28 Ağustos 2019 Çarşamba

Şule Yüksel Şenler ***

1979 yılında orta birinci sınıfta okumakta iken okul dersleri dışında ilk okuduğum kitap Mustafa Yazgan’a ait “Sessiz Çığlık” isimli ince bir kitap idi. Ardından hangi kitabı okuyayım demedim. Çünkü ne maddi durumum ne de bilgi dağarcığım şu kitabı oku diyemezdi. Kimin elinde ne kitap varsa ondan emanet alıp okuyacaktım. Elime, Şule Yüksel Şenler’e ait “Huzur Sokağı” isimli kitap geçti. İlk okuduğum kitaba göre çok kalın bir kitaptı. Görünce gözüm korktu. Okumaya yeni başlamış, okuma zevkini henüz tatmıştım. Ebadı kalın bu kitap beni okumaktan soğutur ama neyse dedim. Zaten başka da seçeneğim yoktu.

Belli bir süre sonra vermek üzere aldığım Huzur Sokağı kitabını okumaya başladım. Okudukça kitap beni kendine çekti. Biter mi diye gözümü korkutan bu kitabı okumaya başlayınca bitmesin demeye başladım. Süresinden önce bitirdiğim kitabın ikinci cildini de bularak onu da bir çırpıda okudum.

Kitap beni çok etkilemişti. Tenha yerlerde okurken az ağlatmadı beni. Hem duygulandırdı, hem heyecanlandırdı, hem de üzdü, zaman zaman da sevindirdi. Kitap ortaokul boyunca okuyacağım yüzlerce kitabın tetikleyicisi oldu. Çünkü içimdeki boşluğu doldurarak bana okuma zevki de aşılamıştı.

Şule Yüksel Şenler vefat etti haberini okuyunca 1979 yılında okuduğun “Huzur Sokağı” isimli kitabı ve içeriği gözümün önüne geldi. İstanbul’un gecekondu mahallesinde annesiyle birlikte yaşayan, aynı zamanda üniversiteyi bitirmiş, yaşantısıyla çevresine örnek bir şahsiyet olan Bilal; evlerinin karşısına dikilen apartmanda yaşayamaya başlayan, arkadaşlarıyla birlikte Bilal’in yaşantısına tepeden bakan Feyza, romanın başkahramanlarından idi. Çok istemelerine ve aynı mahallede yaşamalarına rağmen farklı dünyaların insanları oldukları için evliliklerini birleştiremezler. Her ikisi de başkasıyla evlenir. Bu evliliklerinden Bilal’in Nusret, Feyza’nın da Hilal isimli kızı dünyaya gelir. Daha önce başörtüsüne mesafeli olan Feyza, kendisi kapandığı gibi kızı Hilal’i de -Bilal’in istediği gibi- tesettürlü olarak yetiştirir. Kitapta Hilal’in başörtülü olarak okuma mücadelesi de işlenir. Kitabın ilerleyen bölümlerinde kendilerine nasip olmayan birliktelik çocuklarına nasip olur. Nusret ile Hilal hayatlarını birleştirirler.

Niyetim kitabı anlatmak değildi. Sayın Şule Yüksel Şenler’in vefat haberini duyunca nedense kitabın içeriğine gittim. Sayın Şenler, kendisini anlatmış bu kitabında.

Ortaokul ikinci sınıftan terk olan Sayın Şenler, buraya kadar deyip köşesine çekilmemiş, gezip tozmamış, okuduğu kitaplarla kendisini yetiştirmiş münevver bir kadındır. Gazetelerde yazdığı yazılarla, Türkiye’nin her yerinde verdiği konferanslarla ve yazdığı birbirinden güzel ve değerli kitaplarıyla ömrünü dopdolu geçirmiş saliha bir kadındır. Hayatı incelendiğinde okumanın dört duvar ve sıralardan ibaret olmadığına, insan isterse kendisini okul dışında da yetiştirebileceğine en güzel örnektir. Başörtüsü mücadelesinin öncü isimlerinden olan Şenler, 81 yıllık ömrünü mücadeleye adamış dense yeridir. Gençliğin bilinçlendirilmesinde katkısı büyüktür. Allah kendisinden razı olsun, mekanı cennet olsun.

***29/08/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

27 Ağustos 2019 Salı

Orman Yangınlarında PKK'nın Eli *

“Yanan orman yangınlarını terör örgütü PKK üstlendi” haberini bir gazeteden okuyunca haberin doğruluğunu teyit için diğer gazetelere de göz attım. Ormanlarımızı yakan 'Ateşin Çocukları İnisiyatifi' adıyla PKK'nın yandaşı bir grup imiş. Yaktığını üstlenmiş de. Üstelik üstlenmekle de kalmamış, bugüne kadar yaktıkları ormanların listesini 'Nûçe Ciwan' sitesi yayınlamış.

Bir devlete düşman olabilirsiniz, halkını sevmeyebilirsiniz, o ülkenin polis ve askeriyle sorununuz olabilir, bir dış gücün silahlı askeri olup vur-kaç taktiğiyle o ülkeyi zayıf düşürmeyi isteyebilirsiniz, emellerinize ulaşmak için her şeyi mubah görebilirsiniz, "Biz haklı mücadelemiz için savaşıyoruz" da diyebilirsiniz. Hiçbir gerekçenizi haklı görmesem de, yanlış olsa da bir yol tutturmuşlar, beyhude bir çaba gösteriyorlar, halkın nefretini kazanıyorlar diyeceğim. Uyguladıkları terörü bir yere koyup bir mantık göremesem de anlamaya çalışacağım. Ama hiç anlayamayacağım ve anlamak istemeyeceğim, bir örgüt ormanları niçin yakar? Ormanlar bize olduğu kadar kendilerine de nefes veriyor. Çünkü ağaç demek, orman demek bir ülkenin akciğerleridir. Akciğeri olmadan bir ülke, bir insan yaşayabilir mi? 

Demek ki PKK ve yandaş örgütlerinin bu ülkeyi ele geçirme ve yurt edinme gibi bir niyetleri yok. Öyle bir niyetleri olsa kendilerine de nefes aldıracak akciğerleri niye yaksınlar? Bir, iki, üç değil; binlerce hektar alanı yakıp kül edecek kadar gözleri dönmüşse, karşımızda yarınını düşünemeyecek kadar gözü dönmüş, ne menem bir örgüt var. Bu tipler ne Allah'tan korkar ne de kuldan utanır. Doğaya zaten saygıları olmaz. Varsa yoksa maşalıklarını yapacaklar. Zaten yaptıkları da o. Bunların insanlıktan zerre nasipleri olsaydı dili olmayan, sesi çıkmayan, bize faydadan başka bir şeyi murat etmeyen ağaçların arkasına sığınarak ormanları ateşe vermezlerdi. Çünkü savaşların bile bir hukuku vardır: Yaşlıya, silah doğrultmayana, kadına, çocuğa, yeşile ve ağaçlara zarar verilmez. 

Tüm bunları gözü dönmüş, bize karşı kahpece, kirli bir savaş yürüten insan görünümlü kişilere söylüyorum. Benimki de laf! Beyhude bir çaba yani… O zaman sözümü "Bu adamlar var ya, bu adamlar; bizim haklı mücadelemiz için Türkiye Cumhuriyeti ile savaşıyorlar" diyerek PKK ve onun uzantılarını destekleyen, içimizde yaşayan ve benim gibi bu ülkenin her türlü imkanından faydalanan kişilere çeviriyorum: 

Sizin destek verdiğiniz bu örgüt, polis ve askerin karşısına çıkamıyor. Hıncını ağaçlardan alıyor. Yani akciğerlerinize ateş ediyor. Bu kalbinize atış demektir. Yani bize kızarak sizi de oksijensiz bırakıyorlar. Bunların derdi sizi korumak falan değil, aklınızı başınıza alın. Bu satılmış örgüte destek vermeyin, hatta sempati bile duymayın. Unutmayın ki ağaçla barışık olmayanlar insanla hiç barışık olmazlar. 

Lanet olsun orman yakanların mücadele anlayışına! Yuh olsun onların insanlıklarına!

