9 Temmuz 2019 Salı

Yeni Hayat Felsefem

*İyilerle oturup iyilerle kalkacağım.
*Hacet sahibi ise yanına varmayacağım. Varmak zorunda kalırsam, bir an evvel yanından uzaklaşma azim ve gayreti içerisinde olacağım.
*Bir suç mu işledi? Tövbe etse de pişmanım dese de çızıp atacağım. Geçmiş olsun demeyeceğim gibi karşılaştığım zaman görmezden geleceğim. Çünkü ne olur ne olmaz. Maazallah bana ondan suç bulaşabilir. Bulaşmasa da onu koruyup kolladığım anlaşılabilir. Sonra yapmasaydı...öyle değil mi? Bak ben yapıyor muyum? Kazara karşılaşmak zorunda kalırsam o değilden "Durumuna üzülüyoruz elbet! Ama yapacak bir şey yok" diyeceğim. Böyleleriyle bu dünyada aynı havayı teneffüs ediyorum. Allah bu yüzden beni affetsin ama öbür dünyada karşılaşmak istemiyorum. Çünkü ben sütten çıkmış bir ak kaşığım. 
*Adam düşmüş mü? Düşmez kalkmaz bir Allah'tır. Vardır bunda da bir hayır diyeceğim. Gerekirse iyice düşmesi için ardından bir tekme sallayacağım.
*İçimden gelmese de gülenin yanında güleceğim, ağlayanın yanında ağlayacağım, küfredenin yanında küfredeceğim. Hasılı kim ne yaparsa onu yapacağım. Asla kendim olmayacağım. Bunun doğrusu şu. Siz yanlış yapıyor, yanlış düşünüyorsunuz demeyeceğim. Hep nabza göre şerbet vereceğim. Zamanın ruhu neyi gerektiriyor, geçer akçe ne ise ben o olacağım. Öyle olacağım ki görenler parmağını ısıracak, helal olsun adama, nasıl da değişti, doğru yolu buldu diyecekler. Arkamdan ne konuşurlarsa konuşsunlar.
*En nefret ettiğim şey prensiplerim ve kırmızı çizgilerim olacak. Hepsini rafa kaldıracağım. Su akarken testimi doldurmaya bakacağım. Çoğunluk nerede, ben orada olacağım. Güç kimde ise onun yanında yer alacağım. 
*Kimseyi karşıma almayacağım. Deli ile deli, veli ile veli, çocukla çocuk, büyükle büyük. Nabız ve şerbet ortaklığı burada ve her yer ve ortamda geçerli. Belki de tek prensibim bu olacak.
*Kimseyi eleştirmeyeceğim. Sonra eleştiri benim ne haddime! Yerimi ve haddimi bileceğim. Alternatif fikir sunmayacağım. Fikirsizlik belki de ikinci prensibim olacak.
*Çok konuşmayacağım, genelde dinleyici ve tasdik edici bir rol üstleneceğim: Öyle, evet, aynen, katılıyorum, ne güzel düşünmüş ve yapmışsınız gibi. Bu da üçüncü prensibim olabilir. Zaten en büyük hayallerimden biri de noter olmaktı. Parası olmasa da bu hayalimi bu vesileyle gerçekleştirmiş olacağım.
*Biri bir göreve ya da makama atandı mı? "Efendim! Hayırlı olsun! Koltuk tam şimdi layığını buldu. Maşallah ne de güzel yakışmış. Aslında daha büyük görevlere layıksınız" diyeceğim. Aynı kişi koltuktan alındı mı yine "Layığını buldu. Zaten hak etmiyordu" diyeceğim arkasından. Kazara karşılaşınca "Size haksızlık yapıldı" diyeceğim. Koşarak yerine atanan kimsenin yanına varıp hayırlı olsun dileklerimi ve iltifatlarımı noktası virgülüne dokunmadan tekrarlayacağım.

Gördüğünüz gibi yeni hayat felsefem bu şekilde. Bir kısmını yazdım sadece. Tüm bunları yaparken dişlerimi biraz sıkarım ama olsun. Bence değer. Zaten pek diş de kalmadı. Dudaklarımı ısırırım. O kadar da olsun...


8 Temmuz 2019 Pazartesi

Gemi Eskisi Gibi Niçin Yol Almıyor? ***

Bazen adı konmamış sorunlar olur. Kimse sorunun ne olduğunu bilmez ya da bilmezden gelir. Sorunun etrafında döner durur. Sorunu çözmek için kimse eteğindeki taşı dökmez. Bir türlü sadede gelinmez. Herkes esas soruna eğilmeden sorunu çözme derdinde. Bu durum karanlık yerde eşyasını yitirdikten sonra eşyasını bulmak için aydınlık yerde yitiğini arayan ama bir türlü bulamayan Nasrettin Hocaya benzer. Yine bu durum, teşhisi konmamış hastaya ağrısını kessin diye ağrı kesici vermeye benziyor. 

