14 Şubat 2019 Perşembe

Beyin Göçü *


Son yıllarda Türkiye'den başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dış ülkelere giden insanımızın sayısında büyük bir artışın olduğu belirtilmektedir. Gidenlerin okumuş ve yetişmiş eleman olduğu söylenmektedir.

Gidenler işsiz ve yetişmemiş olsa olabilir, çünkü bu ülkede iş bulamamış, rızkını dışarıda arıyor diyeceğim. Ama gidenler, zamanında devletin yetişsinler diye masraf ettiği kişiler. Tam kendilerine yapılan masrafın karşılığında bu ülkeye hizmet etme vakitleri geldi. Devlet ve millet artık bunlardan fayda görsün dediğimiz zaman adamlar bir bakmışsın, ülkeyi terki diyar eylemişler. Giden üç-beş kişi değil, tamı tamına 253 bin kişi.

Niye gider yetişmiş eleman başka ülkeye? Mutlaka her birinin kendince haklı bir sebebi vardır. Kimi yeterince ilgi görmemiş, kimi alanında çalışabileceği iş alanı bulamamış, kimi kendisine verilen maaşı yeterli görmemiş olabilir. Kimi yeterince çalışma ortamı bulamamış, kimi fikrini özgürce ifade edememiş; kimi işini kaybetmiş, görevinden ihraç edilmiş; kimi dışlanmış, fişlenmiş, suça bulanmış olabilir. Kiminin peşine devlet ve kolluk kuvvetleri düşmüş; adliye ve mahkeme arasında mekik dokumaktan bıkmış ve ceza almaktan kurtulmak için kaçmayı tercih etmiş olabilir. Gidenlerin bir kısmı, resmi yollardan giderken bir kısmı da hakkında yurtdışı çıkış yasağı olduğu için kaçak yollardan ülkeyi terk etmiş olabilir. 

Kim ne şekilde çıkarsa çıksın, ister suçlu veya suçsuz olsun, ülkeyi beğensin veya beğenmesin, ülkeden bu kadar kişinin çıkması hayra alamet değil. Çünkü bunun adı bir beyin göçüdür. Beynimiz dışarı akıyor. Bu ülkenin geçmişinde, zamanında değer vermediğimiz, elinden tutmadığımız ve uygun çalışma ortamı sağlayamadığımız yetişmiş insanları yurtdışına kaçırtma gibi bir sicili vardır. Bugün birçoğu yurt dışında yaptığı bilimsel çalışmalarla, ortaya koyduğu icatlarla göğsümüzü kabartmaktadır. Bir taraftan göğsümüz kabarırken diğer taraftan hayıflanıyoruz. Çünkü bir başka ülke adına katma değer üretmektedirler. Bunlar maalesef bizim yitiğimizdir.

Giden yetişmiş elemanları geri çekmek ve bundan sonra başka yetişmişlerin alıp başını gitmemesi için bu ülkeyi yönetenlerin tedbirler almasında fayda vardır. Kimin niçin gittiği üzerine kafa yormalıdırlar. Bu konuda bilimsel bir araştırma yaptırmak ve bu sorunun nereden kaynaklandığının tespitini yapmak suretiyle bu işe başlayabilirler. Eğer tedbir alınmazsa bu ülke durmadan yetişmiş insan gücünü meccanen ihraç etmekle karşı karşıya kalabilir. Bu da memleketin hayrına olmaz. Çünkü yetişmiş insan gücü bir memleketin geleceğidir. Bu ülke ileriye taşınacak, yükselecek ve gelişecekse yetişmiş kalifiye insanlar sayesinde olacaktır. Bu işler; kalan sağlar bizimdir, zorla güzellik olmaz, gidene güle güle demekle olmaz, seyretmekle hiç olmaz. Mutlaka bir şeyler yapılmayı gerekir ve bu beyin göçü durdurulmalıdır.

Hükümet, devlet, TÜBİTAK kim el atacaksa bu ülkeden başka ülkelere akan beyin göçünü durduracak bir politika geliştirmeli. Hatta başka ülkeden işe yarayacak beyinleri bu ülkeye çekecek politikalar üretmelidir.

*18/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Okullarda Bağış Toplamanın Yolu

Milli Eğitim Bakanlığı sık sık okullarda bağış adı altında zorla bağış almanın yasak olduğunu söylese de okullarda bağış toplanıyor. Milli Eğitim okulların her ihtiyacını karşılayamadığına göre okullar giderlerini karşılamak için birlikleri aracılığıyla velilerden bağış talebinde bulunmak zorundalar. Başka çareleri yok. Burada okulların tam ihtiyacını karşılayamayan MEB ikircikli davranıyor. İhtiyaçların için ne para veririm ne de toplatırım. Gönüllülük esasına göre veliden para alabiliyorsan al, bir şikayet olursa da canını yakarım diyor. Yani adını koymuyor. Halbuki adını koysa bağış toplamada hiçbir sorun olmaz.

Okullarda bağış adı altında para toplamakla her ne kadar okul birlikleri yetkili kılınmış, sorumluluk onlara aitse de Türkiye'nin çoğu okulunda birlik adına para toplama işini okul yönetimleri üstlenir. Gerekirse tehditle paralar toplanır. Tehdit olmasa da istene istene öğrenci/veli vereyim de kurtulayım diyerek elini cebine atmak zorunda kalır. 

Okul yönetimleri para toplama işini üstlenir, bunu da sınıf öğretmenleri vasıtasıyla yapar. Ne yönetimin ne de öğretmenin para toplama gibi bir görevi olmamasına rağmen paralar bu şekilde toplanır. Bu işin yürümesi okul idaresinin kararlılığına bağlıdır. Bunun için öncelikle taşın altına yönetim elini koyacak ki öğretmen de gövdesini koyabilsin. Ama okul yönetimi "Bizlik bir şey yok, birlik istiyor, bu iş bizim dışımızda cereyan ediyor" deyip tıpkı Bakanlık yetkilileri gibi ikircikli davranır ve topu taca atarsa öğretmen burada inisiyatif almaktan kaçınır. Madem bu iş birlik vasıtasıyla olacak, yönetimin işi değil ise öğretmen niçin bu işin içine girdiriliyor? İdare her şeyden uzak duracak, kendini tehlikeye atmayacak, sonra da öğretmene şu güne kadar belirlenen miktarın sınıf mevcuduyla çarpımı olan parayı tastamam istiyoruz diyecek. Anasının akıllı oğlu! Ne olacak? Böyle yapılırsa bu para toplanır mı? Bir defa okul yönetimi "Arkadaşlar! Bu iş normalde birliğin görevi. Ama Türkiye'nin bir gerçeği ki bu iş bizim üzerimizde yürüyor. Okulumuzun acilen şu ihtiyaçlarını gidermesi için şu kadar paraya ihtiyacı var. Sizler sınıflarda bizim kolumuz kanadımızsınız. Sizlerden bu konuda fedakarlık istiyoruz. Siz sınıfa duyururken biz de tören alanında çocuklarımıza duyuralım. Bağış yapmak istemeyen veli ve öğrenci ile biz ilgileniriz" diyerek öğretmene açık çek vermelidir. Bu işler öyle istemem, yan cebime koy demekle olmaz. Yine okul idareleri öğretmenleri arkasına almak istiyorsa bazı konuları öğretmenleriyle paylaşmalı, para harcama konusunda, gelir ve giderde şeffaf olmalıdır. İletişim yolunu kapatır, çoğu zaman selam bile vermeye tenezzül edilmez ise bu işler zor yürür, yürüse de bu iş gönüllü yürümez, homurdanma eksik olmaz.

Anlatmak istediğim okul yönetimi sadece nimette en önde değil, risk barındıran konuda da öne atılmalıdır. Osmanlı'da padişahların savaşlara ordunun başında gittiği zamanlarda Yeniçeri zaferden zafere koşmuş, fethetmediği toprak kalmamıştır. Ne zaman ki padişahlar savaşa ordunun başında gitmedi, Yeniçeri savaş kaybetti ve savaşı kaybetmekle de kalmadı. Bir müddet sonra devletin başına bela oldu. Okul yönetimleri iş yapmak ve yaptırmak istiyorsa her şeyden önce öğretmeniyle açık oynamalıdır.

