5 Ağustos 2019 Pazartesi

Cadde, Okul ve Üniversitelere Verilen İsimler *


Bir yerde okul, fakülte, üniversite, kampus, sosyal tesis, cadde vs varsa mutlaka bir isim verilmektedir. Zira isimsiz olmaz. Koyduğumuz isimden maksat bir yerin adı söylendiği veya sorulduğu zaman bilinir olmak, o yerin ismiyle müsemma olması veya ismi konanın adının yaşatılmak istenmesidir.

Kurum ve kuruluşlara, cadde ve sokaklara, fakülte ve üniversitelere, okul ve sosyal tesislere, köprü ve meydanlara, camilere, ya bir şehidimizin adı; ya bakanlık, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yapmış bir siyasetçimizin adı, ya bir hayırseverin adı, ya o ilin valisinin adı ya bir şairimizin adı, ya bir sivil toplum önderinin adı ya da emeği geçmiş birinin vs adı verilmektedir. Konan isimlerin bazısı kamuoyu nezdinde tam bir kabul görürken bazı konan isimler kamuoyu tarafından kolay kolay benimsenmemektedir. Belki de bundan dolayıdır ki bazı yer isimleri zaman zaman değiştirilmektedir. Bazı yerlerin isimleri o kadar değişmiştir ki neredeyse o yerler isim çöplüğüne dönmüştür. Kurum ve o yer yetkilileri durmadan tabela değiştirmek mecburiyetinde kalmışlardır.

Koyduğumuz isimler öyle isimler olmalı ki tartışma götürmez, genel kabul gören isimler olmalı. Konjonktür gereği konan bazı isimler veya tartışılır isimler, dönem değişince gelenler tarafından değiştirilmektedir. Bu da hoş bir durum olmamaktadır. O yüzden isim koyarken ben koydum, yetki bende mantığı güdülmemelidir. Konan isim evladiyelik olmalıdır.

Konan isimlerin oturup oturmadığı kişiye, zümreye, zihniyete göre değişse de bölge halkı tarafından benimsenmiş olması dikkate alınmalıdır. Yöre ile hiç alakası olmayan birinin adı verilmemelidir.  İsmi verilen kişinin yöreye, emsallerine göre çok büyük hizmetinin geçmesi esas alınmalıdır. Yaşayan bir kimsenin adı hiçbir yere verilmemelidir. 

Bir yere, kurum ve kuruluşa, üniversite ve fakülteye, herhangi bir okula, bir valinin veya bir siyasi aktörün adının verilmesini hep garip karşılarım. Gerçekten bir ilde görev yapmış bir valinin adı, o ildeki bir okula niçin verilir? Vali, o okulu kendi öz sermayesiyle yaptırdıysa ismi helâli hoş olsun, verilsin. Yok, devletin veya özel idarenin bütçesinden yapılmışsa o okulun yapılmasına onay verdi diye o valinin adı verilmemeli. İlimize çok büyük hizmetleri dokundu, hak etti denirse, ben de derim ki o vali, o hizmetleri yaparken meccanen mi görev yaptı? Eğer öyleyse yine ismini verelim. Değilse sıcak bakmıyorum. Aynı şekilde bakan, başbakan, bir genel başkan veya cumhurbaşkanının isminin verilmesini de valinin isminin verilmesi gibi görüyorum. Çünkü devlet adına çalışan ve bu ülkeye hizmeti geçmiş her kişi, karşılığında devletten fazlasıyla maaşını almıştır. 

Bir yere, kuruma isim verilirken bir şehidimizin ismi verilebilir. Şehidin adı da kendi ili veya şehit olduğu yer ile sınırlı olmalıdır. Bir şehidin ismi, tüm illerimizdeki okul ve kurumlara verilmemelidir. Bir yere, o yeri yaptıran hayırseverin adı verilebilir. Hayırseverin de parayı nasıl kazandığı göz önünde bulundurulmalıdır. Tarihi bir şahsiyetin ismi verilebilir. Bu tarihi kişi de üzerinde konsensüs sağlanmamış, tartışılır isimlerden olmamalıdır. İsim verilirken de ismin kısa olmasına özen gösterilmelidir. Çünkü uzun isimlerin akılda kalması, söylenmesi ve yazılması kişileri epey zorlamaktadır.

