Ana içeriğe atla

Gemi Eskisi Gibi Niçin Yol Almıyor? ***

Bazen adı konmamış sorunlar olur. Kimse sorunun ne olduğunu bilmez ya da bilmezden gelir. Sorunun etrafında döner durur. Sorunu çözmek için kimse eteğindeki taşı dökmez. Bir türlü sadede gelinmez. Herkes esas soruna eğilmeden sorunu çözme derdinde. Bu durum karanlık yerde eşyasını yitirdikten sonra eşyasını bulmak için aydınlık yerde yitiğini arayan ama bir türlü bulamayan Nasrettin Hocaya benzer. Yine bu durum, teşhisi konmamış hastaya ağrısını kessin diye ağrı kesici vermeye benziyor. 

Konuyu biraz müşahhaslaştırayım. Malumunuz Milli Görüş çizgisinden bir grup, "Yenilikçi hareket" olarak partilerinden ayrıldıktan sonra sırt sırta vererek kurdukları partileri kısa zamanda zirveye oturdu. İyi, güzel ve yararlı hizmetler yapmış olmalılar ki halk onlara hep iktidar vizesini verdi. Hala da iktidardalar. Yalnız bu iktidar yola birlikte çıktıkları iktidar değil. Dümenin başında kalan dışında yol arkadaşlarının kahir ekseriyeti gemiyi terk etti veya terk ettirildi. Partide azımsanamayacak bir küskünler ve kırgınlar ordusu oluştu.

Parti şimdi yeniden yol ayrımında görünüyor. Ya gemiyi veya treni terk edenler yeniden kazanılıp eskisi gibi yola devam edilecek ya da tıpkı eskiden olduğu gibi parti "Gelenekçi" veya "Yenilikçi" diye bölünecek. Çünkü alttan alta yeni parti çalışmaları yapıldığı haberlere yansımaktadır. Partiye gönül vermişlerin en büyük arzusu partinin bölünmeden tek parti çatısı altında yeniden bir araya gelinmesi; kızgın, küskün ve kırgınların geri dönmesi. Siyasette bir gün çok uzun sayılır. İlerleyen günlerde ne tür gelişmeler olur? Bekleyip göreceğiz.

Çoğu kimse bu durumu makam, mevkileri paylaşamadılar. Küskünlük de bundan şeklinde görüyor. Hatta adını "Trenden inenler" diye adlandırıyorlar. Halbuki mesele treni terk etme, trenden indirilme veya makam ve mevkiden uzaklaştırmaktan ibaret değil. Dışarıdan okumaya çalışan biri olarak esas mesele yol, yöntem, metot ve yönetim tarzı. Bu durum daha önce "Gelenekçi" ve "Yenilikçi" durumlarına benziyor. Tedbir alınmaz, bir araya gelinmez, sorunlar masaya yatırılmaz, taraflar birbirine ödün vermez tavırlarını  devam ettirirler ise aynı akıbete doğru gidiyorlar. Bugünkü durum o günlere çok benziyor. Tek farkı "Gömlek" çıkarıldığında bu ülkenin yeni bir harekete ihtiyacı vardı. Bugün ise yeni parti ihtiyacı olup olmadığı tartışma konusu. Bugünkü durum zayıflamaya yüz tutmuş güçlerinin iyice zayıflaması sonucunu doğurabilir.

Böyle bir durumda çoğunluk gemiyi veya yer edenlere kızıyor, gelin geriye diyor. İzin verirseniz sorunu biraz daha açmak istiyorum. Olaya her iki kesimin gözüyle(kaptan ile gemiyi terk edenler) gözüyle bakmaya çalışacağım:

Halktan defalarca iktidar vizesi alan geminin kaptanlığı tek kişinin üzerine binmiş görünüyor. Bu tek kişi tüm yetkileri üzerine alarak gemiyi sağa-sola çarpmadan, yolda yeni yolcular alma niyetiyle gemiyi limana götürmeye çalışıyor. Öyle çalışıyor ki ne dinleniyor ne de uyuyor. Durmadan koşturuyor. Kaptanlıkta kendisine yardımcı olsun diye aldıkları yeterince faydalı değil. Zaten kaptan da bunlara pek güvenmiyor.

Gemiyi şu ya da bu şekilde terk edip ama daha tam uzaklaşmayan eski yardımcılar ise "Tüm yetkiyi üzerine aldın, gemiyi hızlı bir şekilde limana götürmeye çalışıyorsun. Eskisi gibi istişare etmiyor, söz dinlemiyorsun. Gemi bu şekilde yol alamaz. Varıp duvara toslayacaksın. Yine geminin başında sen ol, eskisi gibi görev dağılımı yap. Bu durum hem kendin hem gemin için elzemdir. Çünkü kaptanlık, kişinin tek başına götüremeyeceği kadar zordur. Bak biz uzaklaştık. Gemi eskisi gibi iyi gitmiyor. Yalpa yapıyor sürekli. Böyle giderse gemiyi batıracaksın. Bak eskisi gibi geminin müşterisi kalmadı. Memnun olmayıp bizden ayrılan müşteri diğer gemiye biniyor.  Çünkü bu işleri tek başına yapmaya kalkınca müşteriye kızıyor, ayar veriyorsun. Ki bu doğaldır. Çünkü geminin güvenilir yardımcıları olmayınca her işe sen koşuyorsun" demeye çalışıyorlar.

Kaptan ve gemiyi terk edenler sorunu çözmek istiyorlar ve bunda samimi iseler bunun yolu iletişim, istişare ve kendileriyle yüzleşmektir.

***11/07/2019 günü Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Yorumlar

  1. Laf söylesek kim duyar söylemek ne olur. Bizleri duyan mı var. Peygamberimiz Kim neye layıksa öyle yönetilir demiyor mu? Layık olduğumuz şekilde yönetiliriz. Elimizde, dilimizden bir şey gelmiyor. Sadece dua edebiliriz. Bizler de onu yapıyoruz. Allah hakkımızda hayırlısını versin inşallah.

    YanıtlaSil
  2. İnşallah. Söylediklerimizin aynısını ve benzerlerini çok kişi dinlendiriyor. Duyulmaya duyuluyor. Ama "Benim doğrum" engelliyor. Biz bu vesileyle içimizi dökmüş oluyoruz.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde