4 Eylül 2019 Çarşamba

Bu Kavgadan Bir Hayır Çıkmaz

17-25 Aralık sürecine giderken ve süreç sonrası cereyan eden kavgayı görünce "Bu kavganın kazananı olmaz. Belki biri galip gelebilir ama en büyük zararı Müslümanlık görür ve Müslümanlar kaybeder" demiştim. 6.yılını geride bırakacağımız 17-25 süreci ve 3.yılını dolduran 15 Temmuz hain darbe kalkışması şunu göstermiştir ki bu kavga veya savaşta devlet galip gelmiştir ama ülke ve insanı büyük darbe almıştır. Bu süreçler bize güvensizliği miras bırakmıştır. Şu anda cenazesi kaldırılamayacak bir mevta var önümüzde. Herkes birbirinden şüpheleniyor. Şüphe ve güvensizlik birçok sorunu beraberinde getirdi. Bu durum bugünden yarına giderilecek gibi görünmüyor. 17-25 ve darbe teşebbüsüne kalkışanların amacı acaba bu mu idi diye düşünüyorum zaman zaman.

FETÖ kalkışmasının zararlarından bir tanesi de bu mücadeleden galip gelen iktidar partisine olmuştur. İktidar bu süreçleri milletin desteğiyle savuşturmuş olsa da 2013'den beri kendi içinde bir yıpranma süreci yaşıyor. Beraber yola çıktıklarını ve önemli görev ve sorumluluk almış A takımını kaybetmeye devam ediyor. Parti içinde cereyan eden adı konmamış sürtüşme sandığa da yansımış, 1 Kasım 2015 seçimleri hariç oy yönünden duraklama ve düşüşe geçmiş durumda.

Parti içi çekişme, küslük ve dargınlığı beraberinde getirmiştir. Parti üyesi olmasına rağmen partisinden kopmuş ağır toplar şimdilerde bir yol ayrımında. Çünkü kılıçlar çekilmiş durumda. Büyük bir ihtimalle parti kuracaklar. Kurulacak olan parti/ler başarılı olur mu olmaz mı bilmiyorum. Bunu zaman gösterecek. Yeni kurulacak partiler bir tabana oturursa ne ala. Yoksa birçok parti gibi tabela partisi olarak kalır. Ama görünen ana gövde diyebileceğimiz iktidar, kan kaybetmeye devam ediyor. 

Hasılı ortalık toz duman. Mesele yeni partilerin kurulması değildir. Mesele  bu ayrışma sürecinde sürecin iyi yönetilmesindedir. Bu görev de ilk önce ana gövdeye düşmektedir. Bu işi suhuletle halletmeliler. İşi kavgaya dönüştürmemeliler. Taraflar ayrışmayı körüklerler ise bundan hem iktidar hem de ayrılıp parti kuranlar görecektir ve sonu nasıl olur bilmiyorum ama bu kavgadan bir hayır çıkmaz.

Sorun İslam'da mı yoksa Anlayışımızda mı? *

Ağzımızdan düşürmediğimiz üç kavram var: Kur'an, sünnet ve ehlisünnet. Bu üç terimi kullanan kullanana… Genelde dini bir tartışma yapıldığı ortamlarda bu üç kelime dillere pelesenk olmuş durumda. Birinin biraz dini bilgisi varsa, bir cemaat veya tarikata bağlı ise "Efendim, biz ehlisünnete tabiyiz. Kur'an ve sünnet bizim yolumuz" der.

 

Kimsenin Kur'an ve sünnete diyebileceği bir şey olamaz. Çünkü Müslümanların iki asli kaynağıdır bunlar. Hatta ehlisünnet olmasına da kimse itiraz etmez. Mesele ne o zaman derseniz? Herkes Kur'an ve sünnete tabi ise bu kadar ayrılık niye? Nice Kur'an ve sünnete tabi olduğunu söyleyen gruplar, başka Kur'an ve sünnete tabi olduklarını söyleyenleri pekala sapıklıkla itham edebiliyor. Herkes kendi gittiği yolun doğru, diğerlerinin yanlış yolda olduğu iddiasına sahip. O zaman mesele dilimizden hiç düşürmediğimiz Kur'an ve sünnette mi yoksa Kur'an ve sünneti anlama kapasitemizde mi? İki temel kaynakta sorun olmadığına göre öyle zannediyorum; anlayışımızda ve anlama melekemizde sorun var. Ya okuduğumuzu anlayamıyoruz ya işimize geldiği şekilde yorumluyoruz ya da Kur'an ve sünneti asrın idrakine sunacak çap ve kapasiteden yoksunuz. Sanırım bu üçü de var bizde. Kur'an-sünneti anlamıyoruz. Anlama derken okuduğunu anlamayı kastetmiyorum. Ayet ve hadisin ne mesaj vermek istediğini anlamıyoruz ya da mesajı güncelleyemiyoruz. Diyelim ki anladık ve vermek istediği mesajı çıkardık. Mesaj ayağımıza takoz olacaksa işimize yarayacak şekilde bir yorum geliştiriyoruz. 