*15/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



4 Ağustos 2019 Pazar

İş Bitirmek mi yoksa Baş Yitirmek mi? *

Bu dünyada kim olduğun değil, nasıl anlaşıldığın önemli. Çünkü insanların anladığı kadarsın. "Anlamıyorsan ne yapayım" deme durumun yok. Dümdüz yaptığın minareye bir çocuk eğri demişse bile gerekirse halatla çekip minareyi düzeltmelisin. 

Her ne kadar yapıp ettiklerimizi,  yapmak isteyip de yapamadıklarımızı, yapma imkanımız olup da yapmadıklarımızı, konuştuklarımızı, tüm bunları yaparken neyi kastettiğimizi bilen Allah, öbür dünyada bizi adil bir şekilde yargılayacak olan ise de bu dünyada insanlar arasında yaşarken de sorumluluğumuzun farkında olmalıyız. Çünkü en büyük sıkıntımız anlaşılmamak veya yanlış anlaşılmak.

Başımıza gelenlerin çoğu irticalen yaptığımız konuşmalardan kaynaklanmaktadır. Bazen maksadın dışında yanlış bir kelime söyleyebiliyor veya yanlış bir cümle kurabiliyoruz. Hızlı hızlı konuşup meramımızı anlatacağız derken daha güzel ifade edecek kelime, deyim ve cümleler olduğu halde pot kıracak şekilde ağzımızdan cümle veya benzetmeler çıkabiliyor. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını. Yok onu demek istemedim, şunu demek istedim de dur artık. Söz ağızdan bir kere çıkar. Çıktı mı geri dönmez, tıpkı ok gibi. Belki de Kur'an bu yüzden üsluba dikkat çeker, sözlerin en güzeliyle konuşun der. Peygamberimiz "İnsanların anlayacağı şekilde konuşun" buyurur. Peygamberimizin sade ve tane tane konuştuğu rivayetlerde belirtilir. Bin düşün, bir konuş atasözünün gereğini kulak ardı ediyoruz çoğu zaman.

Aslında esas sorunumuz belki de çok konuşmak. Dilin hakkını verdiğimiz kadar iki kulağın hakkını vermiyoruz. Kendimize çok güveniyoruz. Hele biraz birikimimiz var, biraz da şöhret olmuş, dinleyenimiz varsa kim durdurabilir bizi. Tüm ekran ve mikrofonlar bizim demektir.

Diyelim ki şöhrete kapıldık, konuşuyoruz ve insanlara faydalı olmak istiyoruz. Konuşmamızda hata yapabiliriz. Hata yapmadığımız halde yanlış anlaşılmaya sebebiyet verebiliriz veya birileri bizim biletimizi kesmek, gözden düşürmek için sözümüzü cımbızlayıp öküz altında buzağı arayabilir. Bu durumda “maksadımın dışında anlaşılan şu sözüm, bu cümlem için özür dilerim demeyi ihmal etmemeliyiz. Erdemlice bir hareket olan özür, gönül almada bire birdir. Yok ben özür dileyemem diyen kimse, o zaman söz ve üslubuna azami gayret göstermelidir. Çünkü söz var iş bitirir, söz var baş yitirir. İş bitirmek isteyen ve başını yitirmek istemeyen  kimse, ağzından çıkanı kulağı duymalıdır. Kimseye malzeme vermemelidir.

*06/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Marifet Okul Sıralarını Zımparalatmada Değil *

