur. Ağaçlara biçilen bu rol, biyolojik yasaların bir gereği olduğu için yaprakların dökülmesi kimse tarafından garipsenmez.

Yaprak dökümünün en tehlikelisi ve en istenmeyeni Reşat Nuri  Güntekin'in "Yaprak Dökümü" romanında işlediği gibi babanın çok istemesine rağmen ailesini bir arada tutamayıp aile fertlerinin yaprak dökümü gibi evden çekip gitmesi, yani evi terk etmeleridir. Romandaki gibi olmasa da dağılan aile sayısı az değil günümüzde.

Siyasi partiler de bir ağacı andırır. Bir hedefe yönelmiş insanların toplandığı yerdir siyasi partiler. Bir ve beraber oldukları müddetçe seçim kaybetseler de seçim kazansalar da bu partiye dışarıdan kimse zarar veremez, partiden kolay kolay kopma olmaz. Ama kendi içlerinde anlaşmazlığa düşüp küskünlük ve kırgınlıklar artar, orta yerdeki ufak tefek anlaşmazlıklar bir araya gelerek sıcağı sıcağına çözülmez ise partiden kopmalar baş göstermeye başlar. Partiden kopan sınırlı sayıda olursa parti fazla yara almadan yoluna devam eder. Ama partiden kopan sayısı ne kadar çok olur ve kopanlar partinin bir zamanların ağır topları ise bu kopuşlar hayra alamet olmaz. Çünkü bu görünen bir yaprak dökümüdür. Ama bu yaprak dökümünden öte bir anlam ifade eder. Sonbaharda dökülen yaprağın yerine ilkbaharda daha gür yapraklar gelir, önceki yaprakları aratmazlar. Siyasi partilerdeki yaprak dökümü bir kopuştur. Ayrılan bir daha geri gelmez. Gidenin yerine monte edilen kişiler ise gideni aratır.

Partilerinde bir yaprak dökümü durumunu yaşayan siyasi partiler umarım bu işin vahametinin farkındadırlar. Yok farkında değiller veya bir şey yokmuş gibi davranıyorlar ve bu kopuşlar olmasın diye ellerinden geleni yapmıyorlar veya gidenler bize bir zarar veremez, biz ana gövdeyiz derler, gidenleri küçümserler ise partide bir parçalanma söz konusu olabilir. Bunun örneğini Türkiye geçmişte iki türlü yaşamıştır. Ayrılıp gidenler kurdukları partilerle bir varlık gösteremedikleri gibi varlık gösterip kısa zamanda iktidar olanlar da var. 

Siyasi partilere düşen, partilerinden ayrılıp gidenler ister parti kurup varlık göstersin ister varlık göstermesin, partilerinden bir yaprak bile dökülmemesi için çaba sarf etmesi gerekir. Yaprak dökümü olmaması için gösterilen çaba yeterli gelmedi. Partiden ayrılmak isteyen kopup gitti. Bu durumda gidenin aleyhinde konuşmamak ve kapıyı tamamen kapatmamak esas olmalıdır.