10 Mart 2019 Pazar

Pasif İyiler İnisiyatif Alamaz? (2)

Malumunuz Sakarya Milli Eğitim Müdürlüğünün psikolojik danışman ve rehber öğretmenlere yönelik olarak düzenlediği seminerin konuğu, uygulamalı psikoloji alanında (klinik psikoloji) kariyer yapmış ve Prof. olmuş Üstün Dökmen’dir. Sayın Dökmen seminerin ilerleyen safhasında kimlerin rehber öğretmen olamayacağını örneklendirirken “Başörtülü birinden rehber öğretmen olamaz” diyerek ağzındaki baklayı çıkarıvermiş. Kendisini dinleyen bir kısım öğretmen bu söze -haklı olarak- tepki gösterir ve salonu terk eder. Kendisi de başörtülü olan Milli Eğitim Müdürü, programın bitiminde seminere katkısından dolayı plaket sunar.

Sayın Dökmen’in bilimsel olmayan değerlendirmesi bir tarafa Sayın MEM Müdürünün verdiği plaket işin tuzu-biberi oldu. Tüm Türkiye Üstün Dökmen’e tepki gösterirken aynı zamanda kendisine plaket verilmesine tepki gösterdi. Yani Sayın başörtülü müdirenin tepki göstermemesine tepki gösterdi. Gelen tepkiler üzerine müdür “Kendisinin de başörtüsü mağduru olduğunu, Sayın Dökmen’in konuşmasını dinlemediğini ve bu konuda kimsenin kendisini bilgilendirmediğini…” açıklasa da satır aralarında açıklamaya muhtaç müphemlikler var. Burada niyetim olayın iç yüzünü irdelemek değil. Çünkü bu olayın iç yüzüne girersek düşüncesi belli birinin uzman diye çağırılmasından başlamak lazım işe. Sonra bir Mlli Eğitim Müdürünün ne konuştuğunu bilmiyordum, salona konuşmanın bitiminde geldim demesi onun masumluğuna karine olamaz. Kendisi yoksa mutlaka misafiri dinleyen bir yardımcısı vardır orada. Eğer onlar müdireyi bilgilendirmediyse o zaman Sayın Müdire, başta yardımcıları olmak üzere ekibini iyi seçememiştir.

Burada Sayın MEM Müdürü iyidir-kötüdür, çalışıyordur-çalışmıyordur, koltuğunu dolduran biridir-değildir üzerinde durmayacağım. Kişilik olarak kendisi çok iyi biri olduğu gibi çalışkan bir müdür de olabilir. Yazımın birinci bölümünde anlattığım anı üzerinden dindar-mütedeyyin kesimin geneli hakkında genel bir şeyler söylemek istiyorum. İstisnaları olmakla beraber bu kesim, çoğu zaman olaylar karşısında tepkisiz kalır, yerinde ve zamanında tepki göstermez. Bu kesimin en büyük handikabı budur. Konuşan, hoşuna gitmese de kolay kolay tepkisini dile getirmez. Arkasından konuşur, beğenmediğini söyler. Ama karşısında dut yemiş bülbüle döner. Hele son zamanlarda idareci atama hususunda ehliyet ve liyakat yerine getirdiğimiz sadakat kriteri tepkisiz birey olmak demektir. Çünkü müdür seçerken biz, yanlış yapsak da bize karşı çıkmayacak insanları öncelikli olarak atıyoruz. Böyle biri, yapılan bir haksızlık karşısında nasıl tepki gösterebilir?  Ben bu kesime pasif iyi diyorum. Haksızlık karşısında sesini çıkarmaz. Buna ne olur-ne olmaz, başıma bir şey gelir korkusu da denebilir. Değer mi bir koltuk için susmaya, kişiliğinden ödün vermeye?

Halbuki biz “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” sözüyle büyümüş bir nesiliz. Fincancı katırlarını ürkütmeyeceğiz hesabı yapmamalıyız. Tepki, yerinde ve zamanında verildiği takdirde bir anlam ifade eder. Böyle olacak ki adam konuştuğuna pişman olacak, bir daha da böyle herzeler yemeyecek. Bizim bu sessizliğimizle birkaç yıl sonra Sayın Üstün Dökmen, “Ben başörtülülerden rehber öğretmen olamayacağını beni davet eden başörtülü bir milli eğitim müdürünün gözünün içine bakarak söylemiş kimseyim” demeyeceği ne malum?

Son söz, burada Sakarya’daki olay güncel olduğu için bu örneği verdim. Maalesef çoğu yerde tepkisiz kaldığımız doğrudur. Artık dindar mütedeyyin kesim, haksızlık karşısında sesini yükseltmeli, inisiyatif alabilmelidir. Yoksa üzerimize daha çok gelirler. Gözümüzün içine baka baka bize hakaret bile edebilirler.

