Ana içeriğe atla

İş Bitirmek mi yoksa Baş Yitirmek mi? *

Bu dünyada kim olduğun değil, nasıl anlaşıldığın önemli. Çünkü insanların anladığı kadarsın. "Anlamıyorsan ne yapayım" deme durumun yok. Dümdüz yaptığın minareye bir çocuk eğri demişse bile gerekirse halatla çekip minareyi düzeltmelisin. 

Her ne kadar yapıp ettiklerimizi,  yapmak isteyip de yapamadıklarımızı, yapma imkanımız olup da yapmadıklarımızı, konuştuklarımızı, tüm bunları yaparken neyi kastettiğimizi bilen Allah, öbür dünyada bizi adil bir şekilde yargılayacak olan ise de bu dünyada insanlar arasında yaşarken de sorumluluğumuzun farkında olmalıyız. Çünkü en büyük sıkıntımız anlaşılmamak veya yanlış anlaşılmak.

Başımıza gelenlerin çoğu irticalen yaptığımız konuşmalardan kaynaklanmaktadır. Bazen maksadın dışında yanlış bir kelime söyleyebiliyor veya yanlış bir cümle kurabiliyoruz. Hızlı hızlı konuşup meramımızı anlatacağız derken daha güzel ifade edecek kelime, deyim ve cümleler olduğu halde pot kıracak şekilde ağzımızdan cümle veya benzetmeler çıkabiliyor. Ondan sonra ayıkla pirincin taşını. Yok onu demek istemedim, şunu demek istedim de dur artık. Söz ağızdan bir kere çıkar. Çıktı mı geri dönmez, tıpkı ok gibi. Belki de Kur'an bu yüzden üsluba dikkat çeker, sözlerin en güzeliyle konuşun der. Peygamberimiz "İnsanların anlayacağı şekilde konuşun" buyurur. Peygamberimizin sade ve tane tane konuştuğu rivayetlerde belirtilir. Bin düşün, bir konuş atasözünün gereğini kulak ardı ediyoruz çoğu zaman.

Aslında esas sorunumuz belki de çok konuşmak. Dilin hakkını verdiğimiz kadar iki kulağın hakkını vermiyoruz. Kendimize çok güveniyoruz. Hele biraz birikimimiz var, biraz da şöhret olmuş, dinleyenimiz varsa kim durdurabilir bizi. Tüm ekran ve mikrofonlar bizim demektir.

Diyelim ki şöhrete kapıldık, konuşuyoruz ve insanlara faydalı olmak istiyoruz. Konuşmamızda hata yapabiliriz. Hata yapmadığımız halde yanlış anlaşılmaya sebebiyet verebiliriz veya birileri bizim biletimizi kesmek, gözden düşürmek için sözümüzü cımbızlayıp öküz altında buzağı arayabilir. Bu durumda “maksadımın dışında anlaşılan şu sözüm, bu cümlem için özür dilerim demeyi ihmal etmemeliyiz. Erdemlice bir hareket olan özür, gönül almada bire birdir. Yok ben özür dileyemem diyen kimse, o zaman söz ve üslubuna azami gayret göstermelidir. Çünkü söz var iş bitirir, söz var baş yitirir. İş bitirmek isteyen ve başını yitirmek istemeyen  kimse, ağzından çıkanı kulağı duymalıdır. Kimseye malzeme vermemelidir.

*06/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde