23 Şubat 2019 Cumartesi

Belediyelerle İmtihanımız

Bir devleti ayakta tutan kurumlarıdır, aynı zamanda bitiren de. Kurumlar görevini layıkıyle yerine getirirlerse bir makinenin dişlileri gibi o devlet teklemeden yoluna devam eder. Dişlilerden biri görevini ihmal ederse makine düzgün çalışmaz. Devlet kurumlarını bir makinenin dişlilerine benzetirsek tekleyen kurum, devleti tökezletir. Devletin belini büken kurumların başında belediyeleri görmekteyim.

Belediyeler gereksiz iddiasında değilim. Çünkü belediyeler olmazsa olmaz kurumlarımızdandır. Yerinden yönetimdir. Kuruluş amacı, işleyişi bakımından vazgeçilmezdir. Çünkü kamu hizmetlerinin merkezi yönetim eliyle taşraya eşit bir şekilde götürülmesi ve bölüştürülmesi zordur. Bundan dolayı mahallinden yönetimlere ihtiyaç duyulmuştur. Belediyeler kanunda yazıldığı gibi çalışırsa kurulduğu yeri yaşanabilir bir şehir yapar. Değilse devletin ve milletin sırtında bir kambur olur çıkar.

Türkiye'deki belediyelerin çoğu kanunda yazıldığı gibi maalesef yönetilmiyor. Ben belediyeleri, başına buyruk kurumlar olarak görmekteyim. Ciddi bir denetim ve incelemeden geçtiğini düşünmüyorum. Siyasi partilerin taşradaki arpalıklarıdır. Çoğu belediye borç batağı içindedir. Özel bir işletme olsalar çoktan iflas bayrağını çekmişlerdi.

Bir şehrin hemen hemen her sorununu çözmesi için kurulmuş bu yapılar, hayırsız evladın babanın servetini haybeye harcadığı gibi gerekli-gereksiz harcamaktadır. Geliri olan belediye de harcıyor, olmayan da. Niye borçlandın, parayı nereye harcadın, hani karşılığında yaptığın hizmet diyen de yok. Belediyelerin tek yaptığı halka şirin görünme adına yaptıklarıdır. Şehrin sorunlarına neşter vuran bir belediye görmedim. Bir taraftan şirin görüneceğim diye ücretsiz hizmet verirken diğer taraftan maliyeti başka kalemler üzerinden vatandaşın sırtına yüklemektedir.

Anlatmak istediğim, belediyeler yaptığı veya yapar göründüğü hizmetlerde çok masum değildir. Yukarıdaki yaptığım değerlendirmeleri çok abartılı bulabilirsiniz. Saygı duyarım ama az bile yazdığımı söyleyebilirim. Belediyelerin hiç suçu olmasa bile kaçak binalar bile başlı başına belediye yönetenlerini ipe götürür. Bana şehrinde kaçak binası olmayan bir belediye getirin, bin kere özür dilerim. Hala bu devirde şehirlerde kaçak yapılaşmadan bahsediliyorsa bence en önemli görevlerini ihmal ediyor belediyeler. Asıl görevini adam gibi yapmayan belediyeler günü kurtaran tali hizmetleriyle tribünlere oynamaktadır.

Paranın neredeyse tek kişi eliyle harcandığı belediyeler, devletin sırtında kambur olmasına rağmen siyasi partilerin vazgeçemediği, hatta genel seçimlerden daha fazla önem verdikleri yerlerdir. Her bir siyasi, parti bir belediye kazanmışsa bir mevzi kazanmış gibi hissediyor kendisini.

Açıkçası kendi kendine yetmeyen, borçlanmaktan başka bir hizmeti olmayan, şehrinin sorunlarını çözemediği gibi sorunları daha da derinleştiren denetimsiz ve sahipsiz belediyelere mutlaka bir neşter vurmamız gerekiyor. Değilse mevcut belediyeler ülkeyi bir borç bataklığına sürükledikleri gibi ülkenin kalkınmasının önünde, en büyük engel olmaya devam edeceklerdir. Yaptıkları en iyi şey harcadıkları veya borçlandıkları paraya kılıf bulmalarıdır. 

