26 Ağustos 2019 Pazartesi

Yaşanmış İki Hikaye

Hastanede röntgen çektirmek için sıramın gelmesini beklerken kim var, kim yok diye sağıma soluma baktım. Yıllardır karşılaşmadığım bir tanıdığıma gözüm ilişti. Karşılıklı başımızla selamlaştık. Ardından yanına vardım.

Geçmiş olsun dileklerimden sonra halini hatırını, ne yapıp ne ettiğini sordum. Yatıyorum bol bol dedi. Ardından site yöneticiliği yapıyorum dedi. Sanırım ihraçsın, durumun ne, komisyona falan başvurdun mu dedim. "Ben ihraç değilim, üç yıldır açıktayım. Milli Eğitim Müdürünün 'Örgütün kasası, örgüte ait üzerinde gayri menkuller var' iddialarına yönelik olarak yargılandım. Çalıştığım okuldan da birkaç şahit bulmuş. On bir defa hakim huzuruna çıktım. Sonunda berat ettim. Savcının itirazı üzerine davam Yargıtay'a taşındı. Şimdi temyiz sonucunu bekliyorum" dedi. Sıram geldi, ayrıldım yanından.

Görüştüğüm kişi FETÖ üyesi mi yoksa iltisaklı mı, temyiz sonucu ne olur, görevine geri döner mi bilmiyorum. Garibime giden somut delillere dayalı olmayan iddialarla üç yıldır yargılanmış. Temyizde berat ederse suç isnat eden kimse elini kolunu sallayarak aramızda dolaşacak mı? Kendisine ve şahitlere "Bu kişinin kesin örgüt üyesi olduğunu bilmeden bu haltı niye işlediniz" diye sorulacak mı? Sonra bir dava üç yıl sürer mi? Üç yıl boyunca bir kişi maaşının üçte ikisini almaya devam eder mi? Bu kişi berat ettiği takdirde tazminatıyla birlikte maaşından geri kalan kesintilerini de alacak. Devlet üç yıldır açıkta beklettiği bu kişinin yerine ya yerine yeni atama yaptı ya da ücret karşılığı bir başkasını çalıştırıyor. Nereden bakarsanız feci bir durum var ortada. Zaman, para ve insan kaybı var, mahkemelere iş yükü çıkarılmış. Bu kişi görevine döndüğü zaman devletle, çevresiyle, kendisini şikayet edenlerle barışık olacak mı? Üzücü ve garip bir durum gerçekten. 

İşin garibi örgütün kasası diye şikayet edilip açığa alınan bu okul müdürü, 2014 yılında çıkarılan kanunla ilçesinde müdür olarak kalan 7-8 okul müdüründen biri idi. Bunun müdür olarak kalmasını sağlayan da hakkında örgütün kasası diye şikayet eden de aynı milli eğitim müdürü idi. Şimdilerde o milli eğitim müdürü araştırmacı olarak kızağa alınanlardan ve yüzüne bakan yok. Kendisi de kimsenin yanına yaklaşamıyor. 
*

