17 Şubat 2019 Pazar

Bazıları Camiye Niçin Gelir ki?*


Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği istatistiğe göre Türkiye'de 82.693 cami varmış. Bu demektir ki sayısı 81 olan her ilimize 1000 camiden fazla cami düşmektedir. İhtiyaç durumu ve nüfus artışına paralel olarak yapımı devam eden camilerimiz de eksik değil. İnşaatı devam eden bu camilerimiz için birkaç haftada bir cami görevlileri hutbede "İnşaatı devam etmekte olan muhtelif camilerimiz için yardım toplanacaktır. Allah yapacağınız yardımları şimdiden kabul etsin" duyurusu yapar.

Ne kadar camiye ihtiyacımız var, üzerinde durmayacağım. İhtiyaç duyulursa yapılır. Merak ettiğim, Diyanet İşleri Başkanlığının elinde, cuma namazı dışında camilerimizde cemaate katılım oranı ne kadardır? Namazlarımın çoğunu camide cemaatle eda eden biri olmasam da zaman zaman değişik vakit namazlarını farklı camilerde kılmaya çalışan biriyim. Bazı camiler hariç camilerimizin genelinde vakit namazını kılanların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Çoğunda ilk saf bile dolmuyor. Camiye gelenlerin çoğu da belli bir yaşın üzerindeki kişiler. Başta belediyeler olmak üzere DİB, bazı okullar ve STK'lar camilere çocukları çekmek için proje üzerine proje geliştirip yürürlüğe koysalar, ödül üzerine ödül verseler de proje süresi bitince camilerimiz de boşalıyor. Çünkü ödülü kapan çocuk maksada ulaştığı için kendini cami dışına atıyor. İştahını bir başka ödüle saklıyor. Menfaat ilişkisine bağlı olan bu tür projeden de başkası beklenemez. 

Diyelim ki ortaya koyduğumuz projelerle çocuklarımızı camiye gelmeye alıştırdık, amacımıza ulaştık, çocuklarımız camiye gelmeye devam ediyor. Değişen ne? Gerçekten ne değişecek? Camileri babasının tapulu malı gibi gören ve borusunu öttüren bazı cami müdavimlerinin elinde çocuklarımız ne kadar camiye devam edecekler? Biz camiler çocuk sesinden mahrum kalmasın diye çocukları camiye çekmeye çalışmadan önce cami cemaatini eğitsek çok iyi olacak. Çünkü camilerimiz çocuk sesine, çocuk cıvıltısına tahammül edemeyen, çocuk psikolojisinden anlamayan bazı ihtiyarlarla dolu. Sanki hiç çocuk olmamışlar gibi. Onlara göre camiye gelecek çocuk 30-40 yaşında bir insanın olgunluğunu gösterecek, hiç sesini çıkarmayacak, huşu içerisinde namazını kılacak. Halbuki iki çocuk bir araya gelince onları zapt etmek zor. Çünkü çocuk ne de olsa. Çocuğun camide gıkı çıksa kıyameti koparıyorlar ve çocukları azarlıyorlar. Gel de bu çocuğu bu camiye getir bundan sonra. Sanki  bu tipler peygamberden daha Müslüman. Ama peygamberi örnek almayan bir Müslüman! O peygamber ki namaz kılarken üzerine atlayan torunlarına kızmamış, hatta düşmesinler diye namazın rüknünü uzatmış biridir.