Yapılacak seçimlerde başkan olacak kişinin kim ve hangi partiden olduğu çok önemli değildir. Hangisi gelirse gelsin, devletin malını deniz bilip hoyratça harcama yapacak olmalarıdır. Maalesef genel görüntü budur. İstisnalar kaideyi bozmaz.

Gördüğünüz gibi belediyeler başımızın belasıdır. Ne onsuz oluruz ne de onunla onarız. İçinden çıkamadığımız imtihanımızdır belediyeler vesselam!

22 Şubat 2019 Cuma

Bu Çocuk Kazanır

Geçen yıl dersine girdiğim 8.sınıf bir öğrenci vardı. Okulumuza bir başka okuldan gelmiş sorunlu bir öğrenciydi. Geldiği okulda çıkardığı sorunlar yüzünden  İlçe disiplin kurulu okul değiştirme cezası vermiş. Ne sınıfla iyi geçinir ne de derste gözü olan biriydi. Teneffüsten sonra dersine gireceğimde kapının önünde beni bekler, öğretmenim tuvalete gidebilir miyim derdi. Bazen izin verir, bazen de niye teneffüste gitmedin der, yerine geçmesini söylerdim.

Önünde defter ve kitabı olmayan, zaman zaman vurup kafayı uyuyan bu öğrenci, sınıfta çatmadığı öğrenci kalmamıştı. Kısa boylu, zayıf, cılız olan bu öğrenci, bütün suçları işleme potansiyeline sahipti. Gücüne kuvvetine bakmadan her an için birine şiddet uygulama riskini barındırıyordu.

Bir gün ders işlerken en arkada oturan bu öğrenci, ön tarafta oturan iri yarı bir öğrenciyi ayağını sallamasından dolayı el-kol işaretiyle birkaç defa uyarmış. Haberim olduğunda sana ne zararı var, bırak sallasın dedim. Az sonra ayağa kalkmasıyla birlikte sınıf arkadaşına "Sallama dedim sana! Ne sallayıp duruyorsun" diye bağırdı. Ayak sallamaya karşı tiki varmış bizim öğrencinin. Ortamı sakinleştirdikten sonra kabadayı öğrenciyi koridora çıkarıp yarı kızma, yarı nasihat ederek yerine oturttum. Bu işi büyütürsen elimden çekeceğin var dedim, kaldığım yerden dersime devam ettim.

Teneffüste ilgili müdür yardımcısına giderek bu çocuk, sorun çıkardı çıkaracak. Ailesini çağırıp bir görüşseniz dedim. Beni yarım ağız dinleyen müdür yardımcısı "Ben ne yapayım" dedi. Hiçbir şey yapma, oturmaya devam et dedim ve odasından ayrıldım. Aslında yardımcı doğru söylüyor. Elinde yapabileceği bir şey yok. Çaresiz bu öğrenci bu okuldan mezun edilecek.
                                
Nihayet hal ve hareketiyle "Ben okumayacağım" diye bize kendini gösteren öğrenci, hedefi olan diğer öğrencilerle birlikte okulumuzda 8.sınıfı bitirdi.

Öğrenci gitti, yerine yeni öğrenciler geldi. Biz yine gelenlerle derslerimize girip çıkmaya devam ediyoruz. Akşam ders bitti. Okulun dışında beklerken mobilyet ile biri geldi. Mobilyeti stop ettirerek üzerinden indi. Hızlı bir şekilde yanıma geldi. "Ramazan Hocam! Nasılsın" diyerek önümde eğildi ve elimi öpmeye yeltendi. Baktım bizim geçen yılki haşarı öğrenci. Hoş geldin, nasılsın, hangi okula devam ediyorsun dedim. (Okuyacak. Çünkü temel eğitim 12 yıl. Daha önünde bitirmesi gereken 4 yıl var.) "Ben okumuyorum, okulu bıraktım, kaportacıda çalışıyorum" dedi. Aferin sana! En iyisini yapmışsın. Böylece bir mesleğin olacak. Şimdiden ailene katkıda bulunuyorsun. Mesleğini iyi öğren, ileride kendi işyerini açarsın. Bu arada açık liseye kaydını yaptır, bir taraftan da okulunu bitirmeye bak, dedim. Tamam hocam dedi, öpmek için elime davrandı. Teşekkür ederim diyerek tokalaştık.

Bahsettiğim çocuk gibi olanı okullarda o kadar çok ki hepsi okulların altını üstüne getirerek okullara devam ediyor. Bunlar düşe kalka liseyi bitirecek. Sonunda hiçbir meslek öğrenememiş bir şekilde işsiz ve avare olarak toplumun içine dağılacaklar. Diğer okuyan öğrencilerden milyonlarcası üniversite kapısında bekleyecek. Bir daha bir daha sınava girecekler. Pek çoğu, sonu olmayan ve istihdam imkanı olmayan üniversitenin bölümlerinde 24-25 yaşına kadar okuyacaklar. Okullarını bitirince okumuş işsiz olarak toplumdaki yerlerini alacaklar. Her yıl bir işe girebilmek amacıyla KPSS sınavlarına katılacaklar. Sonuç, çoğu bir iş bulamayacak ve "Keşke okumasaydım" pişmanlığını duyacaklar. Ortaokuldan sonra okumayıp küçük yaşta kaportacıya giderek çiçeği burnunda çırak olan çocuk ise içlerinde belki de en huzurlusu. Çünkü belki de geleceğini kurtaran ender kişilerden olacak.

Bir Kopya Çekme Hikayesi

2000'li yıllarda Adana'da bir lisede görev yapıyorum. Okul büyük bir okul değil. Tüm sınıflara ben giriyorum. 

Haftada bir saat olan dersimden sınav yapmak için soru hazırlamam gerekiyor. Birçok okula göre imkanları çok iyi olan okulun öğretmen bilgisayar laboratuvarına geçtim. Soruları A ve B grubu olarak hazırladıktan sonra birer çıktısını aldım. Ardından sildim.

Sınav sorularını erkenden hazırladım. Günü geldiği zaman sınavlarımı yaptım. Sınavını yaptığım sınıfa girmeden o sınıfın yazılarını okuma gibi bir prensibim var. Klasik usulle yaptığım sınavdan 11.sınıflarda 10 kadar öğrenci yüz aldı. Notlarını okurken 100 alan öğrencileri ayrıca tebrik ettim.

Sınavları bitirmenin rahatlığı içerisinde okulda boş kaldıkça okulun bilgisayar laboratuvarına gidip sanal aleme takılıp vakit geçiriyorum. Bir gün bilgisayarın başında değişik sitelere girerken okul Kimya öğretmeni, yanımdaki bilgisayara geçerek sınav sorusu hazırladı. Soruları almak için benden disket istedi. Yanımda yok dedim. "O zaman ben bir disket bulup geleyim. Buraya öğrenci girmese iyi olur. Bakarak olur musun" dedi. Olur hocam, ben buradayım dedim.

Az sonra 11.Sınıf bir öğrenci laboratuvara girdi. (Bu öğrenci istediği şekilde laboratuvara girme hakkına sahipti. Çünkü bilgisayardan çok iyi anlayan bu çocuk, okulun bilgisayarlarının bakımı için okul idaresi tarafından görevlendirilmişti. Birkaç defa okul yönetimine bu çocuğun laboratuvara girmesinin yanlış olduğunu söylesem de okul idaresi "Hocam, bu çocuk anlıyor. Bir bilgisayar bozulduğunda servisi çağırsak servis dünyanın parasını istiyor. Bu öğrenciye para vermiyoruz" diyerek geçiştirdi.) Öğrenciye hayırdır dedim. Bilgisayarların çalışıp çalışmadığına bakacağım dedi. Çabuk bak ve burayı terk et dedim. Çocuk kapalı bilgisayarları açarak odayı terk etti. Saygılı çocuk ne de olsa...

