28 Temmuz 2019 Pazar

Hayata Dair *


*Profesyonel siyasetçi değilseniz amatörce siyaset yapmayın. Bırakın bu işi, bu işe soyunanlar yapsın. Siz kendi işinize yoğunlaşın. Siyasetiniz sandıkla sınırlı kalsın. 
*Ömrünüz birini veya birilerini savunarak veya kötüleyerek geçmesin.  Unutmayın ki hiçbir kişi veya kişiler her daim iyi, her daim kötü iş yapmaz. Felsefeniz doğruya doğru, yanlışa yanlış olsun. Sevip saydığınız kişinin yanlışını ilk siz söyleyerek karşı çıkın. 
*Kendinizin bir fikri olsun. Fikirleriniz doğrultusunda yaşayın. Kişiyi değil, fikirlerini benimseyin. Çünkü kişiler bugün var, yarın yok ya da o kişi sizi yarı yolda bırakabilir. 
*Sloganik yaşamayın. Söylediklerinizi pratiğe geçirin. Derinlemesine düşünün. İlla sloganik yaşayacaksanız yaşantınız sloganik olsun.
*Rakiplerinize, rakip bildiklerinize veya sizinle zıt düşünceye sahip olanlara önyargılı yaklaşmayın. Onları önce dinlemeye ve anlamaya çalışın. Niçin benimle aynı düşüncede değiller, niye onları ikna edemiyorum diye kafa yorun. Asla diyalog ortamını kesmeyin. Kendinizden dolayı kimseyi düşüncenize düşman etmeyin.
*Kendi düşüncenizi sık sık gözden geçirerek güncelleyin. Yanlışlarınızı ayıklayın. Zaman zaman acaba yanlış yolda mıyım diye kendinizi sorgulayın. Özeleştiri yapın. Hatanızı tespit edince özür dileyerek hatadan vazgeçin. Çünkü özür dilemek bir erdemliliktir. 
*Sabit fikirli olmayın. Fikrinizi değiştirebileceğinizi hesaba katın. Çünkü fikirler olaylara, zamana, yaşa bağlı olarak değişebilir. Fikrinizde sabit olup zamanın ruhuna uygun olarak kendinizi yenilemezseniz fikrinizin fanatiği olursunuz.
*Doğru, sadece sizin savunduğunuzdan ibaret olmayabilir. Doğruya giden birden fazla yol olabilir. Bu yüzden rakiplerinize empati ile bakın. Rakibinizin fikrine bakışınız, yüzeysel bilgi ve duyumlardan ibaret olmasın. Eleştiriden önce derinlemesine bir araştırma yapmak lazım.
*Hayatınızı başkasını kötülemek ve eleştirmek üzerine kurmaktansa kendi doğrularınızı anlatın. Kimseyi fikrinden ve yaptığından dolayı kınamayın, ayıplamayın ve gülmeyin. Çünkü bugün ayıpladığımız ve güldüğümüz yarın başımıza gelebilir.
*Bir görev ifa ediyorsanız görevinizi tadında bırakın. Kendinizi bulunmaz Hint kumaşı bilmeyin. Unutmayalım ki kimse vazgeçilmez değil.
*Bir koltuk sahibi iseniz koltuğunuza değer katın. İnsanların size saygısı koltuğunuza değil, koltuğunuza verdiğiniz değerden olsun. Gücünüzü koltuktan almayın. Koltuğa güç katın. Koltuğa oturduktan sonra koltuğun değiştirdiği insanlardan olmayın.
*İşinizi düzgün yapın. Kendinizi işinize verin. İşinizi bırakıp dünyayı düzeltmeye kalkmayın. İşinizi düzgün yaparsanız dünya zaten düzelir.
*Hayattan beklentileriniz büyük olmasın. Küçük beklentilerle yetinin. Geleceğe karamsar bakmayın. Hep ümit var olun.
*Kimseyi gittiğiniz yolda bende yapmayın. Onların akıllarını kiralamayın. İnsanları etkilerken akıllarını kullanmalarına imkan verin. Yol göstericiliğimiz okullarda görev yapan psikolojik danışman ve rehber öğretmenler gibi olsun. Malumunuz rehber öğretmenler, öğrencilere yapacağını söylemez. Öğrencinin ne yapacağını kendisinin bulmasına yardımcı olurlar. Bizimki de öyle olmalı.