Pasif İyiler İnisiyatif Alamaz? (1)

2015 veya 2016 yılında bir TEOG sınavı sonrasında bir STK, kendi üyesi olan okul müdürlerini ve okul temsilcilerini istişare toplantısı adı altında öğretmen evinde yemekli bir toplantı yaptı. Kenarda küçük bir okulda görev yapan ben de katıldım bu toplantıya. Toplantıdan sonra akşam namazları kılındı, çaylar içildi. İstişare için salona geçildi.

İlçe şube başkanı başta olmak üzere toplantıya katılan şube müdürleri kısa bir selamlama konuşması yaptılar. Bildik konuşmaydı hepsinin yaptığı konuşma. Her konuşmacı alkışlarla uğurlandı yerine. Kürsüye bir şube müdürü daha çıktı: Arkadaşlar! Bu müdürlerle bu TEOG sınavının altından nasıl kalkacağız diye endişelenmiştim. Bereket bir sorun çıkmadı, korktuğum başımıza gelmedi. Hepinize iyi akşamlar diliyorum" diyerek konuşmasını bitirdi. Bu konuşmacı da tıpkı diğerleri gibi alkışlarla yerine uğurlanırken en arkada oturan ben, elimi kaldırarak ısrarla söz istedim. Nasılsa bu toplantı bir istişare toplantısıydı. Hep monolog şeklinde devam edecek değildi ya. Ben de bu konuda bir şeyler söyleyerek toplantıya katkı sunmak istedim. Ama konuşmacı şube müdürü, söz istediğimi gördüğü halde "sonra sonra" diyerek söz hakkı vermeden yerine geçti.

Protokol konuşmalarıyla devam eden istişare toplantımızın son konuşmacısı STK'nın il temsilcisiydi. Sayın başkan diğer konuşmacılara göre doğal olarak daha uzun bir konuşma yaptı. İyi dilek ve temennilerle toplantıyı bitirirken fazlaca alkış aldı.  O kürsüden ayrılmadan şansımı bir kez daha deneyeyim deyip elimi tekrar kaldırdım. Sayın başkan ismimi zikrederek buyur hocam dedi. Ayağa kalktım, söz hakkı verdiği için kendisine teşekkür ettim. Ardından "Sayın hocam, az önce okul müdürleri hakkında 'Bu müdürlerle bu sınavı nasıl yapacağız' şeklinde endişesini dile getirerek okul müdürlerine güvensizliğini izhar eden sayın şube müdürü için okul müdürleri adına bir şey söyleme istiyorum: Biz okul müdürleri, bu şube müdürleriyle eğitim ve öğretim işleri nasıl yürüyecek diye hiç endişe etmedik. Çünkü biz onlara güvendik" dedim, bitirdim konuşmamı.

Sonra ne mi oldu? Salonda bir alkış tufanı koptu. Kim bu konuşan diyerek oturduğu yerden arkaya dönerek bakan bakana. Ardından salon boşalmaya başladı. Ben yerimden kalkmadan beni tanıyan, tanımayan çok kişi yanıma geldi: "Hocam! Duygularımıza tercüman oldunuz, sizi tebrik ederiz" diyerek teşekkürlerini ifade ettiler. Tebrik  sadece salondan ibaret kalmadı. Birkaç hafta sonra beni çarşıda görüp "Hocam, beni tanımıyorsunuz ama öğretmen evindeki toplantıda şube müdürüne verdiğiniz cevap konusunda sizi tebrik edememiştim. Sizi tekrar tebrik ediyorum" diyen de oldu.

Şube müdürüne verdiğim cevabın salondan olumlu tepki göreceğini, daha doğrusu nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı hiç düşünmemiştim. Doğrusu gelen tepkiler hoşuma gitti, gururumu okşadı. Ben neymişim be abi dedim kendi kendime.

Şimdi geleyim sadede. Bayram değil, seyran değil, başımdan geçen bu anıyı niçin anlattım? Bunu da yazımın devamında ifade edeyim. (Devam edecek)

9 Mart 2019 Cumartesi

Koltuğunda Rahat Etmek mi İstiyorsun?