Konuyu biraz müşahhaslaştırayım. Malumunuz Milli Görüş çizgisinden bir grup, "Yenilikçi hareket" olarak partilerinden ayrıldıktan sonra sırt sırta vererek kurdukları partileri kısa zamanda zirveye oturdu. İyi, güzel ve yararlı hizmetler yapmış olmalılar ki halk onlara hep iktidar vizesini verdi. Hala da iktidardalar. Yalnız bu iktidar yola birlikte çıktıkları iktidar değil. Dümenin başında kalan dışında yol arkadaşlarının kahir ekseriyeti gemiyi terk etti veya terk ettirildi. Partide azımsanamayacak bir küskünler ve kırgınlar ordusu oluştu.

Parti şimdi yeniden yol ayrımında görünüyor. Ya gemiyi veya treni terk edenler yeniden kazanılıp eskisi gibi yola devam edilecek ya da tıpkı eskiden olduğu gibi parti "Gelenekçi" veya "Yenilikçi" diye bölünecek. Çünkü alttan alta yeni parti çalışmaları yapıldığı haberlere yansımaktadır. Partiye gönül vermişlerin en büyük arzusu partinin bölünmeden tek parti çatısı altında yeniden bir araya gelinmesi; kızgın, küskün ve kırgınların geri dönmesi. Siyasette bir gün çok uzun sayılır. İlerleyen günlerde ne tür gelişmeler olur? Bekleyip göreceğiz.

Çoğu kimse bu durumu makam, mevkileri paylaşamadılar. Küskünlük de bundan şeklinde görüyor. Hatta adını "Trenden inenler" diye adlandırıyorlar. Halbuki mesele treni terk etme, trenden indirilme veya makam ve mevkiden uzaklaştırmaktan ibaret değil. Dışarıdan okumaya çalışan biri olarak esas mesele yol, yöntem, metot ve yönetim tarzı. Bu durum daha önce "Gelenekçi" ve "Yenilikçi" durumlarına benziyor. Tedbir alınmaz, bir araya gelinmez, sorunlar masaya yatırılmaz, taraflar birbirine ödün vermez tavırlarını  devam ettirirler ise aynı akıbete doğru gidiyorlar. Bugünkü durum o günlere çok benziyor. Tek farkı "Gömlek" çıkarıldığında bu ülkenin yeni bir harekete ihtiyacı vardı. Bugün ise yeni parti ihtiyacı olup olmadığı tartışma konusu. Bugünkü durum zayıflamaya yüz tutmuş güçlerinin iyice zayıflaması sonucunu doğurabilir.

Böyle bir durumda çoğunluk gemiyi veya yer edenlere kızıyor, gelin geriye diyor. İzin verirseniz sorunu biraz daha açmak istiyorum. Olaya her iki kesimin gözüyle(kaptan ile gemiyi terk edenler) gözüyle bakmaya çalışacağım:

Halktan defalarca iktidar vizesi alan geminin kaptanlığı tek kişinin üzerine binmiş görünüyor. Bu tek kişi tüm yetkileri üzerine alarak gemiyi sağa-sola çarpmadan, yolda yeni yolcular alma niyetiyle gemiyi limana götürmeye çalışıyor. Öyle çalışıyor ki ne dinleniyor ne de uyuyor. Durmadan koşturuyor. Kaptanlıkta kendisine yardımcı olsun diye aldıkları yeterince faydalı değil. Zaten kaptan da bunlara pek güvenmiyor.

Gemiyi şu ya da bu şekilde terk edip ama daha tam uzaklaşmayan eski yardımcılar ise "Tüm yetkiyi üzerine aldın, gemiyi hızlı bir şekilde limana götürmeye çalışıyorsun. Eskisi gibi istişare etmiyor, söz dinlemiyorsun. Gemi bu şekilde yol alamaz. Varıp duvara toslayacaksın. Yine geminin başında sen ol, eskisi gibi görev dağılımı yap. Bu durum hem kendin hem gemin için elzemdir. Çünkü kaptanlık, kişinin tek başına götüremeyeceği kadar zordur. Bak biz uzaklaştık. Gemi eskisi gibi iyi gitmiyor. Yalpa yapıyor sürekli. Böyle giderse gemiyi batıracaksın. Bak eskisi gibi geminin müşterisi kalmadı. Memnun olmayıp bizden ayrılan müşteri diğer gemiye biniyor.  Çünkü bu işleri tek başına yapmaya kalkınca müşteriye kızıyor, ayar veriyorsun. Ki bu doğaldır. Çünkü geminin güvenilir yardımcıları olmayınca her işe sen koşuyorsun" demeye çalışıyorlar.