*04/10/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Kırk Yılı Geride Bırakan Arkadaşlık

Yıllardır geleneksel hale getirdiğimiz sınıf pikniğimizin, sonuncusunu 27 Temmuz 2019 Cumartesi günü Kent Ormanlarında yaptık. 28 arkadaşımız pikniğimize iştirak etti.

Adına piknik deyip bir araya geldiğimiz pikniğimizde yedik içtik. Yeme-içme bahane tabi. Maksat bir araya gelmek, eski günleri yad etmek, kimin durumu nedir, bilgi sahibi olmak.

Geriye dönüp bakıyorum. Çoğu ile birlikteliğimiz 79 yılına kadar gidiyor. Okuma uğruna yola çıktığımız yolculuğumuz orta birinci sınıfta başlamıştı. Şu ya da bu şekilde ayrılanların yerine gelenlerle iyi bir sinerji oluşturduk.

79 yılında başlayan birlikteliğimiz 1986 yılında okulun bitmesiyle son bulsa da birlikteliğimizi sürdürüyoruz. Dile kolay 40 yılı geride bıraktık. 

Bu birlikteliği sürdürmede -okul sıralarında pek farkına varamasak da- İHL'lik duygusunun etkisi büyük olsa gerek. Öyle kopmaz bir bağ oluşmuş ki arada menfaat yok, beklenti yok. Dün sınıfta tutamadığımız, susturmak için uğraştığımız küçükler büyümüşler, namerde muhtaç olmayacak şekilde değişik işkollarında iş güç sahibi olmuşlar: Kimi emekli olmuş, kimi emeklilikten sonra tekrar çalışma yolunu seçmiş, kimi günlerini torun büyütmeye adamış, kimi hala çalışmaya devam demiş. Çoğunun saçları ağarmış, çoğu dede olmuş bu kişilerin kimi pikniğin sponsoru oluyor, kimi ikramlık getiriyor, kimi mangalın başına geçiyor, kimi arada çay, yemek vs servis işini yapıyor. Kendiliğinden oluşan bir işbölümü. Sessiz ve derinden yürüyor. Müdüre, müdür yardımcısına, öğretmene ve sınıf başkanına ihtiyaç yok. Kimin ne kabiliyeti varsa oraya geçiyor. Arkadaşları yiyip içtikçe yorgunlukları gidiyor. Benim gibi oturup sere serpe uzananları gördükçe gönüllülük esasına göre üzerlerine aldıkları işe daha bir dört elle sarılıyorlar. Öyle ya...o armut pişip ağzımıza düşecek. Hele başka bir istediğiniz var mı demeleri yok mu? Midem büyüse de daha fazla yesem, şu ihtiyar delikanlıların isteklerini yerine getirebilsem dedirtti bana.

Aramızdan yakın zamanda ayrılan arkadaşımızı yad ettik, sevabını bağışlamak üzere hatim indik, dualar ettik, birlikte cemaatle namazlarımızı kıldık, ilahiler söyledik, Kur'an'dan bölümler okuduk. Sonunda nasıl ki kırk yıl ne çabuk geçmişse, günün akşamında da vedalaşarak birlikteliğimizi önümüzdeki yıl devam ettirmek üzere nihayete erdirdik. 

İçlerinde yaşça en büyükleri olarak demek isterim: Hepsinin yolu açık olsun, birlikteliğimiz daim olsun, ne dertleri varsa Allah dertlerini gidersin, imtihanın büyükleriyle Allah imtihan etmesin, hepsine sağlıklı, bereketli uzun ömürler versin. Pikniğin organizesini yapan, pikniğe maddi ve manevi katkıda bulunan, uzak-yakın, işim var demeden pikniğe iştirak eden herkese sonsuz teşekkürler!

İşleri sebebiyle katılamayan arkadaşlarımız! Sanmayın ki sizi unuttuk. Gözlerimiz sizleri aradı. İnşallah seneye sizleri de aramızda görürüz.

Piknikte yeme ve içmenin dışında bir şey yapmadım.* Bu da benden olsun. Nice 40'lı yıllara gençler!

*Niçin bir şey yapmadım? Elimden kör eşek yem yemez diye.