Az sonra ekrandan kafamı kaldırıp yanımdaki bilgisayara baktım. Kimya soruları ekrandaydı. Yerimden kalkarak laboratuvardaki bilgisayarlardan sorumlu öğrenciyi aramaya koyuldum. Orta yerde in-cin top oynuyordu. Çünkü herkes dersteydi. Okul idaresine giderek öğrenciyi sordum. İdarede yoktu. Ardından sınıfına gittim. Öğrenci sınıfta da yoktu. Sanki yer yarıldı, öğrenci kayboldu. İşi-gücü bırakarak öğrencinin gidebileceği her yere bakmaya başladım. Her yeri dolaştıktan sonra geri laboratuvara gelirken öğretmen laboratuvarının yanında bir oda dikkatimi çekti. Burası öğrenci bilgisayar laboratuvarıymış. Hışımla kapıyı açtım. Aradığım öğrenci içerideydi. Yanında da üç-dört öğrenci daha vardı. Ne yapıyorsunuz, niye derste değilsiniz demeye kalmadan önlerindeki açık bilgisayarın ekranına baktım. Ekranda az önce hazırlanan Kimya soruları vardı. Önlerine de kağıt ve kalem almışlar, soruları çözüyorlar. Bilgisayardan anlayan çocuk, soruları çözmesi için Kimyası iyi olan bir öğrenciyi de bulup getirmiş anlaşılan. Öğrencilere kızıp bağırdım. Ardından öğretmenler odasına giderek Kimya öğretmeninin yanına vardım. Durumu öğretmene anlattım, sınav sorularını yenilemesini istedim.

Ertesi günü Kimya sorularını ağ bağlantısı üzerinden sınavdan önce çözen okulun bilgisayarlarından sorumlu öğrenciyi yanıma çağırdım. Delikanlı! Sana bir soru soracağım. Bana doğru cevap vereceksin, dedim. "Tamam hocam" dedi. Kimya sorularıyla ilgili yaptığını biliyorum. Sen benim dersimden yüz aldın. Acaba benim soruları da daha önceden almış olabilir misin? Bana doğru söyle! Eğer doğru söylersen kopyadan dolayı sana bir şey yapmayacağım dedim. Yemin billah etti, çekmedim. Dersime çok iyi çalıştığını, bu yüzden 100 aldığını söyledi. Peki, sana inanıyorum dedim. Öğrenciyi sorgulamayı bıraktım.

Bir ay sonra yaptığım yazılıları rulo haline getireyim istedim. Kağıtları önüme aldım. Aklıma, şu çocuğun kağıdına bir bakayım, geldi. Çocuğun kağıdına baktım. Kağıt diğer arkadaşlarının kağıdından farklıydı. Diğer kağıtlar bembeyaz, onunki ise hafif sarımtrak idi. Bir ay sonra da olsa öğrencinin kopya çektiğini tespit etmiştim. Çünkü çocuğun kağıdı yazıcı çıktısı, diğerleri ise laboratuvarda seri çekimlerde kullandığımız baskı makinesi çıktısı idi. Yerimden kalkıp kopyacı öğrenciyi buldum. Kendisine "Hani kopya çekmemiştin. Maalesef kopya çektiğini tespit ettim" dedim. Önce çekmediğini söyledi tekrar. O zaman senin çıktın diğerlerinden niçin farklı dedim. Başını öne eğdi. Sana olan güvenimi kaybettin. Şimdi söyle, ne yapayım sana? İster disipline vereyim, ister aileni çağırayım, ister sıfır yazayım not defterine dedim. Susmaya devam etti. Sana bir şans daha vereceğim. Bana soruları başka hangi öğrencilere verdin, onu söyle dedim. Arkadaşların ismini veremem dedi. İyi, sen bilirsin. O zaman disiplin kurulunun huzuruna çıkmaya kendini hazırla dedim. Sonra soruları kimlere verdiğini tek tek söyledi. Verdiği isimler arasında hep yüz alan öğrenciler vardı. Kendisine teşekkür ettim. Şimdi arkadaşlarını tek tek çağırıyorsun, hepiniz kalem ve silgileriyle birlikte falan sınıfa geliyorsunuz dedim. Çocuk koşarak gitti. Teneffüsten sonra  dersim olan sınıfa gittiğimde kopyacı çete ekibi hazır kıta sınıftaydı. Hepsini tek tek sıraya oturtarak önlerine yapmaları için birer sınav kağıdı koydum. Koyduğum kağıt bir ay önce yaptığım sınavın sorularıydı. Yani kopya çektikleri sınav soruları. Daha önce yüz üzerinden tam puan alan öğrenciler, aynı sorulardan 100 puan üzerinden 70, 80, 50 gibi değişik puanlar aldılar.

27 yıllık öğretmenlik hayatımda karşılaştığım en ilginç kopya çekme yöntemiydi. Ama gördüğünüz gibi suçlu, suç mahallinde mutlaka bir iz bırakıyorsa bizim öğrenci de izini bırakmış.