Kaptan ve gemiyi terk edenler sorunu çözmek istiyorlar ve bunda samimi iseler bunun yolu iletişim, istişare ve kendileriyle yüzleşmektir.

***11/07/2019 günü Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

7 Temmuz 2019 Pazar

Kadın Üniversiteleri ***

Japonya dönüşü Cumhurbaşkanımız Erdoğan yaptığı bir konuşmada "Japonya'da 80 kadar kadın üniversitesi var. Niçin bizde de olmasın" dedi. Ardından aynı toplantıda kendisini dinleyen YÖK Başkanına "Böyle bir çalışma yap" talimatını verdi. Bundan sonra YÖK Başkanı kadın üniversitesi açacağım, nerede açayım, hangi bölümler olsun diye  düşünsün dursun.

Erdoğan'ın dediği kız öğrencilerden oluşacak üniversite ne zaman açılır bekleyip göreceğiz. Yalnız kulağa hoş gelen bu tür üniversite bir açılırsa öyle zannediyorum Anadolu'dan birçok şehrin ileri gelenleri ve STK’ları, siyasilere "İlimize bir kadın üniversitesi istiyoruz" talepleriyle gideceklerdir. Siyaset de bu isteklere kulağını tıkamayacaktır. Öğrencisi kadınlardan oluşacak bu tür üniversiteler ne kadar yaygınlaşır, kurulduğu zaman başarı şansı ne kadardır, talep olur mu, talep olursa da YÖK hepsini karşılayabilir mi? Diyelim ki açıldı. Tüm işkollarına hitap edecek bölümlere yer verebilecek mi? Çünkü o kadar çeşit meslek var ki say say bitmez. Hepsini bekleyip göreceğiz.

Dünyada örnekleri olan ve tamamen iyi niyetle dillendirilen kadın üniversitelerinin olabileceğini kabul ediyorum. Ama pratiği üzerine bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Bu yazacaklarımdan karma eğitimi savunduğum falan anlaşılmasın. Öyle bir niyetim yok. Devletin ideal bir eğitim sistemi bulamadığı gibi ben de kafamda ideal bir eğitim sistemi oluşturamadım.

Kadın üniversiteleri çoğu kız çocuğunun aileleri tarafından okutulmadığı 60’lı, 70’li, 80’li yıllarda düşünülseydi bir ihtiyacı giderecek, eh derdim. Ama günümüzde kız çocuklarını aileler okutuyor ve kızlarımız çok da başarılılar. Hangi üniversitenin, hangi bölümüne giderseniz kız çocuklarının ağırlığını görebilirsiniz. Yakında gözde mesleklerin bölümünde okuyan erkekleri mumla ararsak hiç şaşırmayalım. Benim okuduğum 90’lı yıllarda amfilerde çoğunluğu erkeklerden oluşan öğrencilerin içerisinde 3-4 kız öğrenci var iken bugün durum tersine dönmüş durumda. Amfi ve sınıflarda 3-4 erkek, geri kalanı kız öğrencilerden oluşuyor. Bu durumu kamu ve özel çalışanlarına bakarak da görebiliriz. Yine eskiden kamuda çalışanlarda eleman alımında “kız” veya “erkek” olmak şartı aranırdı. Şimdilerde böyle bir durum da yok. Artık kamuya eleman alımında erkek-kız arama şartı neredeyse kalktı gibi. Erkek mesleği diye bilinen mesleklerde kadınları, kadın mesleği denilen mesleklerde de erkekler istihdam edilebiliyor. Demem odur ki kadın üniversitelerine bu aşamada gerek yok. Çünkü erkeklere göre çok başarılı olan kızlarımız giderekten üniversiteleri tamamen kaplayacak. Zaten kendiliğinden kadın üniversitesine dönüşecek.

Burada değinmek istediğim bir diğer husus, üniversiteleri kadın ve erkek diye dönüştürsek bile bu toplumun kadını ve erkeği şehirde, otobüste, dolmuşta, çarşı ve pazarda iç içe. Çünkü bir zorunluluk var. Tek başına üniversiteyi cinsiyete göre ayırmak çözüm değil gibi. Kadın üniversiteleri açmak yerine, 18 yaşına gelmiş ve rüştünü ispatlamış kız ve erkek çocuklarının başta üniversiteler olmak üzere toplum içerisinde kendilerini kötülerden ve kötülüklerden korumalarını öğretsek daha iyi olur diye düşünüyorum. Bir diğer husus üniversite açmak demek aynı zamanda bir maliyeti gerektirir. Çok sayıda üniversite sayımızın yanında yenilerinin açılması darboğazda olan ekonomimize artı yük getirecektir. Yine de hayırlısı diyelim.

***09/07/2019 günü Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.