27 Temmuz 2019 Cumartesi

İyiliklerin En Kötüsü Başa Kakmadır

Millet olarak iyi ve hoş yönlerimiz çok olmakla beraber bir kötü yanımız var ki problem mi problem. Sevdiklerimizi yanımızdan uzaklaştıran bir yönümüzdür bu. Nedir bu kötü yönümüz derseniz? Başa kakma derim.

Karşılık beklemeksizin yardım yaparız. Herkesin imdadına koşarız. Verdikçe veririz. İyilikte sınır tanımayız. Amma velâkin daha sonraları en ufak bir durumda tüm bu yaptıklarımızı sayar döker, un-ufak eder, başa kakarız. En hafifinden nankör deriz. Bunun adı bir çuval inciri berbat etmektir. Bu yaptığımız, telafisi ve geriye dönüşü olmayan bir yoldur. Bunun ne insaniyette ne ahlakta ne de dinde yeri vardır.

Belleğinizi biraz yoklarsanız başa kakmanın sayısız örnekleri gözünüzün önüne gelir. Mesela hiç düşündük mü Kuzey Kıbrıslı soydaşlarımız bizden niçin haz almaz? Bugün bir referandum yapılsa “Güney Kıbrıs'la birleşmeyi mi istersiniz yoksa Türkiye ile mi” dense bizim soydaşlarımız hangi ülkeyi tercih eder? Herhalde Türkiye'yi değil, Rum Devletini tercih eder. Niçin böyle, hiç sorduk mu kendimize? Ben de bunu merak eder, soy ve dindaşlarımız bizi niye sevmez diye sorardım kendi kendime. Sonunda bu sorumun cevabını bir TV kanalında CHP eski milletvekili Sayın Aytuğ Atıcı'yı dinlerken buldum. Sayın Atıcı, Kıbrıslı soydaşlarımızın bizden nefret etmesini Kıbrıs Harekâtından sonra "Biz sizi Rumlardan kurtardık. Biz olmasaydık Rumlar sizi öldüreceklerdi" sözlerini sık sık hatırlatmamıza bağladı. Katılır veya katılmazsınız, böyle sözler söylendi veya söylenmedi ama bu cevap bana mantıklı geldi. Gerçekten biz bir harekât yapmasaydık Rumlar Kıbrıs'taki Türklerin çoğunu öldürecekti. Bu doğru. Bu bir iyilik mi? İyilik… Peki bizim bunu sık sık tekrarlayıp onların ensesinde boza pişirmemizin bir anlamı var mı? Yok. Bu, düpedüz bir başa kakmadır. Belki de bundandır ki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vatandaşlarının çoğu bize mesafeli ve uzak. Bu yaptığımız Ömer Seyfettin'in Diyet isimli kitabında anlattığı kol kesme hikayesinden başkası değildir. Yine yağmurda ıslanmasın diye Nasrettin Hoca'ya şemsiyesini veren kimsenin daha sonraları sık sık "Benim şemsiye olmasaydı o gün senin halin nice olurdu Hoca" demesine benzer. Diyet'te hikayenin sonu, sürekli başa kakılan kol kesilerek biter, Nasrettin Hoca fıkrasında da hoca kendisini elbisesiyle birlikte havuza atıp ıslanarak kurtarır.

Geçmişten günümüze bu başa kakma sendromumuz hız kesmeden devam ediyor. Yeter ki iyilik yapanla aramız açılsın. Ondan sonra anandan doğduğuna pişman olursun. "Nankör... Olmasaydı sen bir hiçtin... Sayesinde bir yere geldin... Yoksa seni kim tanırdı... Senin ne özelliğin var... Bugünkü bu geldiğin yeri ona borçlusun..." gibi. Allah aşkına bu tür söylemin kime ne faydası var? Maksat uzaklaştırmaksa alası yapılmıştır. Bu sözü söylemekle ha taşı atıp başını yarmışsın ha öldürmüşsün. Hiç farkı yok. Sonra sonra baş yarmanın belki bir izahı olur: kızdım, attım dersin. Fakat başa kakmanın bir izahı olamaz. 

Demem odur ki maksat üzüm yemekse başa kakmayalım. Balık bilmezse Halık bilsin. Çünkü yaptığımız en küçük bir iyilik daha sonra gelir bizi bulur. Eğer bir gün başa kakacaksak hiç iyilik yapmayalım. Çünkü sonucu itibariyle telafisi mümkün olmayan bir yok oluştur başa kakmak.