Ben bazı cemaatin çocukları azarlamasına  -nebevi tebliğe uymuyor diye- kızarken beterini bir eğitimcide gördüm. Bir okulun mescidine ikindi namazını kılmak için gittiğimde 10-15 kadar 5.6.sınıf öğrenci vardı mescitte. Kimi namazını kılmış, küçük bir halka oluşturup fısıltılı konuşuyor, kimi de namazını yeni kılıyor. İçeride namaz kılan bir öğretmen de var. Ön tarafta boş bulduğum bir yere geçip namazımı kıldım. Ben namaz kılarken halka olmuş çocuklar kendi aralarında konuşurlarken birbirlerini de "Hocalar var, namaz kılıyorlar" şeklinde uyardıklarını duydum. Küçücük çocuklardaki bu hassasiyet hoşuma gitti. Ama diğer meslektaşımın hoşuna gitmemiş olmalı ki namazı bitirir bitirmez çocuklara saydırdı: "Sınıfta konuşuyorsunuz, mescitte konuşuyorsunuz, siz ne zaman adam olacaksınız. Ağız tadıyla bir namaz kıldırmadınız..." dedi durdu. O çocuklara saydırırken ben hızlı bir şekilde ayakkabılarımın arkasına basarak mescitten kaçtım. Daha saydırıyordu çünkü. Çocuklardan değil, meslektaşımdan tiksindim. Bu nasıl eğitimci böyle dedim. Zaten namaz kılan az sayıda bir öğrenci var. Biz öğrencileri mescide çekmeye çalışalım, bu ve benzeri meslektaşlar olduğu müddetçe namaz kılan öğrenci sayısı artmadığı gibi azalır. En azından ben çocuk olsam o adam mescitte olduğu müddetçe namaza gelmezdim. Bir eğitimci böyleyse cami cemaatine ben ne diyeyim?

Okul mescidinde gördüğüm meslektaşımı ve zaman zaman farklı camilerde çocuklarla uğraşan diğer cemaati görünce acaba bu tipler hiç camiye, mescide gelmeseler; namazlarını evde veya bir köşede kendi başlarına kılsalar, çocuklar da kimseden çekinmeden rahat bir şekilde cami ve mescitlere  gelebilseler, istedikleri gibi gönüllerince eğlenseler diyorum. Ya da bazı bölge ve muhitlerde bazı camileri sadece çocukların gelebileceği camiler olarak belirlesek nasıl olur? Bence fena olmaz. Çünkü çocuklar camiyi bir yaşam merkezine döndürürler.

Camiye gelip gürültü yapan çocukları hiç uyarmayalım demiyorum. Uyaralım ama bu işi kırıp dökmeden yapalım. Çünkü kırıp döktüğümüzün tamiri mümkün değildir. En iyisi bu konuyu şu yazıyla bitirelim. Olur ya kıssadan hisse alırız. Eskiden tekkelerde iki soru sorulurmuş: Biri, “bugün gönül kırdın mı?” Diğeri, “namazını kıldın mı?” İlk soruya evet diyene, ikinci soru sorulmazmış. Başka söze ne hacet! Acaba bu yazıyı büyük puntolarla yazıp çoğaltarak her caminin görünür yerine assak mı?

*28/06/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Savrulduk, Hem de Ne Savrulma! (3)


31 Mart’ta bir seçime daha gidiliyor ama bu sefer durum diğer seçimlerden daha farklı. Ülke, dış saldırıyla başlayan bir ekonomik krizle karşı karşıya. Bu krizin adı konmasa da kısa zamanda kolay kolay gideceğe benzemiyor. Vatandaş birkaç yıldır geliyorum diyen krizin içinde şimdi. Halinden de pek memnun değil. Memnuniyetsizlerin sayısı her geçen gün hızla artmakta. Çünkü piyasada yaprak kıpırdamıyor, sebze ve meyve fiyatları arttı. Gıda ürünleri başta olmak üzere iğneden ipliğe her ürüne kat kat zamlar geldi. İşsizlik oranı arttı. Fabrikalar kapandı. Çünkü çift haneli enflasyon dönemine yeniden girdik. İş sadece enflasyonda kalsa dışa bağımlı ve üretime dayalı ekonomilerin sonu budur der, biraz sıkıntı çekilir, yeniden düze çıkılır. Maalesef sıkıntı daha derinlere taşındı. Adalet duygusu zedelendi. FETÖ denen şer örgütü ile mücadele, devletin sağlıklı düşünmesinin önüne geçti. Devlette ve toplumda FETÖ paranoyası belirdi. Herkes herkesten şüphelenir oldu. Çoğu kimse FETÖ ile iltisaklı olduğu gerekçesiyle işinden oldu. Yine FETÖ ile mücadele adı altında devlete alımlarda sözlü mülakat kriteri getirildi. Sözlü mülakatlardaki görüntü FETÖ ile mücadelenin de ötesinde taşındı. Çünkü iş ahbap-çavuş ilişkisine döndü. En azından halkın ekseriyeti böyle bir algıya sahip.

