19 Şubat 2019 Salı

Manisa’da 19 Gün (1)


1996 yılı idi. İlk defa bir hizmet içi eğitim kursuna müracaat ettim. Hizmet içi Eğitim Daire Başkanlığında tanıdığı olan bir öğretmenimiz: “Hocam ben de müracaat ettim. Okuldan 7 arkadaş da gitmek istiyor. Ben onların isimlerini vereceğim. İstersen senin ismini de vereyim” dedi. Ben de gitmek istiyorum hocam. Fakat benim ismimi vermenize gerek yok. Zaten bana da çıkar diye düşünüyorum dedim. “Sen bilirsin” dedi.


Kursiyer listesi geldi. Bana ve isimleri verilen kişilere kurs çıkmıştı. Kursa çağırılmayan tek kişi vardı: O da, isimleri Ankara'ya veren kişi idi.

*

Manisa'ya gitmek için biletlerimizi aldık. Otobüse binmek için davrandım. Müttakiliği yüzüne vurmuş Erzurumlu hocam: “Dur hocam. Böyle binemezsin” dedi. Niye dedim. “Önce yolculuk duası yapacağız” dedi. Hangi dua dedim.  Sübhânellezî sehhara lenâ hâzâ vemâ künnâ lehû mukrinîn ve innâ ilâ Rabbinâ lemünkalibûn. (zuhruf 13) “...Bunları bizim emrimize veren Allah, her türlü eksiklikten uzaktır. Aksi takdirde biz bunları emrimizin altına alamazdık.”  duamızı yaptık ve yola koyulduk. 

*
Mola yerlerinde ilk işimiz namaz için mescitlere geçtik. Seferi kılıp çıkacağım. Önüme yine hocam çıktı: “Hocam önce sünneti kılalım” dedi. Ardından 2 rekat farzımızı kılıp çıktık. Hocam sünnetleri niye kıldık dedim. “Kılmamız lazım hocam” dedi. Peki, farzları niçin iki rekat olarak kısaltıyoruz da sünnetleri tam kılıyoruz dedim. “Ramazan hocam sen yok musun” dedi. Gülüp geçti. Yolculuk boyunca Manisa’ya varıncaya kadar da peşimi bırakmadı. Bütün sünnetleri tam ve eksiksiz kıldık. Hocam sünnetleri tam kılacaksak farzları da tam kılalım dedim. “Olmaz hocam” dedi. Farzlardan kısaltma yapıyoruz da sünnetlerden niye yapmıyoruz deyince  yine güldü ve yürüdük. Hocam, yolculuğun kıymetini bilelim, gel sünnetleri kılmayalım, süre de kısıtlı, otobüsü kaçırırız dedimse de yine aldırmadı. Yolda giderken önceki yolculuklarında namazdan dolayı kaçırdığı otobüslerin olduğunu anlattı. “Gerekirse yine kaçırırız” dedi.

*

19 gün kalacağımız yatılı bir okulun pansiyonuna yerleştik. 15 günden fazla kalacağımız için seferilikte bitti tabi.

Bir yurt o kadar mı bakımsız, o kadar mı kirli  olur. Maalesef öyle. Bir okulun yöneticileri o kadar aymaz ve duyarsız mı olur? Hepsini gördük gerçekten. Temmuz'un sıcağında buram buram terin aktığı Manisa'da 19 gün sürecek Hüsnü hat kursu; çile, işkence gibi olacaktı anlaşılan. Öyle sıcak ki ter ve sıcaktan  pijama ve eşofmanlarımızın  rengi nevresimlere geçti. 19 gün boyunca yönetimden -ısrarlarımıza rağmen- nevresimleri değiştirmelerini sağlayamadık.  Banyo yapmak ayrı bir dert idi zaten. Memleketin öbür köşesinden hanımıyla birlikte tatil yapmaya gelenler vardı. Ne büyük aşktı ya Rabbi. Gıpta ettim onlara. Koca yurtta bayan erkek banyomuz da ortaktı. İçtiği çayı beğenmeyip memleketindeki kaçak çayın özlemini duyanlar da ayrı bir renk katıyordu günlerimize. 07/02/2016 (Devam edecek)





"Sâtler olsun!"

Küçüklüğümde tıraş olmak için sıra beklediğimde tıraşı biten kişi berber koltuğundan kalkarken berber ve berber salonunda sıra bekleyenler "sâtler olsun...saatler olsun...saatlar olsun" derlerdi birbiri ardı sıra. Tıraş olan ise "sağ ol...sağ olun" diyerek cevap verirdi. Ne derler bu adamlar? Saatin ne işi var burada? Saatle tıraşın arasında ne gibi bir bağlantı olabilir? Niçin böyle derler? İşin yoksa düşün dur. Kimseye de bu saat ne alaka diye soramıyorsun. Çünkü bilmiyor musun, nasıl bilmezsin diyerek ayıplanmak da var bu işin ucunda. Zaten "saatler olsun" sözünü duyan hiç garipsemeyip cevap verdiğine göre herkesin bildiği bir şey olmalı. Tamam, herkes biliyor ama işin doğrusu saatlar mı, saatler mi yoksa sâtler mi? Hangisi? Bil de göreyim ya da sor da göreyim?

Küçüklüğü atlatıp biraz büyüyünce kafama takılan ama kimselere soramadığım saatlerin/saatların/sâtlerin doğrusunun ne olduğunu düşüne düşüne sonunda buldum. Sıhhatler olsun demekmiş bu kelimenin aslı ve doğrusu. Sağlık ve esenlik temenni ediliyormuş meğer saatler olsun derken. TDK'ya göre "Tıraş olan ve banyo yapanlara söylenen bir nezaket sözü" demekmiş. İçimden bir saatler olsun dedim bir de sıhhatler olsun dedim. Sıhhatler şeklinde telaffuz söylenişi biraz zor, saatler veya sâtler ise söylenişi daha kolay. Halkımız kolayına kaçmış. Söylene söylene halk nezdinde galatı meşhur olmuş ve kelimenin doğrusu ise garipsenir olmuş. 

Bugün çoğu kimse, kelimenin doğrusunun sıhhatler olduğunu bilmesine rağmen tıraş ve banyo olanı gördüğü zaman halk dilinde halen meşhur olarak kullanılan saatler olsun sözünü kullanmayı tercih etmektedir. Sadece sıhhatler olsun deyiminde değil, birçok kelimeyi biz kendi kolayımıza gelen şekliyle kullanmayı yeğlemiş ve yanlış üzere neredeyse ittifak ederek anlaşma yoluna gitmişiz. Başka örnek verelim. Mesela halk arasında "allem" kullanılır. Bunun aslı ve anlamı, "Allahü a'lemu" olup "Allah en iyisini bilir" demektir. "Ne görüyorsun" anlamında "nörün, nöğrün, nöğürün" deriz. Kelimeyi yerli yerince kullanmama sadece bizde değil, başka milletlerde de var. Mesela Irak'ta bulunan Samerra şehri, ilk kurulduğunda güzelliğinden dolayı "görenin hayran kaldığı şehir" anlamına gelen "sürra men raâ" nın Samerra şeklinde kullanılmasından ibarettir.

Saatler olsun, nöğrün, allem, Samerra kelimelerinde olduğu gibi kelimelerin aslını kullanmaktan ziyade telaffuzu kolay olanı  kullanmayı tercih etmişiz. Daha nice örnekler var bu şekilde. Gördüğünüz gibi kelime ve deyimleri ne hale getirmişiz. Kızıyor muyum bu kullanımlara? Asla. Mevzubahis olan konuşma dili, yazı dili değil. Mühim olan meramımız, muhatabımız tarafından anlaşılıyor mu? Önemli olan bu. Konuşma dilinde kullandığımız yanlış kullanım, yanlış anlaşılmıyorsa o doğrudur. Çünkü asıl olan anlaşmadır. Gerisi teferruattır. Ne diyelim? Tüm derdimiz bu olsun. Allah başka keder vermesin.

