1 Ağustos 2019 Perşembe

Kaplıca Kaplıca Dedikleri

Eskiden tarikatlarda dervişlerin çile dönemleri olurmuş. Bunlar için yapılmış küçük bir kapısı, penceresiz ve dar odalara çilehane adı verilirmiş. Günümüzde tarikat müntesipleri için böyle yerler ve çile dönemleri yok. Çilehane varsa da eskiden kalma yerlerdir. Bir gezi vesilesiyle Beyşehir Eşrefoğlu Camisinin mahzeninde (bodrumunda) görmüştüm çilehaneyi.  İçeride kalmak cesaret ister. Düşünün ki penceresi yok, ışığı yok, karanlık bir yer. Girdiğin kapıyı da kapatıyorsun. Dur durabilirsen burada. 

Günümüzde eski çilehaneler kalmadı. Ama modern çilehaneler var bugün. Üstelik para vererek gönüllü kalıyorsun buralarda. Biz görmedik, biz de bu ülkede yaşıyoruz diyemezsiniz. Eğer bugüne kadar tatmadıysanız çilehaneleri aratmaz. Hatta işkencehane de denilebilir buralara. Yahu çatlatma, neresi burası dediğinizi duyar gibiyim. Neyse size daha fazla çile çektirmeyeyim. Kaplıcalardan bahsediyorum. Kaplıca kaplıca dedikleri tam bir çilehane, hatta işkencehane. Eğer bugüne kadar bir kaplıcaya uğramadıysanız biliniz ki gelmeniz yakındır. Ne zamanki yaşınız ilerler, ağrı ve sızınır artar, kaplıca arayışına girersiniz. Etrafınızda kaplıcaları tavsiye eden gönüllüler var. Sana faydasını bir anlatırlar. Ağzın açık dinlersin. Ardından bir de internetten kaplıcanın faydalarına girerseniz, her derde deva olduğunu anlamakta pek gecikmezsiniz. Çünkü yazılıp çizilenlere göre sıcak su, senin için biçilmiş kaftandır.

Kısa bir araştırmadan sonra benim gibi soluğu bir kaplıcada alırsınız. Kiraladığınız daireye girer, 2x2 ebatındaki havuzu suyla doldurur, sonra beklemeye koyulursunuz. Çünkü adı üzerinde sıcak su. Günde iki defa girmeniz önerilen havuza girerek hareket etmeden en az yirmi dakika durmalısınız. Kapıyı açamazsınız, havuzun içinde buram buram terlersiniz. Nefes almada zorlanırsınız. İçiniz daralır, çarpıntı başlar. Oksijenin dışında her şeyi soluyorsunuz. Karabasanlar basar. Gidiyor muyum yoksa dersiniz. Olmaz, ben yapamayacağım. Burası tam bir çilehane diye içinden geçirirsiniz. Ama faydaları gözünüzün önüne gelince çekeyim bu çileyi diyorsunuz. Vakit geçirmek için hayal kurayım diyorsunuz. Aklınıza hayal de gelmiyor. Elime bir telefon alayım, oynayayım dersiniz. İyi valla! Suyun içinde telefon olur mu? Halihazırda teknoloji suyun içinde telefon icat etmedi. Epey vakit geçmiştir, belki de yirmi dakikayı doldurmuşumdur diyor, sevinçle ayağa kalkıp saate bir göz atıyorsunuz. Daha beş dakika bile geçmemiştir. Durmuş sanki saat. Dervişler çilehanede çekmemiştir bu çileyi. Ama faydası... Yatarsınız tekrar suyun içine. Gözünüz saatte olarak güç bela yirmi dakikayı tamamlar, duşunu alır, dışarı atarsınız kendinizi. Oh be dünya varmış demeye kalmadan bir terleme bir terleme. Balkona çıkıp hava da alamazsınız. Çünkü üşütüp bir çuval inciri berbat etmek de var balkon sefasında. (Sanki incir çuvalın içine konuyor da!)

Çektiğiniz tüm bu çile bir yirmi dakikalık olsa eh dersiniz. Bu işin akşamı var, ertesi sabah ve yine akşamı var, günleri var... Çünkü kaplıcanın faydasını görmek istiyorsanız en az on ila yirmi gün kaplıcada kalmalısınız diyorlar.  Bitecek gibi değil. Bitse dertleriniz bitecek mi? Bir ihtimal. Faydasını görmeyen de çok. Dervişler, çilehanede ahlaki eğitim alıyor, çektiklerine değiyor. Bizimki, tutarsa bir beden terbiyesi. Haydi bedenimizi terbiye ettik. Bitecek mi? Ertesi yaz yine kaplıca arayışı. Of! Çekilir mi? Sanki çile çekmeye gelmişiz bu dünyaya!

Ben diyeceğimi dedim. Bundan sonrası sizin bileceğiniz iş. Ya benim yolumdan gider, gönüllü çilenizi para vererek çekersiniz ya bir derdiniz varsa doktora gidersiniz ya da çekecek çilem varmış deyip kaderinize razı olur, evin bir köşesinde sıranın kendinize gelmesini beklersiniz. Kaplıca veya doktor bize düşen sebebini işlemek. Ötesi yani şifası Allah'a ait. Buna amenna! 

Burada şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Bana bakarak kaplıcadan vazgeçmeyin. Niyetinizi bozmayın benim gibi. Faydasını gören de çok. Ayrıca kaplıca işletmecileri de Allah Allah diyor. Çünkü bu iş tamamen bir sektöre dönüşmüş. Ama en azından gitmedim demezsiniz. Gidin, görün gününüzü! 

Yeter bu kadar değil mi? Zaten vaktim de kalmadı. Çünkü çile çekme vaktim geldi. Bana müsaade. Bana iyi çile, pardon işkence çekmeler...

Aklı Olan Bu Kaleye Çıkmasın!

Düşmanın bile çıkmaya cesaret edemediği 701 basamaklı Afyonkarahisar Kalesine çıktım. Düşman, orada yaşayabilirseniz aşk olsun size demiş olmalı. 

Kaleye çıkarken az sayıda meraklılar gördüm. Emekleyen bir kadın da vardı. Sere serpe serpilmiş her biri. Beni gören moral buldu. Dede çıkarsa biz hayli hayli çıkarız dediler. Önlü, arkalı çıktık hep birlikte. Bayrağa ulaşan on beş kadar kişiydik. Gelin hep birlikte bir fotoğraf çekinelim. Toplam on beş kişiyiz deriz dedim. Gülmekle yetindiler. Bayrağın dışında kalede kare şeklinde bir su havuzu buldum. Birkaç da gözetleme kulesi. Zaten fazla da gözetleme kulesine ihtiyaç yok burada. Çünkü düşman, varsın burası fethedilmesin der, geri döner gider.

Kaleden ayağımın altında kalan Afyon'u çektim. Dağları delerek aşklarını ilan eden Ferhat ile Şirin misali aralarına kalp resmi yapılmış Meryem ile Sinan'ın aşkını gördüm. Az daha aşağıya geldiğimde "Kemal, seni seviyorum. Sibel" yazısını gördüm. Az daha aşağıya indiğimde "Batsın bu dünya" yazısını nakşetmişler taşa. Sanırım kalede aşklarını ilan edenler inişte dünyayı batırmaya yeltenmiş olmalılar.

İnişim esnasında kalenin zirvesine çıkmaya çalışanlara "Dönülmez bir yola girmişsiniz. Aklınız varsa dönün, Afyonluların bile hepsi çıkmamıştır" dedim. Ama kimseye dinletemedim. Hepsi benim gördüğümü görecek. Zaten insanın başına gelen hep meraktan değil mi?

İnişim esnasında çıkmaya çalışan birine "Kardeş, çıkma! Gel bu sevdadan vazgeç" dedim. Kendinden emin bir şekilde "Çıkacağım. Ben hep çıkarım" dedi. Kaç defa çıktın bugüne kadar dedim. "Yüz olmuştur" dedi. Benim gibi ilk çıkanlarda akıl noksanlığı, bunda akıl fazlalığı var dedim içimden. Kütahya'dan geliyormuş bir de. Aklından zoru var gayri, belli.

Kale deyip de geçmeyin. Dimdik bir kale. Çık çık bitmiyor. Ayaklarına kara sular iniyor. Dile kolay 701 basamak. Bir de her bir basamağın iki adım mesafede olduğu düşünülürse 1402 basamak demektir sadece çıkışı. Bunun bir de inişi var. Merak ediyorum, Hititler'den kalma bu kaleyi düşman kuşatıp çıkmaya yeltenmiş midir? Sanmam. 

Neyse merakımı giderdim. Bir güzel terlemiş oldum. Yarım saatte çıkıp yarım saatte indim. 

Tüm bunları niçin mi yazdım? Kaleyi tanıttım size. Olur ya bir gün yolunuz Afyonkarahisar'a düşer. Burada bir kale varmış deyip tırmanmaya yeltenirsiniz. Ben çektim, siz bari çekmeyin istedim. (Gerçi bu yolculuğuma 17 yaşındaki fidan gibi oğlumu da alet ettim. Çocuğun neredeyse tarihe olan sevgisi de yok olacaktı.) Afyon'a geldim, bir yerleri göreyim diyorsanız hemen karşısında Selçuklulardan kalma Ulu Camii var. Mis gibi. Görülmeye değer. Her yeri ahşap. Camide 40 sütun var. İçi loş ve serin. Gerçi koca cami öğle namazında bir safı dolduramadık ama olsun. Ölmez eser.

Ben devletin yerinde olsam, cezaevlerinde yatan suçlularla ilgili bir proje geliştiririm. Bunları günde üç dört defa bu kaleye çıkarır, indiririm. Bak bakalım, bir daha suç işleyebilirler mi? Başlarına da bu kaleye yüz defa çıkan Kütahyalı'yı koyarım. Suç oranları düşer, hapishaneler boşalır. Buyrun size suçluyla mücadele yolu. Var mı ötesi?