Halktaki memnuniyetsizliğin farkında olan iktidar, kendisinden kaçmakta olan seçmeni ittifak sayesinde geri kazanmayı ümit ediyor, bunun için mücadele veriyor. Diğer taraftan bir oy bir oy diyerek yıllardır tasvip etmediği seçim ekonomisi de uygulamaya başladı. 2015’den bu tarafa her seçime giderken ülkenin ekonomik durumu sıkıntıda olmasına rağmen 90’lı yılların siyaseti gibi bir siyaset izlenmeye başlandı.

31 Mart seçimlerine giderken seçim parolası da “gönül belediyeciliği.” Niçin böyle bir parolayla yola çıktı? Çünkü yıllardır nasılsa iktidardayız, kimse yanımıza yaklaşamıyor diye kibirlendik. Halkla aramızda güven problemi başladı. Bizlere umut bağlayanlar bizden kopmak istemese de güvenilir bir liman arıyor. Sözün özü siyaset ve iktidar olma bize yaramadı. Savrulduk hem de ne savrulma. Şımardık üstelik. Dün incinmiştik, bugün biz de incitiyoruz.  Çünkü incine incine incitmeyi öğrendik. Kazanmak ve yükselmek için birbirimizi de ekarte etmeyi çok iyi becermeye başladık. Dün yola çıktıklarımızla siyaset yaparken bugün çoğunu küstürdük, yola yolda bulduklarımızla devam ediyoruz. Üstelik bizi kimse eleştiremiyor bugün. Kim eleştirmeye kalksa ya FETÖ’cü ya düşman ya da nankör olarak ilan ediyor ve kapının önüne koyuyor, dışlıyoruz. Dünün mağduru iken bugün mağdur ediyoruz. Kendimizi anlatmak için sürekli geçmişle bugünü kıyaslıyoruz.

31 Mart seçimlerinde belki de 2002 seçimlerinde aldığımız yüzde 34 oy oranının gerisine düşeceğiz. Halk ya alternatif partilere yönelecek ya tepki olarak oyunu hiç tasvip etmediği bir siyasi görüşe verecek ya boşa atacak ya da sandığa gitmeyecek. Belki de bu seçim, seçime katılım oranının en düşük olduğu seçim olarak tarihe geçecek.

Düşünüyorum da iktidar bize yaramadı. Çünkü samimiyetimizi kaybettik. Bugün makam, mevki peşinde koşuyoruz. Dünün mücahitleri bugün en azından müteahhit oldu. Acaba büyümeyip küçük ama samimi, ülkeyi ve İslam’ı dert edinen kimseler olarak kalsaydık keşke diyorum bazen. Çünkü savrulduk, şımardık. Kibir de var bizde. Halbuki bizim zihniyete bu ülkenin daha ihtiyacı vardı. Yavaş yavaş iktidar nimeti altımızdan kayıyor. Üstelik yıllardır bir çözülse dediğimiz problemleri çözünce de rahatlamadık. Çünkü yumuşak karnımız olan başörtüsü dün sorundu, bugün de sorun. Zira acayip tavırlı başörtülüler türedi. Hatta öyle başörtülüler görüyoruz ki “Şu kız keşke başörtülü olmasaydı” ya da “Dün başörtüsü eylemlerini bunun için mi yaptık” der olduk. İşin garibi 2015’den bu tarafa “Ben yaptığından hoşnut değilim, yaptıklarını beğenmiyorum, kendine çekidüzen ver” diyen seçmene her seçim sonrası “Mesajı aldık” denmesine rağmen görünen o ki tedbir alınmamış. Uzatmalara oynuyoruz izlenimi veriyoruz şimdi. Dün tek başına aldığımız oyu bugün yama yaparak almaya ve ayakta kalmaya çalışıyoruz. Böyle mi olacaktık? Demek ki bir dava büyüyünce samimiyet kalmıyormuş. Keşke küçük kalsaydık daha mı iyiydi? En azından bugünkü durumdan sorumlu olmaz ve samimiyetimizi kaybetmezdik.


