28 Şubat 2019 Perşembe

Sigara Üzerine Bir Anekdot

İkindi namazı geçti geçiyor. Otobüsten indiğim gibi ikindiyi farzından kılayım diye Zafer'de bir camiye doğru yöneldim. Yürürken bir tane de sigara yaktım. Caminin kapısına geldiğimde sigaradan birkaç daha çektim. Ardından caminin havlusuna girdim.

Caminin havlusunda tek başına oturan ve akşam namazı vaktinin girmesini bekleyen tanıdık bir simayı gördüm. Onu görünce sigara içtiğimi gördü diye mahcup oldum. Çünkü gördüğüm dersimize girmemişti ama liseden bir öğretmenimizdi. 1984-1985 öğretim yılında üçüncü sınıfta iken bir saat boş dersimize gelmiş, bize dopdolu bir ders anlatmıştı. Hatırladığım kadarıyla eline tebeşiri aldı. Tahtanın en üstüne bir işaret koydu. Tahtanın altına da bir ırmak çizdi. "Bu ırmaktan pis su akıyor. Toplumun çoğu bu pis suyun içine girmiş durumda. Sizin göreviniz bu pisliğin içindeki insanları kurtarmak olmalıdır. Ne kadar kişiyi kurtarabilirseniz kar" demişti. Tahtanın en üstüne koyduğu işareti göstererek "Sizin gelmek istediğiniz hedef burası olmalı. Yani hedefinizi en yüksekten belirlemelisiniz. Bu hedefe ulaşmak için çaba sarf edeceksiniz. Hedefinize ulaşamasanız bile o hedefe ne kadar yaklaşırsanız kazançlı çıkarsınız" demişti. İşte o hocamızdı gördüğüm: Mustafa Akdedeoğulları. Saçları ağarmış, nur yüzlü bir piri fani idi gözümde. Okul bahçesinde onu gördükçe aklıma samimiyet gelir, Müslümanlık yaşansa yaşansa ancak bunun gibi yaşanır derdim. Allah rahmet eylesin.

Yanına mahcup bir şekilde varıp selam verdikten sonra halini hatırını sordum. Ardından "Galiba uzun süredir sigara içiyorsun, değil mi" dedi. Evet dedim. Dünya İslam Alimleri Birliği şu dört ayetten hareketle sigaranın haram olduğu hakkında fetva vermiştir. 
1."Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez."
2."Kendi kendinizi öldürmeyiniz." 
3. "Saçıp savuranlar şeytanın kardeşidirler."
4. "Kendi kendinizi tehlikeye atmayınız." Ayet meallerini orijinal metinleriyle birlikte okudu. Ardından "Bırakmak lazım. Ama birden bırakırsan sağlığına zarar verebilir. En iyisi yavaş yavaş azaltarak bırakırsan iyi olur," dedi. İnşallah hocam diyerek namaz kılmaya geçtim.

Son günlerde "Sigara haramdır, değildir" tartışmaları üzerine 1995 yılında Mustafa Akdedeoğulları ile aramızda geçen bu anekdotu hatırladım. Sigara haram mı, değil mi, tahrimen mekruh mu yoksa tenzihen mekruh mu ya da mubah mı? Karar sizin.