 

İslam veya Kur'an ve sünnet, tabir yerindeyse modeli eskimeyen, her çağa uyumlu, son model bir araba. Tek eksikliği, bu aracın dilinden anlamayan kaptan eksikliği ve bu arabadan faydalanmak için araca binen ve bu araçtan nasıl faydalanacağını bilmeyen yolcu eksikliği. Sürmeyi ve içinde yolculuk yapmayı bilmeyen Kur'an ve sünnet tabileriyiz ya da bildiğinizi sanan kişileriz. Hepimizin son model arabası da farklı. Her son modele binen de Kur'an ve sünnete tabi olan biziz diyor. Tüm çabamız da son model aracımıza aldıklarımızla birlikte diğer son model arabaya binenlerle yarış halindeyiz. Kim kimi geçecek, kim daha fazla yolcu alacak gibi.

 

Özetlersem, içine bindiğimiz son model arabada sorun yok. Kılavuz kabul ettiğimiz Kur'an ve sünnette de sorun yok. Sorun anlayışımızda. Ayet ve hadislere yüklediğimiz anlamlarda. Anlayış kapasitemizde. Anladığımızı sorgulayamayışımızda ve yaptığımız yorumlarda. Ufkumuzun geniş olmamasında, başka görüşlere kapalı oluşumumuzda, toplumsal yapıyı kestiremeyişimizde… Üslup, yol, yordam bilmeyişimizde ve ikna kabiliyetimizde. Herkes bu şekildedir demiyorum, mutlaka istisnalarımız vardır. Ama çoğunluk için kısaca idrak yoksunuyuz diyebilirim. Allah bize idrak ve samimiyet versin.


*10/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

 

Bir Annenin Feryadı ***

“Diyarbakır'da genç bırakmadınız genç...
Ya cezaevinde ya toprağın altında… 
Başlarım sizin Kürdistan davanıza da…
Sizin çocuğunuz dağa gitsin, kıyameti koparırsınız...
Senin oğlun hangi özel okulda okuyor? Sen bunu desene... 
Fakir fukaranın çocuğu dağa, bunlar koltuklarda… 
Alıştınız insanları dağa göndermeye...
Vermiyoruz. Size verecek çocuğumuz yok."

Bu sözler 17 yaşındaki çocuğu dağa kaçırılan Diyarbakırlı bir annenin, HDP binasının önünde oturma eylemi yaparken bir HDP’li yetkiliye söylediği sözler. Feryadı veya isyanı da diyebiliriz. Videodan izlediğim kadarıyla kadında rol yoktu, içinden geldiği gibi konuşmuş, daha doğrusu içini dökmüş, “Başlarım sizin Kürdistan davanıza” diyerek isyanını dile getirmiş. Bir dert ancak bu şekil dile getirilir. Öyle ya! Hangi anne, dokuz ay karnında taşıyıp büyüttüğü çocuğunun terörist olmasını ister? Çocuğu bir hiç uğruna terörist olursa, ölür ya da öldürülürse bu annenin yüreği dayanır mı? Çocuğu elden gittikten sonra –birilerinin serap misali, hayal dünyasındaki- Kürdistan’ı ne yapsın bu anne? Ağlarsa anam ağlar dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Her annenin eli öpülür ama bu annenin eli daha bir başka öpülür. Hak arayışında belli ki. İçi yanmış. Kim tutar onu? Cesaretine kurban bu annenin. Helal olsun.

Bu mücadelenin fitilini bir hafta önce “Çocuğumu PKK dağa kaçırdı, çocuğum gelinceye kadar buradan ayrılmayacağım” diyen bir anne ateşlemişti. Eyleminin üçüncü gününde oğlu emniyete gelip teslim olunca eylemini sonlandırmıştı. Dağa kaçırılan, bir çocuk değil ki… Ardından başka anneler de HDP binası önünde oturma eylemi başlattı. İşte bu eylemcilerden biri de Fevziye Çetinkaya isimli anne. Yani yazımın başınca alıntısına yer verdiğim annenin adı. Sanırım bu sefer çocuğunu dağa kaçıranlar çetin kayaya çarptılar. Çünkü kolay kolay pes edeceğe benzemiyor.

Diyarbakır HDP binası önünde eyleme başlayan anne sayısı halihazırda bir elin parmaklarını geçmiyor. Ama eyleme katılan annelerin sayısında kısa zamanda artış olacağını ve bu eylemlerinden sonuç alacaklarını düşünüyorum. Önde ve fikir babası, yüreği yanmış anneler olursa bu tür eylemler ses getirecektir. Diyarbakır’da başlayan bu eylem yüreği yanan diğer illerdeki anneleri de harekete geçirecektir.

Kadınların daha doğrusu annelerin başlattığı bu direniş, aslında bir fırsata dönüştürülebilir. Kameraların önünde cereyan edecek bu eyleme devlet, oranın güvenliğini sağlamanın dışında müdahale etmemelidir. Yani eylemi devlet sahiplenmemelidir. Çünkü sahiplenirse eylemden beklenen sonuç gerçekleşmez. Öyle zannediyorum, annelerin başını çektiği bu eylem, çoğu annelere çocuklarını geri getirebileceği gibi bundan sonra PKK, çocuk kaçırma eylemine girişecekse yoğurdu üfleyerek yiyecektir. Bu eylemin barışa katkı sağlayacağını düşünüyorum. Yeter ki annelerimiz pes etmesinler, eylem provoke edilmesin.

Haklı davalarında tüm kalbimizle annelerin yanındayız. Zira bir eylemde anneler varsa o eylemlerden sonuç alınır. Haydi hayırlısı…

***05/09/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.