Çoğumuz Birbirimizin Kopyasıyız *

Eskiden bir reklam vardı "Yok aslında birbirimizden farkımız. Ama biz Osmanlı bankasıyız" diye. İnancı ve düşüncesi ne olursa olsun bu ülkede yaşayanlar olarak birbirimizin kopyasıyız. Çünkü üzüm üzüme baka baka kararır. Her kesimde istisnalar vardır. Ama çoğunluk psikolojisi içerisinde yok hükmündedirler. Zaten böylesi istisna kişiler etkili ve yetkili yerlerde tutunamazlar. Çünkü durdurmazlar. 

Bu kısa açıklamadan sonra tıpatıp benzeyen yönlerimizin bir kısmını maddeleştirelim. Göreceksiniz ki sadece Osmanlı Bankası gibi isimlerimiz farklıdır.
*Kibirli değilim deriz ama kendimizden başka kimseyi kolay kolay beğenmeyiz.
*Toptancılıkta üstümüze yoktur. Linç girişiminde hakeza…
*Bütüne bakmayız. Parçadan bütüne gider ve bir çıkarımda bulunuruz.
*İyi birer niyet okuyucusuyuz.
*Çok dürüst olmasak da dürüst geçinmeyi ve görünmeyi çok severiz.
*Nerede bir dürüst varsa sorumlu bir makamda değildir. İmkanı olmayan herkes dürüsttür.
*Pire için yorgan yakarız.
*Sevdiğimizi ölümüne sever, nefret ettiğimizden de ölümüne nefret ederiz.
*Hiçbirimizde eleştiri kültürü gelişmemiştir. Eleştiri başkasına yapıldığı zaman hoşlanırız.
*Ben dobra bir insanım deriz. Fakat çoğu farklı yönlerimizi gizleriz.
*Bir yere getirildiğimiz zaman hak yerini buldu, emanet ehline verildi deriz. Görevden alınınca bana haksızlık yapıldı deriz.
*Hepimiz ülkeyi diğer kesime bırakılmayacak kadar severiz. Ülkeyi onlardan kurtarmaya çalışırız. 
*Yerleşmiş kurum kültürünü sevmeyiz. Her şeyimiz kişilere endekslidir. Varsa yoksa kişi…
*Bir yerin içine etsek de kolay kolay istifa yolunu seçmeyiz. Çünkü suçlu biz değiliz. Hep başkasıdır.
*Fırsatını bulan, gücü ele geçiren her kesimin ilk yaptığı iş kadrolaşmadır. Herkesin ağzından düşürmediği ehliyet ve liyakat birer edebiyattan ibarettir.
*Kadrolaşana kızar, ayıplar, eleştiririz. Elimize imkan geçti mi aynısından biz de geçeriz.
*İncinir, kırılırız. Elimize fırsat geçti mi incitir, kırarız. Bu konuda kısas sahibiyiz.
*Zayıfsak alttan alır, bir uzlaşı ararız. Gücü ele geçirince tepeden bakarız.
*Okumuşsak okul hayatında kopya çekmeyenimiz bir elin parmaklarını geçmez.
*Karşıt kesimlerin birbirine güveni yoktur. İlişkilerimiz güvensizlik üzerine yürür. Herkes kendi kesimine çok güvenir, en büyük darbeyi de kendi kesiminden yer.
*İtiraza mahal yoktur. İtaat kültürüne tabiyiz. Yoksa dışlanırız.
*Partiler yasasını değiştirmeyiz. Çünkü işimize gelmez.
*İstişare acizliktir bizde. Hayalimizde tek adam olma vardır.
*Elin gözündeki çöpü görür, kendi gözümüzdeki merteği görmeyiz.
*Torpil, adam kayırma, adamını bulma tam bizim işimiz. Yaparken de kılıfına uydururuz.
*Her şeye bir mazeret ve kılıfımız hazırdır.
*Güçlüye boynumuz kıldan incedir. Zayıfa aslan kesiliriz.
*Çok konuşur, az iş yaparız.
*Hepimiz iyi bir siyasetçi, iyi bir öğretmen, iyi bir doktoruz. Ülke meselelerini çözmede, eğitim ve öğretim işlerini halletmede, hastalık durumlarını tedavi etmede üstümüze yok. İşi, uzmanına bırakmayız. Çünkü beğenmeyiz. Önerilerimiz pek çoktur.
*Her konuda olur olmaz fikrimizi söyleriz. Sanki soran var gibi!
*Sevgi ve nefretimiz önyargıya dayalı.
*Aynı dili konuşuruz ama anlaşamayız. Sorunlarımızı şiddete başvurarak çözmeye çalışırken sorun üretiriz. Şiddete karşıyız ama sorunlarımızı şiddete başvurarak çözmeye çalışırız.
*Sorun üretmede seri üretim yapan bir fabrika gibiyiz. Belki de sürekli ürettiğimiz tek şey budur.

Yetmez mi bu kadarı? Say say bitmez birbirimize benzerliğimiz. Ne de olsa Osmanlı Bankasıyız.

* 27/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.