24 Nisan 2019 Çarşamba

Türkiye İttifakı mı Dediniz? ***


Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmemizin ardından 24 Haziran 2018 tarihinde erkene alarak yaptığımız cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerinde Türkiye, ilk defa Cumhur ve Millet İttifakları ile tanıştı. Ardından 9 ay sonra yapılan mahalli idareler seçimlerinde resmen olmasa da partilerimiz il-ilçe ve büyükşehirler bazında yine ittifak yaparak seçimlere girdiler. Görünen o ki bundan sonra seçimlerde ittifak sözünü çok duyacağız. Partiler bir sonraki seçimlerde aynı ittifaklarla mı seçimlere giderler, ittifaklar bozulur mu, yeni ittifaklar kurulur mu, bugün karşı ittifakta yer alan partiler yarın aynı ittifakta yer alırlar mı, bunu da zaman gösterecek.

31 Mart seçimlerinden sonra ülkenin gündemine şimdi "Türkiye İttifakı" düştü. Bu ittifakı ilk defa Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan dillendirdi. Ne demek istediğini anlamadan eyvah dedim. Endişem ittifak kelimesine tabii ki… Çünkü TDK'ya göre ittifak: "anlaşma, uyuşma, bağlaşma...oy birliği...birlikte hareket etmek üzere anlaşma...birleşme" anlamlarına geliyor.

İyi, güzel, ne var bunda diyebilirsiniz? "Türkiye ittifakı" güzel ve kulağa hoş geliyor ama ittifakın doğasında, anlaşamadıkları takdirde sen yoluna, ben yoluma deyip çekip gitme vardır. Nitekim dünyada kurulan ittifaklar bir müddet sonra yerini ayrılığa bırakmıştır. Konuya bir de bizde kurulan ittifaklara bakalım. 24 Haziran 2018 seçimlerinde kurulan Cumhur İttifakının iki partisi, halen birlikteliklerini devam ettiriyor. Resmiyette ittifak yapmasa da 24 Haziran seçimlerine AK Parti listelerinde yer alarak ittifaka destek veren BBP, 31 Mart seçimlerinde birçok yerde seçimlere kendi parti amblemiyle girdi. Yine Millet İttifakı olarak 24 Haziran seçimlerine CHP, İYİ Parti ve SP birlikte girmişlerdi. 31 Mart'ta SP, ittifakın içinde yer almadı. İYİ Parti, 24 Haziran seçimlerinden sonra ittifakın bozulduğunu ifade etmişti. Sonra tekrar ittifak yaptılar. Demem odur ki ittifakların doğasında bozulma, anlaşamama ve ayrılma vardır. Bir an için partilerimiz bir araya gelerek Türkiye ittifakı kurdular. Bu, güzel ama bir gün biz anlaşamıyoruz, ayrılacağız derlerse ne olacak? 

Türkiye ittifakı ile ne kastettiğini soranlara Sayın Erdoğan "Türkiye ittifakı da Cumhur İttifakı'nın farklı bir versiyonudur. Biz şu anda 82 milyonu farklı farklı şeylere ayırarak konuşamayız. 82 milyonu biz bir ittifak içerisinde 'tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet' olarak topluyoruz. Kastımız da budur." açıklamasını yaptı. Sanırım Erdoğan Türkiye ittifakı derken Türkiye'nin birliğini kastediyor. Eğer böyle ise eyvallah derim. Zaten olması gereken de budur. Çünkü bugün her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyacı var. Ülkenin huzur ve dirliği için bu durum aciliyet arz ediyor. Bunun için Türkiye ittifakının söz bazında kalmayıp içini doldurarak işe başlanmasında fayda vardır. Her konuda yüzde yüz birlikteliğimiz olmaz ama en azından asgari müştereklerde buluşabiliriz:
*Kucaklayıcı bir dil,
*Kendimiz için istediğimizi bizim gibi düşünmeyenler için de istemek. (veya tersi)
*Kıvanç ve tasada birliktelik,
*Teröre karşı tek vücut,
*Farklı fikirlere tahammül, eleştiriye açık olmak.
*Farklı fikir ve görüşte olanların aralarında diyalog ve iletişimi kesmemeleri,
*Kimse kimsenin hayat tarzına müdahalede bulunmaması,
*Birbirimize güven vermek gibi
Bir ve beraber olmak için yeter ki iyi niyetle ilk adımı atalım. Arkası gelir inşallah!