Daha Çalışmak İstiyorum


—Hala çalışıyor musun bu yaşta?
—Elbette!
—Yeter artık bırakıver!
—Sana ne zararı var çalışmamın?
—Zararı yok da gençlere yok açılsın. Sonra dünyayı sen mi kurtaracaksın?
—Faydalı olduğuma inandığım müddetçe çalışmak istiyorum. Dünyayı kurtaramam, doğru. Zaten böyle bir niyetim yok. Kendimi kurtarsam yeter. Ayrıca benim çekilmemle gençlerin önü açılmaz.
—Bugüne kadar çalıştığınla kazanmışsındır yeterince. Öbür dünyaya mı götüreceksin?
—Bu işe daha fazla kazanma olarak bakmıyorum. Vücuduma katkım olsun.
—Bu işin vücudunla ne alakası var?
—Boş duran, hareket etmeyen kişi, vücuduna en büyük ihaneti yapmış olur. Çünkü hedefi olmayan, yorulmayan vücut çabuk çöker. Bu arada sen ne yapıyorsun?
—Emekliyim. Günü gelince hemen ayrıldım.
—Şimdi ne iş yapıyorsun?
—Emekliyim ben artık. Daha ne iş yapacağım? Boşum.
—Nasıl vakit geçiriyorsun?
—Yiyorum, içiyorum. Geziyorum, tozuyorum. Namaz vakti camiye gidiyorum.
—Sonra?
—Daha ne yapacağım başka?
—Bu dediklerini çalışırken de yapabilirsin. Böyle yaparak yediğinden içtiğinden zevk almazsın. Çünkü vücudun yorulmaz.
—Bu yaştan sonra çalışmayı ne vücudum ne de gözüm çeker.
—Bu senin tercihin, saygı duyarım. Ama çalışmak isteyene de mahalle baskısı uygulama. İnsan faydalı olduğu müddetçe çalışmaya devam etmeli. Çünkü insan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.
*
—Hocam! Yarın itibariyle 65 yaşından gün aldığın için resmen emekli oluyorsun.
—Çalışmamda ve verimimde bir sorun mu var?
—Öyle bir şey yok. Allah var, birçok gence taş çıkartırsın. 
—E o zaman?
—Eesi, emekli olmak zorundasın. Çünkü kanun böyle. Bu yaştan sonra köşene çekilip ölümü bekleyeceksin, çalışamazsın. Çünkü bu yaşta bir katkın olmaz, verimli olamazsın.
—Başkası nasıl çalışıyor?
—Mesela?
—Mesela siyasete girenler için bir yaş sınırı yok. Parti genel başkanlarına bak, içlerinde vekili var, belediye başkanı var. Yaşları ilerlemesine rağmen ülkeyi yönetmek için koşturuyorlar. Madem bu yaştan sonra ben verimli olamam. Siyasiler nasıl verimli olacak?
—O mesele ayrı. Bizi aşar.
—Aşar biliyorum. Ama bu sınır niye? Madem sınır var, niçin herkesi kapsamıyor? 
—Ama onlar çalışıyor...
—Ben de çalışıyorum.
—Ama onlar başarılı.
—Başarı nerede? Hepsi devlet memuru gibi ne uzuyorlar ne de kısalıyorlar. İktidar yine iktidar, muhalefet yine muhalefet. Bu işler yıllar yılı böyle. Hatta içlerinde öyleleri var ki yürüyemiyor, yerinden kalkamıyor, vekillik görevini yapamıyor, ömrü hastanede tedavi ile geçiyor. “benim katkım yok, çekileyim kenara” demiyor. Çoğu, Mecliste öleyim, cenazem buradan kalksın diye bekliyor.
—İlahi hocam! Çok haklısın. Ama alacağın yok. Sen şu evrakı imzala. Ben de tebliğ etmiş olayım. Sen en iyisi buradaki eforunu bundan sonra siyasete girerek orada harca.
—Ama beni almazlar ki...tüm köşe başları tutulmuş, demirbaşlarla dolu.
—...





28 Şubat ve Biz (1)

Siyasi tarihimize “Postmodern darbe” olarak geçen 28 Şubat’ın bugün 22.seneyi devriyesi. 28 Şubat 1997 MGK toplantısında alınan tavsiye kararları bir bir uygulamaya konmak suretiyle dindar-mütedeyyin insanlara hayat zindan edildi. Kızlarımız başörtüleriyle okuyamadı, çoğu okullarından atıldı. Kamuda çalışan türbanlılar ihraç edildi. Birçok insanımız uyduruk gerekçelerle yargılanarak soluğu hapishanelerde aldı. Vatandaşın umut bağladığı İHL’lerin orta kısmı kapatıldı. Katsayı ucubesiyle başta İHL’ler olmak üzere meslek liselerine, bölümleri dışında neredeyse üniversite kapıları kapatıldı. Meslek liselerinin içi boşaltıldı, öğrenci sayıları ve verim düştü. Bu okullar kapatılmaktan beter yapıldı. Neler yapılmadı neler! Belli bir kesime hayat hakkı tanınmadı, kamusal alan kendilerine dar edildi dense yeridir.