—Efendim, bugüne kadar hep küçük kurumlarda idareci oldum. Çalışmalarımı beğenmiş olmalılar ki beni büyük bir kurumun başına getirdiler. Kurumu yönetebilmem için ne tavsiye edersiniz?
—Öncelikle hayırlı olsun! İyi bir vizyon sahibi olmalısın. Kurumda bir misyonun olmalı. Her şeyden önce taşın altına elini koymalısın.
—Hiç sevmem sorumluluk almayı, hele taşın altına elimi uzatmayı.
—Kuruma müdür olmadaki niyetin ne o zaman?
—Çok sorumluluk almadan kurumda işlerin tıkırında yürümesini istiyorum. Açıkçası çok çalışma niyetim yok. Ama çalışır ve iş yapar gibi görünmek istiyorum.
—Varsa böyle bir yer, ben de müdür olayım.
—Böyle yerleri herkese vermezler. Çok özel kişilere verirler. Bunun için önce sadakat gerek. Benden sadığını da bulamazlar.
—Madem sadık birisin. O zaman seni getirenleri mahcup etmemen gerek. Onların sana olan güvenlerini boşa çıkarma. Çalışacaksın o zaman.
—Emekliliğim geldi. Bu süreçte biraz uzatmalara oynayacağım. Çok çalışmaktan ziyade rutin işleri yürüteceğim.
—Personelin ile ilişkileri sıkı tut, diyalogu eksik etme, istişareye önem ver.
—Bunları yaparsam personel şımarır. Benden durmadan bir şey isterler. Böyle bir şeye imkan vermek istemiyorum. Çünkü ağrımaz başımı ağrıtmış olurum. Biraz gizemli ve kapalı kutu olmak istiyorum.
—Şimdi anladım sizi. Bu kafa yapınıza göre bir reçete sunayım size. Bunu uygularsan hiç başın ağrımaz. Gününü gün edersin.
—Çok memnun olurum. Zaten benim istediğim de bu.
—İlk işin personeline mesafe koy, karşılaştığın zaman selam verme. Selam verirlerse selamlarını alma. Güler yüz gösterme. Hal-hatırını sorma. Onlarla hiçbir şeyi istişare etme. Aralarına girip fazla konuşma. Hiçbir şeyi onlarla paylaşma. Her şeyi yazıya dök. Whatsapı iyi kullan. Oradan durmadan emir yağdır. Tüm sorumluluğu personeline yık. Her türlü iş ve işleyişleri yardımcıların vasıtasıyla hallet. Personelinle fazla muhatap olma. Çünkü yüzünü eskitir, itibar kaybına uğrarsın. Hiç şeffaf olma. Hep gizemini koru. Hele para pul işlerinde personeline ne ihtiyacınız var, bizim önceliğimiz nedir deme. Bütçeyi kendi kafana göre harca.
—Bunları yapıyorum zaten. Faydasını da görüyorum.
—Güzel! Yalnız böyle durumların bir riski var. Personele mesafe koyduğun zaman hakkında yapılan eleştirilerden haberdar olamazsın. 
—Ben onun da yolunu buldum. Personel aleyhimde konuşursa aynı anda haberdar oluyorum.
—Nasıl yaptın bunu? Personelin bulunduğu yere gizli kamera mı yerleştirdin?
—Gizli kameraya masraf etmeye gerek yok. Bu işi gönüllü yapan personelim var. Kim hakkımda ne konuşuyorsa aynı anda bana getiriyorlar. Yani istihbaratım iyi. Sonra hakkımda konuşanı odama çağırıyor, söylediklerini tek tek sayıyor, ardından bir fırça kayıp ağzını kapatıyorum. O yüzden kolay kolay konuşamazlar.
—Eskiden sınıflarda olup biteni okul idaresine gelip aktaran muhbir öğrenciler vardı. Demek bu işi  koca koca adamlar da yapıyor. İlginç! 
—Hem de çok. Hiç zorlanmıyorum.
—Peki, personele mesafe koydun, onları muhatap almıyorsun. Kurumun bazı angarya işlerini nasıl yürütüyorsun?
—Hepsine mesafe koymuyorum tabi. Benim de kendime göre bir A takımım var. Onlarla yürütüyorum bu işleri. Onlar benim etrafımda pervane gibi dönüyorlar. 
—Nasıl yaptın bunu?
—Kurumun nimetlerinden biraz fazla faydalandırıyorum. Bu, onların hoşuna gidiyor. Het istediğimi onlara yaptırıyorum.
—Kurum yönetiminde hiç başın ağrıdı mı?
—Yok hiç ağrımadı bugüne kadar. Şükür, rahatım da iyi.
—İyi maşallah! Sen böyle müdürlük yaptıktan sonra emekli olmana bile gerek yok. Kendini yıpratmadan daha uzun yıllar  çalışabilirsin. Ama bir gün bu görevi bıraktığında ardından hayırla yad edenin olmaz, kubbede hoş bir seda bırakamazsın.
—Ardımdan kimin ne demesi önemli değil. İstersen hayırla anmasınlar. Yarını düşünmüyorum. Ben bugünkü rahatıma bakıyorum.
—Altlarınla böylesin. Ya üstlerinle aran nasıl?
—Yukarıyla aramda sorun yok. Onlarla iletişimi kesmiyor, saygıda kusur etmiyor, gereken ilgi ve alakayı gösteriyorum. Bugüne kadar onlara hiç sorun götürmedim, öneri de götürmedim. İstedikleri sadakat. Onu da fazlasıyla yapıyorum.
—İlginç! Böyle müdürlüğü miden kabul ediyorsa sana o koltukta iyi oturmalar...