***27/04/2019 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


23 Nisan 2019 Salı

Derdiniz Ne Sizin?

Birlik ve beraberliğiniz düşman çatlatan cinstendi. Zorluk ve güçlüklere karşı sırt sırta verip kenetlendiniz. Korku ve yıldırmalara pabuç bırakmadınız. Zirvenin en alasını gördünüz. Bin bir mücadeleyle elde ettiğiniz makamları kimsenin yapamayacağı şekilde birbirinize sunarak fedakarlığın ve dostluğun en güzel örneklerini verdiniz. Aldığınız emaneti emin adımlarla götürürken zirve sizi, siz de zirveyi sevdiniz.

İş böyle devam ederken Çin işkencesi gibi teker teker birbirinizden ayrılmaya başladınız. Sebep ne? İktidarı kaybetseniz ya da bir kazaya uğrasanız; öküz öldü, ortaklık bitti. Eh olabilir, nimet bitince kimse külfete ortak olmaz diyeceğim. Öyle bir şey de yok. Hala zirvedesiniz. O halde mesele ne? Makam ve mevkileri mi paylaşamadınız? Sanmam. Çünkü kimsenin vazgeçemeyeceği makamları birbirinize altın tepsi içinde sundunuz. Düşünceleriniz mi farklılaştı? Yok öyle bir şey. Hala aynı düşünce yapısına sahipsiniz. Birbirinizin mahremine el uzatıp kanlı bıçaklı mı oldunuz. Yine yok böyle bir şey. Önünüze mikrofon uzatılsa aramızda sorun yok diyorsunuz. Madem sorun yok. Niçin bir araya gelmiyorsunuz? Niye kaçıyorsunuz birbirinizden? Bu kaçış niye, nereye kadar? Kendinize öz güveniniz mi yok? Söyleyecek sözünüz mü kalmadı? Birbirinize kapılarınız mı kapalı, bakacak yüzünüz mü yok? 

Bir sorun olduğu belli gayri. O zaman niçin bir araya gelip sorunlarınızı masaya yatırmıyorsunuz? Birbirinizden kaçışınız suçluluk psikolojisi mi? Bir araya gelip oturamıyorsanız niçin basın yoluyla birbirinize laf dokunduruyorsunuz? Yok mu sizi bir araya getirecek, sizi barıştıracak sizin dostlarınız? Hepsini bitirdiniz mi? Haydi yok diyelim. Niçin sizi tutan kalemşorlarınıza bir şey söylemiyorsunuz? Çünkü onlar sizin aranızı daha da açıyor. Onlar benim kardeşim, kardeşlik hukukumuza laf söyletmem demiyorsunuz? Sizde geçmişin hatırına ahde vefa da mı yok?

Benim anladığım kadarıyla sizin aranızdaki anlaşmazlığın sebebi yönetim anlayışınızdaki farklılığınızdan kaynaklanıyor. Biriniz cumhurbaşkanlığı sistemini isterken öbürleriniz parlamenter sisteminden yanasınız. Biriniz tüm yetkiler bende olacak derken öbürünüz yetki, sorumluluk paylaşılsın istiyorsunuz. Sorun bu ise oturup konuşacaktınız. Ama siz ne yaptınız konuşmadınız. Birbirinize eyvallah demediniz. Filistin-İsrail bile zaman zaman bir araya gelebiliyor iken siz birbirinizden kaçtınız.  Kaçtıkça sorununuz azalmıyor; kırgınlıklar, küskünlükler, incinmişlikler artıyor. Bu da ülkeye yansıyor. Camiayı üzüyor. Artık birbirinize saygı da duymuyorsunuz. Kusura bakmayın ama aralarındaki sorunu konuşarak çözemeyen kardeşler Türkiye'nin sorunlarını çözemezler.

Size ne yapmak lazım biliyor musunuz? Sizin hepinizi bir araya getirip haydi eteğinizdeki taşları dökün denecek. Sorunu çözmeye yanaşmıyor musunuz ya da anlaşamadınız mı? O zaman yapılacak tek şey var: Eşeği suya göndermek hem de uzak bir yere. Ondan sonra eline sopayı alacaksın ve eşek sudan gelinceye kadar döveceksin. Dayak acıttı "anam" mı dediniz? Anan ya diyeceksin ve vurmaya devam edeceksin, hem de bıkmadan, usanmadan ve acımadan. (Bu arada dayağa ve şiddete karşıyım ama beni buna mecbur ettiniz.)

Şehidimize Saygı Lütfen! *


Gençliğinin baharında canını vererek bedel ödeyen dört şehidimizin kanı daha kurumamışken acılarımız daha taptaze iken ateşin düştüğü yer hala aileleri yakarken biz şehit cenazesinde itişip kalkışıyoruz ve atılan yumruğu konuşuyoruz. Değdi mi, değmedi mi, organize bir eylem mi, arkasında birileri var mı, saldırganlar köyden mi,  saldırganlar dışarıdan mı, polis ya da jandarma güvenlik tertibatı almış mı, almamış mı, saldırganların arkasında bir azmettirici var mı, yok mu, bu olaydan hükümet mi sorumlu yoksa Ana muhalefet mi sorumlu tartışmaları yapıyoruz.

Ana muhalefet lideri ve beraberindeki heyete(veya herhangi bir kimseye) yapılan linç girişimini kim yapmışsa arkasında kim varsa bu şiddet olayını asla tasvip etmiyorum.  Bu olayı da küçümsemiyorum. Yakalanan zanlıların ucu kime, nereye gidecekse sonuna kadar gidilmesini istiyorum. Yapılsın ki önüne gelen birilerine şiddet yoluyla racon kesmeye kalkmasın.

Şehit cenazesinde verilmiş sadakamız varmış ki orta yerde şehidimiz dışında ölüm yok. Bir an için düşünelim. Bu kargaşa ortamında silahlar patlamış olsaydı belki bugün atılan yumruğu konuşmuyor, sokağa dökülmüş ve birbiriyle kozlarını paylaşan sıcak sokak çatışmalarını izliyor olacaktık ya da kendimizi bu ortamın içinde bulacaktık. Bu, iç savaş demektir.

Şehit cenazesinde cereyan eden bu olay hepimizin kulağına küpe olmalı. Başta siyasiler olmak üzere herkes işin ciddiyetinin ve vahametinin farkına varmalı. Sorumluları yakalanmış bu menfur olayı artık adliyeye bırakmalıyız. Şiddet sahipleri gerekli cezayı almalı. Olayın azmettiricisi varsa ortaya çıkarılmalı. Yumruk olayını daha fazla kaşımayalım. Gündemden düşürelim. "Sen şunu dedin, ben bunu dedim. Sen suçlusun" suçlamalarını bir tarafa bırakalım. Zaman tansiyonu düşürücü açıklamalar yapma zamanı. Pamuk ipliğine bağlı birlik ve beraberliğimizin fitilini ateşleyecek söylemlerden kaçınmalıyız. Özellikle şehit cenazelerinde… 

Kimse unutmasın ki şehitler bizim yumuşak karnımızdır. Kimse şehitler üzerinden bir gelecek devşirmeye kalkmasın. Kimin, kiminle ne kavgası varsa bunun yeri şehit cenazesi değildir. Gitsinler kozlarını istedikleri yerde paylaşsınlar. Cenazelerimiz ve cenaze sahipleri cenazelerine saygı bekler, son görevin en iyi şekilde yapılmasını ister. Biz bağrımıza taş bastırır, içten içe ağlar, Allah'tan geldik, Allah'a gideceğiz" der, sessizce cenazemizi defnederiz. Hele bu cenaze bir de şehit cenazesi ise saygıda asla kusur etmeyiz. Cenaze boyunca aramızdaki husumeti bırakır, yan yana saf tutarız. Biz böyle bir milletiz. Adap ve nezaket kuralları da bunu gerektirir. Kavga mı edeceğiz? Cenazeden ayrılır; başka bir gün, başka bir yerde gerekirse kavgamızı devam ettiririz.

Bizim için diri olan, cenazesini kıldığımız şehidimiz; cenazesinde olup bitenleri izledikten sonra dile gelip bize ne derdi acaba? Herhalde “Ben sizin birlik, dirlik ve huzurunuz için bedel ödedim, canımı ortaya koydum. Yumruğun hesabı mı olur? Canımın karşılığında siz birbirinize giriyorsunuz. Üzerimden çekin ellerinizi. Gidin kavganızı başka yerde yapın. Lütfen benim üzerimden ucuz kahramanlık yapmayın. Vay yazık! Tuh size” demez miydi?

Şehidimize saygı lütfen! 

*24.04.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.