Yıllık lise sınıf pikniğimize yıllardır katılmayan bir sınıf arkadaşım da katıldı bu sene. Kendisine, arkadaşların çoğu düğün yaptı. Davetli olmana rağmen hiçbirine teşrif etmedin. Yarın sen çocuklarının düğünlerini kiminle yapacaksın, sana kırgınız dedim. "Ne deseniz, yerden göğe haklısınız. Başıma geleni bir bilseniz, bana hak verirsiniz" dedi. Açıkta olduğunu göreve iade edildiğin zaman haberimiz oldu. Ama nicedir görevdesin. Pekala düğünlere katılabilirdin dedim. "Göreve dönmeme rağmen dava sürecim yeni bitti. Şükür, rahatladım" dedi. Senin başına bu durum nasıl geldi dedim. Bir vaiz FETÖ'cü olduğuma dair bir şikayet dilekçesi vermiş. Yargılandım. Mahkemem dolayısıyla beni şikayet edeni ilk defa görmüş oldum. Çünkü şahit de oradaydı. Hakim 'Bu kişinin FETÖ'cü olduğunu nereden biliyorsun, tanıyor musun? Elinde bilgi, belge ne var' diye sordu. Vaiz 'Elimde bilgi ve belge yok' dedi. Hakim, 'O zaman bu dilekçe neyin nesi' dedi. Vaiz, 'Ben bilmiyorum efendim. Bu kişinin FETÖ'cü olduğunu duydum. Başka da bir bilgi sahibi değilim" deyince hakim 'Sayın hocam, sen camide kürsüye çıkınca cemaati bu şekil duyumlarla mı bilgilendiriyorsun? Hucurat 6.ayette Allah, 'Ey imam edenler! Bir fasık size bir bilgi/haber getirdiği zaman doğruluğunu araştırın yoksa bir topluluğa bilgisizce kötülük yaparsınız da sonra pişmanlık duyarsınız' demiyor mu? Yazık sana' demiş ve arkadaşın beraatine karar vermiş. 

FETÖ ile mücadele kapsamında yaşanmış iki hikaye. Daha başka ne hikayeler vardır, kim bilir. 

25 Ağustos 2019 Pazar

Peçete Beyefendiler

Peçeteleri bilirsiniz. Her bir paketin içinde üst üste düzgünce istiflenmiş, içinde yüz tane olan, kağıttan yapılmış mamuldür. Her evin vazgeçilmezidir. Elimiz, ayağımızdır dense yeridir. Naylon ambalajının içinden çıkarıldıktan sonra oturma odası, mutfak, misafir odası, ve yemek masasında mutlaka bulunur. Her bir yere özel kabının içine bir güzel istiflenir. Adı tuvalette tuvalet kağıdı, lavaboda havlu peçete, diğer yerlerde servis peçete olsa da aynı işleve sahiptir.

Kardeşim! Peçete peçetedir. Hepimiz biliyoruz. Neyini anlatıyorsun diyebilirsiniz. Öyle demeyin! Peçete deyip geçip gitmeyin. Özellikle yeme, içme esnasında geçici temizleme işlevine sahiptir. Hatta yemek yerken bile dökülmesin diye yediğimiz yere peçete sereriz. Hapşırsak bile elimiz peçeteye gider veya elimize peçete uzatırlar. Burnumuz akınca, terleyince imdadımıza peçete yetişir. 

Anlatmak istediğim, gündelik hayatta önemli bir işleve sahiptir peçeteler. Değişik ebat ve desende olanları olsa da hepsi aynı işi görür. Alır; ağzımızı, yüzümüzü siler, ardından çöpe atarız. Tüm işlevi budur. Başka da bir görevi yoktur. Ev, lokanta gibi her görünür yerde bulundurulması da bundandır. Çok amaçlı kullanıldığı için eşiniz her alışveriş listesine peçete de yazar. Sen de çifter çifter alırsın. Hatta al al bitiremezsin. Bir daha bir daha alırsın. 

Her türlü temizlik ve çok amaçlı kullanılan peçeteler çok pahalı değildir. Sudan ucuz dense yeridir. Kullanıp kullanıp atıldığı için çabuk bitiyor. Bir de çöp kutusunu çabuk dolduruyor. 

Sıkıldınız biliyorum. Sıktı bu peçete muhabbeti dediniz. Sabredemediniz tabii. Merak ediyorum dokuz ay nasıl durdunuz?

Derdim peçete değildi. Peçete gibi işleve sahip insanlardan bahsetmekti. Bu tip insanlar var aramızda, kullanılıp kullanılıp atılan. Sayıları çoktur. Sırada peçete olmayı bekleyenler de az değil. Yeter ki bu tiplere hak etmedikleri halde geçici temizlik işi havale edin. Dört elle sarılırlar işlerine. Şu adam hak etti, bu adam hak etmedi demezler. Ellerine tutuşturulan listeye göre insanları yerlerinden ederler. Tüm bunları yaparken de makam koltuğuna bağlı vicdanları da rahattır. İbadet aşkıyla yerine getirirler misyonlarını.