Savrulduk, Hem de Ne Savrulma! (2)

91 seçimlerinde ittifakla da olsa aşılamayan barajı delip geçtik. Engelleri aşmış, baraj sorunumuz yoktu artık. Kim tutardı bizi. Gümbür gümbür geliyorduk. Nitekim partimiz önce 94 seçimlerinde yerelde, 96 seçimlerinde de genelde birinci geldi. Seçimi kazanmıştık ama saralı gibi görüyordu o günün partileri bizi. Kimse bizimle hükümet ortağı olmak istemiyordu. Sonunda güç-bela da olsa hükümeti kurma görevi verildi ve DYP ile hükümet kuruldu. Dünün “gerici, yobaz ve mürteci” kabul edilen kişi, ülkenin başbakanı olmuştu. Şer cephesi durmadı. Ürettiği asparagas haberlerle işi 28 Şubat sürecine taşıdı ve partiye “irticanın odağı olma” gerekçesiyle kapatma davası açıldı ve parti kapatıldı. Yerine hilalin içinde kalp amblemli bir başka parti kuruldu. Bu partinin de ömrü uzun olmadı. Yine “irticanın odağı” gerekçesiyle kapatıldı. Yerine amblemi yine hilal ve içinde 5 yıldızın olduğu bir parti kuruldu. Parti kurulmuştu ama koca parti içinde “yenilikçiler” ve “gelenekçiler” diye ikiye bölündü.

2002 yılına gelindiğinde yapılan genel seçimde seçmen eskileri baraj altında bırakarak yenilikçi hareketi tek başına iktidara taşıdı. Her ne kadar bu parti “Milli görüş gömleğini çıkardım” dese de halk ve devlet gözünde bu hareket milli görüşün devamıydı. Çünkü partinin üst beyin tabakası milli görüş mutfağında yetişmişti.

Yıl 2019. Ülkeyi hala milli görüş geleneğinden gelen zihniyet yönetiyor. Zirveden inmek bilmiyor. Her seçimde en yakın rakiplerine iki katı fark atıyor. Çünkü 2002’den bu yana bu ülkeye yapmadığı hizmet kalmadı. Hizmeti gören vatandaş ardı arkasına iktidara taşıdı.

2002-2019 döneminde mütedeyyin insanların MNP, MSP, RP ve FP dönemlerinde olmasını istediği başta başörtüsü olmak üzere katsayı gibi mağduriyetlerin hepsi giderildi. Okullarda okuyan kız öğrencilere ve kamuda çalışan kadınlara başörtüsü serbestliği getirildi. Yıllardır yumuşak karnımız olan bu sorun tereyağından kıl çeker gibi çözüldü. Mütedeyyin insanların okumuşları bürokrasiye yerleştirildi. Yıllardır milli görüş zihniyetiyle mücadele eden kurumların köşe başlarını tutmuş eski zihniyet mensuplarına yol verildi. Eski zihniyetle mücadele ederken kendisi de iktidarda iken “irticanın odağı” gerekçesiyle kapatılmaktan paçayı zor kurtardı. Mücadele ede ede yapılan hizmetler yıllardır ezilmiş, incinmiş, tu kaka yapılmış, mağdur edilmiş mütedeyyin insanları sevindirmekle kalmadı, göğüslerini de kabarttı. Ekonomik krizle boğuşan, sürekli likidite sıkıntısı çeken ülkede ekonomik krizler de geride kalmıştı. Hasılı üyesi olarak yer almadığım ama gönülden ve oy vererek destek olduğum partim; geçmişte sıkıntı çektiğim, adam yerine konmadığım, dışlandığım tüm ortamları izale ettiği gibi benim zihniyetimde olanları da devletin tepesine taşıdı.

2002’den bu yana oylarını her seçimde artırarak gelen partim, mütedeyyin insanların dışında da diğer birçok kesimi kazanmayı bildi. 07 Haziran 2015 genel seçimlerinde ilk oy düşüklüğünü yaşadı, tek başına hükümet kuramadı. Çünkü dün her şeyiyle destek olan halkın bir kısmı desteğini çekmişti. Hükümet kurulamayınca yenilenen seçimde halk yeniden partinin etrafında kenetlendi. 24 Haziran 2018’de yapılan genel seçimlerde oylar yine düşmesine rağmen Cumhur ittifakı sayesinde Mecliste çoğunluk elde edilebildi. (Devam edecek)