Yeni eğitim ve öğretim yılı açılmadan, okullarını sezona hazırlamak için okullarımız yaz döneminde hummalı bir çalışma içerisine girerler. Okulları fiziki yönden eğitim ve öğretime hazır hale getirmektir tüm amaç. Okul yönetimi tarafından yıl içerisinde tespit edilen aksayan yönler ödenek durumuna göre sıraya konup yaptırılır. Bazı okullar çatılarını aktarır, bazısı tuvalet, lavabo, kapı, pencere vb. tamiratını yapar, bazısı da boya, badana işini halleder.
Her okul olmasa da hemen hemen tüm okulların yaptığı, yapmak istediği ortak bir ihtiyaç kalemi var: Okul sıralarını zımparalatıp verniklettirmek. Çünkü sıralar yıl boyunca öğrencilerin elinde  şamar oğlanı olmuş, üzerine değişik şekil ve desenler yapılmış, yontulmuş vaziyettedir. Bu sıralar okul yönetimleri tarafından bir marangoz marifetiyle elden geçirilmez ve vernikletilmez ise sene içerisinde bu sıralara kolay kolay kimse oturmak istemez. Sınıfa giren öğrenci -şayet kalmışsa- temiz sıra arayışına girer. (Bu durum piknik yerine giden biz büyüklerin temiz masa arayışına benzer.) Sahi devlet tarafından yüklü paralar verilerek yaptırılıp okullara teslim edilen bu sıraları kim yontup kim karalıyor? Sahibi çıkmasa da maalesef yapan senin, benim çocuğum. Gözünün önünde karalarken “karalama yavrum” dediğin zaman “karalamıyorum” cevabı aldığımız öğrenciler yapıyor. Çocuklar, sıraları bu şekil hoyratça kullanırken “Tüh be! Yazık ettim devlet malına” diyene de pek rastlamadım. Zevkle yapıyorlar bu işi. Karakterlerini tamamen yansıtıyorlar sıralara. “Evinizde ders çalıştığınız masayı bu şekil karalıyor musunuz” dediğinizde sorduğun soruya sessiz kalıp “Ama bu sıraları biz karalamadık ki” cevabı alırsınız.
Burada amacım kimseyi suçlamak, fail aramak değil. Orta yerde bir cenaze var, bu cenaze kaldırılacak. Karşılığında da ne para istenirse verilecek. Okul yönetimleri de bunu yapıyor. Çağırıyor bir marangozu. Anlaşıyor bir fiyata. Zımparalatıp verniklettirmek suretiyle sıralar yenileniyor. Sıraları bu şekil yenilemek sorunu çözüyor mu? Bu sıralar sene sonuna kadar yeniden eski halini alıyor. Yani her yıl aynı sorun.
Biz bu devlet malına zarar vermeyi, yediğimiz kaba pislemeyi nasıl bırakacağız? Ne zamana kadar devam edecek bu sorun? Bu sıraları emanet bilip düzgün bir şekilde kullanmanın farkına ne zaman varacağız? “Çocuktur, yaparlar. Olur böyle şeyler. Bizler de yaptık zamanında” deyip bu bizim kaderimiz mi diyeceğiz? Sıraları koruma konusunda zımpara ve vernik dışında aklımıza başka bir şey gelmiyor mu?
Bence marifet okul sıralarını zımparalatıp vernikletmede değil, o sıraların düzgün bir şekilde kullanılmasını sağlamaktır. Eğitimimizin başat sorunu budur. Ben sınıfımı istediğim şekilde kirleteceğim; hizmetli gelip temizleyecek, ben sıraları karalayarak deşarj olacağım; okul yönetimi ya yeni sıra temin edecek ya da sıraları zımparalatacak. Öncelikle bu kafayı terk etmemiz lazım. Çocuklarımıza okuma ve yazmayı öğretmeden önce sınıfı ve okulu kirletmemeyi, okul sıralarını karalamamayı öğreterek başlamamız lazım bu işe. Bunun için okul yönetimi, öğretmen, veli ve öğrenci bir araya gelip bir yol haritası belirlemeli. Sonra herkes sonucuna katlanmalı. Benim aklıma ilk gelen, öğrenci hangi sırada oturacaksa o sıranın o kimseye zimmetlenmesidir. Okulun ilk iş günü veli okula davet edilerek okul yönetimiyle bir sözleşme yapılır. Sene sonunda sıra verildiği gibi sağlam ve temiz alınırsa sorun yok, değilse bedeli alınır. Aynı sırayı birden fazla öğrenci kullanacaksa aynı yöntemle zimmetleme yapılır. Devlet de bu zimmet işinde okul idarelerinin arkasında durmalı… Gelin bu meseleyi basite almayalım.
*07/08/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.