Bunlar yerlerinde tutunabilmek için göze girmeye devam ede dursunlar. Temizlik harekatı bittikten sonra tıpkı kullanılıp atılan kağıt peçeteler gibi bunlar da makamlarından el çektirilirler. Yaramazsın artık deyip bir kenara konuverilirler. 

Makamlar öyledir, oturunca gözün hiçbir şey görmez. Gücüne güç katar. Önüne gelenin kellesini alırsın. indirilince kafanız dank eder. Ama iş işten geçmiştir. 

Şimdi bu tiplere "Vicdanınız rahat mı diye sormak lazım. Ardından "Bir peçete gibi kullanılıp kenara konuluvermek nasıl bir duygu, tavsiye eder misin" demek lazım. Ardından "Değer miydi üç-beş yıllık bir makam için ömrünüzü heba etmeye" demek lazım. Ama değmez. Sorular insan olana sorulur. Zaten bu durumdaki haleti ruhiyeleri kendilerini yavaş yavaş bitirir, kolay kolay el içine çıkamazlar. Bu da onlara yeter de artar bile. 

İyi de bunlarla karşılaşınca ne diye hitap edeceğiz? Zira eskisi gibi beylikleri de kalmadı. Ne desek ne desek... En iyisi "Peçete beyefendi" demek galiba! Ne de güzel yakıştı.

Yok yok olmadı. Kurban olsunlar peçetelere. Peçeteler en azından geçici temizlik işlevi görürler. Bunlar bulundukları yeri temizlerken kirletirler. Çünkü elleri kanlıdır. Ama kullanıldıktan sonra çöpe atılma yönünden benzerler.

Çok mu Zor? Sen Yoluna, Ben Yoluma Demek! ***

İnsan tek başına yaşayamaz. Çünkü sosyal bir varlıktır. Bundan dolayıdır ki toplu halde yaşarız. Bir araya gelir birlikte iş tutar, ticaret yaparız. Evleniriz. Birlikte siyasete girip ülke yönetmeye talip olur, hatta yönetebiliriz de. Arkadaşlar ediniriz, sonra dostluğa dönüştürürüz. Birlikte hayat mücadelesi veririz. 

Bazılarıyla bir ömür boyu birlikte oluruz, bazılarıyla başlamadan bitiririz, bazılarıyla uzun bir birlikteliğin ardından yollarımızı ayırırız. Bazılarıyla iyi, bazılarıyla da kavga ederek veya kırgın ayrılırız. 

Birlikte bir yola çıkmanın doğasında anca beraber kanca beraber olma vardır. İdeal olan da budur. Ama bu idealler, birlikteliğin temelini iyi atmadığımızdan veya başlangıçta olması muhtemel her şeyi konuşup kayda küreğe geçirmediğimizden ya da birlikteliğimizde çıkması muhtemel sorunları nasıl, ne şekilde çözeceğimizi konuşmadan, içimizdeki gizli ajandamızı gizleyerek kervan yolda düzülür prensibiyle yola çıkarız. Bu yolculuğumuzda iyi günler yaşar, acı-tatlı hatıralar da görürüz. Hayat böyle devam ederken arada bazen tatsızlıklar baş gösterebilir. Bu, yol kazasıdır. Sıcağı sıcağına konuşup sorunu çözmek varken ya büyütür, kırar geçiririz ya da içimize atarak bizi içten içe kemirir. Baktık olmayacak...Her geçen gün bu birlikteliğimiz bize zarar verecek. Oturur, düşünür, yeni bir yol haritası belirleyerek yollarımızı ayırırız. Nasıl ki birliktelik hak ise çok istenmese de ayrılık da bir haktır. Orta Asya'da Çinliler ile birbirimizi yiyip bitirirken Kavimler Göçü nedeniyle Anadolu'yu mesken edinmişiz. Çin de yaşıyor bugün, biz de. Üstelik en az sorun yaşadığımız ülkelerdendir Çin.