18 Şubat 2019 Pazartesi

Askeriye Dini mi Bizim Yaşadığımız Din?

Gündelik hayatta pek bir araya gelip kolay kolay bir ve beraber olamasak da Allah var toplu halde yaşadığımız bazı şeyler vardır ki mutlaka birinin komutuyla yaparız. Özellikle bu dediklerime dini alanda sık başvurulmaktadır.

Camiye girip ezanı huşu içerisinde dinliyor, ezan bitimi okunan ezandan sonra ellerini açıp ezan duası okumak istiyorsun. Ama ne mümkün! Müezzin, imam veya cemaatten biri başlıyor ezan duasını okumaya. Seni sana bırakmayan bu kimseye karşı mecburen ellerini kaldırıp onu dinliyor ve amin diyorsun.

Namaz bitimi tespih çekmek istiyorsun. Yine seni sana bırakmazlar. Hemen biri tesbihat komutu vermeye başlıyor. O, sübhanallah deyince sen de diyeceksin. O, elhamdülillah diyecek, sen ardından elhamdülillah diyeceksin. Allahü ekber de hakeza. Yavaş tesbihat çekme seçeneğin yok zaten. Sen hızlı tesbihat yapıyorsan mecburen onu bekleyeceksin. Mutlaka müezzine göre kendini ayarlayacaksın. 

Hac ve umreye gitmek nasip olmadı ama gidip gelenlerden işittiğim kadarıyla bizim hacılar Kabe'yi tavaf ederken bile toplu halde dua ediyorlarmış. Başlarındaki hoca söylüyor, akabinde bizim hacılar topluca duayı tekrarlıyorlarmış, hem de diğer hacıları rahatsız ettiğimize aldırmadan.

Son yıllarda hutbedeyken hatibin dua edip cemaatin ellerini açarak amin demesi yaygınlaştı.

Cenazeyi defnettikten sonra yakınlarının arasına girerek hocanın telkin vermesi ve oradakilerin topluca amin demesi hakeza çok yaygın.

Hangi birini örnek olarak vereyim? Say say bitmiyor. İşin garibi yukarıda verdiğim örnekler dinin bir emri değil, yapıla yapıla dinin bir emri gibi kabul edilen âdetlerimizden başka bir şey değil. Hepsini bir ritüel haline getirmişiz. Hemen hepsi birinin komutuyla başlayacak, biz de tekrar edeceğiz veya amin diyeceğiz. Bu düzen ve ahengi görünce nedense kışla veya askeriye dini mi bizim dinimiz demeye başlıyorum. Benim bildiğim askeriye bir emir-komuta ile yürür. Türkü çağrılacak...çağır! Sağa dön...marş! Yemek duası yapılacak...yap! Bunlar askerlikte gördüğümüz şeyler. Asker millet olduğumuzdan mıdır aynı askeriye mantığı dinin içine de girmiş. Ne tesbihat ne dua da kişileri kendi haline bırakmıyor, biri mutlaka başı çekiyor.

Çoğu zaman kendi halimize dua yapmaya bile bırakılmıyor, duayı imama ihale ediyor, onun ettiği duaya amin diyoruz. Yani biz kendi kendimize elimizi açıp dua edemeyecek miyiz? Halbuki dua kişiye özeldir. Kişinin Allah ile konuşmasıdır. Ne diye birileri Allah ile arama giriyor ki? Belki de imamın ettiği dua ile benim edeceğim dua örtüşmüyor. Hoş imam sesli dua etmese de ellerimiz açık bir şekilde içimizden ettiğimiz duayı da imam sonlandırıyor. Belki ben kısa dua edeceğim, belki uzatacağım.

Birinin komutuyla diğerlerinin komuta iştirak etmesi düzeni sağlamaktadır. Ne zararı var? Düzen daha iyi değil mi diyebilirsiniz. Ben bu şekil düzen istemiyorum. İbadette bu şekil ritüeller istemiyorum. Bırakın beni bana, Allah'tan ne isteyeceğime ben karar vereyim.