Postmodern darbenin bize en büyük katkısı “Her şerde bir hayır vardır” ayetinde belirtildiği gibi bizi bize kenetletti, bir ve beraber olduk. Mücadele etmeyi öğrendik. Hatalarımızla yüzleştik. Sabrettik. Şikayetimizi Allah’a arz ettik. Âhımız arşı alaya yükseldi. Ardından Allah bize “Yürü ya kulum! Çok mağdur edildiniz. Dileyin benden ne dilerseniz” dedi. Hayalimizden bile geçirmediklerimizi fazlasıyla bize nasip etti. Halbuki 28 Şubat’ın mimarları, bu kararları üç-beş gün veya birkaç yıllığına almamıştı. Bin yıl devam edecek demişlerdi. Demişlerdi diyorum. Çünkü devam edemediler. Zira korku salan güçleri bir örümcek ağından ibaretmiş. 8-10 yıl sonra esemeleri okunmaz oldu. O gün yürürlüğe konan kara reçetenin izleri yıllara yayılarak bir bir kaldırıldı. Başörtüsü, okullarda ve kamuda serbest oldu. Rektörü de askeri de “başörtülüye selam durdu.” Katsayı eşitsizliği kalktı. Üniversitelerin kapısı her okul türüne ardına kadar açıldı.

Bugünden geçmişe dönüp bakıyorum, belli bir kesimin mağdur edildiği o sürecin üzerinden tamı tamına 22 yıl geçmiş. Bugün biz bu sürecin neresindeyiz? Dünün mağduruyduk. Samimiydik. Bunun sonucunda başarı geldi ve nice yıldır incitilen, mağdur edilen zihniyet başta. Şunu anladım. Mağdur edilen ve bunun bedelini ödeyene Allah, mutlaka bir şans ve imkan veriyor. Biz bugün o şansı kullanıyoruz. Ama şans veya imkanları yerli yerinde kullanabiliyor muyuz? Maalesef buna evet diyemiyorum. Çünkü 28 Şubat sürecinde elimizden alınan imkanları, fazlasıyla geri almamıza rağmen bugün çok değiştik, şımardık, rehavete kapıldık. Çünkü bizimle mücadele eden tüm kaleleri mücadele ede ede hepsini kazandık. Bugün her yerde etkin ve yetkin biz varız. Dün sorun olarak gördüklerimiz bugün yine sorun. Örnek verelim:

*Yumuşak karnımız başörtüsü dün sorundu, bugün de sorun. Çünkü çok garip başörtülüler çıktı. Örtünme şekli de sorun, örtünün altına giyilenler de sorun, davranışlarımız da sorun. Çoğu başörtülüyü görünce "Keşke şu kız, bu haliyle başörtülü olacağına, başörtüsüz olsaydı" noktasına geldik. Keşke dün sadece başörtüsü isteyeceğimize, biraz da huy güzelliği istesek iyi olacakmış. Çünkü Allah her istediğimizi verdi.

*İmam Hatip Ortaokulları yeniden açıldı, lisesindeki katsayı engeli kalktı, İHL'ler yeniden cazibe merkezi oldu, her yere bu okulları açtık. Ama kaliteyi bir türlü yakalayamadık. Çünkü bu okullar belini doğrultacağa benzemiyor, tıpkı diğer meslek liselerinin kalite yönünden yerlerde süründüğü gibi. Önce kaliteyi yakalayıp ardından bu okulları çoğaltalım şeklinde düşünmeyen, her yere İmam Hatip açan yetkililere duyurulur. Maalesef bu okullar kontenjanlarını bile dolduramıyor bugün. Eserinizle gurur duyun yetkililer!

*Ehliyet ve liyakati buzdolabına kaldırdık. Bugün bürokrasiye -sanki bu ülkede başkaları yaşamıyor gibi- bizden olanları veya bizden görünenleri doldurduk. Sözlü mülakatlar en büyük kozumuz. (Devam edecek)