*23/09/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Fıkıh İlmine Dair (2)

"Fıkıh İlmine Dair" başlığını koyduğum yazıda geçmiş içtihat ve fetvaların günümüzde bazı sorunlarımızı çözmekten uzak olduğunu, şartların ve zamanın değişmesiyle birlikte geçmiş ictihatların günümüz bakış açısıyla yeniden değerlendirilmesinde fayda olacağını izah etmeye çalıştım. Bu yazımda da günümüzde Müslümanların önünde problem gibi duran bazı konuları örnek olarak vermek istiyorum.
1.Evlilik ve boşanma...Müslümanlar, örf veya dini görüş diyebileceğimiz evlenme ve boşanma konusunda medeni hukuk ile çelişki yaşamaktadırlar. Kayda alınmayan "imam-hoca veya dini nikah" ve boşanma konusunda insanımız çoğu zaman ikilem içerisinde kalmakta ve sorun yaşamaktadır. Bugün toplumun büyük bir kesiminin resmi nikah dışında evlilik akdi olarak kıydırdığı "dini nikah" konusunda fıkıh ne der. Yine erkeğin "boş ol" demesi hususunda fıkıh, günümüze dair ne söylemek ister? Çünkü birçok insan söylediği bit sözden dolayı çoğu zaman bir çıkış kapısı aramaktadır. Kayda bağlı olmayan evlilik ve boşanma durumu kadının aleyhine bir durum ortaya çıkarmaktadır. Bir ticari alışverişte borçlanılacağı zaman(borç ayeti) neler yapılması gerektiğini Bakara süresinde Allah bir sayfada izah ederken daha önemlisi ve toplumun temel taşı olan ailenin birleşmesinde ve ayrılmadında biz niçin işi kayıt küreğe bağlamayız, uçup giden söz ile hallediyoruz. Bence nikah ve talak işini ciddiye alıp yeni bir açılım ve bakış açısı getirilmelidir.
2.Miras meselesi...Nisa süresinde miras taksimi ayrıntılı bir şekilde verilmiş. Kısaca erkeğe bir, kadına onun yarısı diye özetleyebileceğimiz miras hukuku toplum yapısının değişmesi nedeniyle günümüzde pek çok aile tarafından uygulanmamaktadır. Bunun yerine kadın ve erkeğe paylaşımı eşit gören medeni hukuku tercih etmektedir. Bu çelişkinin önüne geçmek için Nisa süresi 7.ayetten hareketle aile fertlerinin sorumluluğu, aile bütçesine katkısı gibi illetlerle yeni bir bakış açısı getirilebilir mi? Nisa 7.ayet geneli, Nisa 11.ayet, ayetin indiği toplum yapısını kastediyor olabilir mi?
3.Seferilik konusu...İlmihal kitaplarında yazan seferilik şartlarından biri diye bilinen 90 km'lik mesafeyi günümüz vasıtalarına uygun olarak yeni mesafe ve kıstaslara bağlayamaz mıyız?
4.Faiz konusu...Günümüzde bankaların verdiği krediler konusunda bazıları bu kredilerin ve bankaların mevduat hesabına yatırılan paraların Kur'an'da riba ismiyle bahsedilen faiz olmadığını, kastettiğinin tefeci faizi olduğunu dillendirmeye başladı. İnsanımızın büyük bir kısmı konut, araba kredisi adı altında kredi çektiği düşünülürse faiz konusunda eski hassasiyetlerimizin kalmadığı maalesef görülecektir. Bankalara ve faize mesafeli olanlar da paramıza faiz bulaşmasın diye parasını yastık altında tutmaya çalışmakta. Çoğu zaman da hırsızlara kaptırmaktadır. Günümüz bankacılık sistemine dair İslam hukukçularının iktisatçılardan destek alarak son noktayı koymalarında ve tartışmaları bitirmelerinde fayda vardır.

Sayfam el vermediği için verdiğim örnekleri dört örnekle sonlandırıyorum. Başka çözüm bekleyen konularımız da vardır. Burada İslam hukukunu kuşa çevirelim, birçok kural ve prensipten vazgeçelim demiyorum. Günümüzde Müslümanların yaşadığı ikilem ve çelişki durumunu çözelim demek istiyorum.