Tekrar esas konumuza gelirsek...Evlenip bir araya geldik. Az veya çok mutlu günlerimiz oldu. Ticaret yaparken başkasıyla ortaklık yaptık, kazandık da. Sonra baktık olmayacak...ayrıldık. Birlikte siyaset yaptık, başarılı da olduk. Bu başarı bizi zirveye de taşıdı. Değişik kademelerde sorumluluk üstendik. Sonra? Birbirimizin dilini anlamamaya başladık. Yollarımızı ayırdık. Böylesi durumlarda ne yapmak gerekiyor? Olmaz, mümkün değil, nasıl olur, beni bırakamaz deyip meseleyi Filistin-İsrail meselesi haline mi getireceğiz yoksa geçmiş birlikteliğin hatırına ayrı kulvarlarda birbirimize saygı duyarak mı yola devam edeceğiz? Bence ikinci yol en mantıklı ve doğru olan yoldur. Neden derseniz?

Bizim kültürümüzde bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır, denir. Evlendik. Aynı yastığa baş koyduk. İyi günlerimiz de olmuştur mutlaka. En azından bir balayı dönemi yaşamışızdır. Defalarca birlikte kahve de içmişizdir. Belki çocuklarımız da oldu. Sonra anlaşamadık, ayrılmaya karar verdik. Niçin medenice ayrılmıyoruz? Niçin işi kavgaya götürüyoruz? Niçin öldürmeye kadar gözümüzü kan bürüyor? Niçin birbirimizi anlamamaya devam ediyor, birbirimize hayatı zindan etmeye devam ediyoruz? Demek ki bizde doku uyuşmazlığı varmış, bundan sonra sen yoluna, ben yoluma demiyoruz? Niçin benden uzak, Allah'a yakın ol diyemiyoruz? Geçmiş birlikteliğin ve iyi günlerin hiç mi hatırı olmaz böylesi durumlarda?

Siyasetimiz böyle değil mi? Birlikteyiz, ayrıldık. Seyret sen manzarayı artık! Sanki biri birlerinin babalarını öldürdüler. Ne bu şiddet ne bu celal! Kızgın sirke küpüne zarar verir beyler... Hiç mi iyi gününüz geçmedi geçmişte? Hiç mi bir arada kahve içmediniz? Öküz öldü diye ortaklığı bozup niçin birbirinizin kuyusunu kazmaya çalışıyorsunuz?

Ticari ortaklığımız sona erince de durumumuz evlilik ve siyasi ortaklığımıza benziyor. Diğer alanlarda da böyleyiz.

Bana göre hangi alanda iş tutarsak tutalım, hangi birlikteliği yaparsak yapalım, bir ve beraber iken nasıl ki birbirimizin aleyhinde konuşmadıysak ayrıldıktan sonra da konuşmayalım. Hoşlanmadığımız bu durumun ardından birbirimize "Rabbim selamet versin; sen yoluna, ben yoluma" diyelim. En azından geçmişin hatırına bunu yapalım. Kimse yol ayrımından sonra birbirinin yoluna çıkıp çomak sokmasın, aleyhinde konuşmasın. Çünkü böyle bir durumun ne ahlakta ne dinde ne de inandırıcılıkta yeri vardır. Hem ne belli ayrılığımızda hayır olmadığı? "Sizin hayır bildiğinizde şer, şer bildiğinizde de hayır olabilir" demiyor mu ayet? Bırakın tabiatı zorlamayın. Kırarsınız. Zorla güzellik olmaz. Eğer illa bir şeyi zorlayacaksanız kendinizi sorgulayın. Çünkü başımıza gelenler kendi yapıp ettiklerimizden dolayıdır.

***07/09/2019 tarihinde Barbaros ULU adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.