Okul yönetimi başta para toplamak olmak üzere tüm risklerde inisiyatif alıp en önde yer alıyorsa sözüm meclisten dışarıdır.

13 Şubat 2019 Çarşamba

Haftalık Ders Programları (6)

Adana'dan Konya'ya yazılı sınav puanıma göre atandım. Ders Programı yapılacak. Daha önce okulun programını bir öğretmen elle yapıyormuş. Ne müdürlüğü devraldığım eski müdür ne de gelen müdür yardımcılığı yapan müdür yardımcısı biliyor. Hoş maaş ve ek dersi yapmayı da bilmiyor. İşin garibi program yapmayı ben de bilmiyorum. Neyse iş başa düştü. Bu program yapılacak.

Ben Sarayönü ilçesinde görev yapıyorum. Cihanbeyli'de müdürlük yapan bir arkadaşa telefonla öğretmen isimlerini ve girecekleri ders yükünü vererek program yaptırdım. Hafta sonu Konya merkezde buluşarak yapılan ders programını alıp pazartesi günü öğretmenlere verdim. Bir öğretmene salı günü tek ders konmuş. Öğretmene, hocam! Aceleyle bu program yapıldı, başkasına yaptırdım. Bir iki hafta idare edelim. Bu bir saat burada şık durmuyor dedim. Sağ olsun öğretmen anlayış gösterdi.

Birkaç hafta sonra bir firmanın okullara sattığı "Haftalık ders programı" ismini verdikleri programı satın aldım. Nasıl yapıldığını, ne şekilde kullanıldığını bilmediğim programın kullanılışını göstermek ve ders programını yapmak için Konya merkezden bir müdürü pazar günü okula (Sarayönü) götürdüm. Sağ olsun programı gösterdi ve bir program daha yapıverdi.

Her program değişikliğinde bir başkasını getirip program yaptırmak olmazdı. Çünkü taşıma suyla değirmen dönmezdi. Kısa zamanda uğraşa uğraşa kendimin de hoşuna giden ders programları yapmaya başladım. 

Ders programı değişeceği zaman şimdiki gibi whatsapp olmadığı için öğretmenlere imza sirküsü çıkararak "Ders programı yapımında istediklerinizi şu tarihe kadar alt tarafta bıraktığım boş kağıda yazmanızı rica ederim." şeklinde görüş istedim. 

Ders programı yapacağımda öğretmenlerin isteklerini programa komut verdim. Hiç istekte bulunmayan öğretmenleri de istekleri varmış gibi gözeterek sisteme işledim. İstediğim şekilde iyi bir program ortaya çıksın diye "programı yap" komutunu verdim. Saatlerce programın yapılmasını bekledim. Baktım olmayacak, alternatifleri devreye soktum, pencereleri birer artırdım, bazı blog dersleri ayırdım. Program yapılınca kaydetmeden her bir öğretmeni tek tek kontrol ettim. Hepsi güzel derken bir öğretmenin programını beğenmezdim. Programı bozar, yeni program yapardım. Bu şekilde 20-30 defa program yapar bozardım. Ama yorulduğuma değerdi. Çünkü ortaya herkesi memnun eden bir program çıkardı. Herkese göre programı bana göre biraz bozuk olan ders programı olursa öğretmene programını vermeden hocam! Sizin program istediğim şekilde olmadı. Diğer programda size öncelik vereceğim, kusura bakma derdim. İşin garibi benim beğenmediğim programı çoğu zaman öğretmen beğenirdi.

Benim yaptığım ders programlarında nöbetçi olduğu günün dışında hiçbir öğretmenin kolay kolay boş penceresi olmaz. Öğretmene tüm gün ders vermeyeceksem ya sabahı ya da öğleden sonrayı kapatır, araya öğle arası girmemesine özen gösterirdim. 11 yıl okul müdürlüğü yaptım. Bazı konularda bazı öğretmenlerle sorun yaşadım ama hiçbir öğretmen bana veya ardımdan çok kötü program yapardı demedi. Çünkü herkes verdiğim programı tasvip ederdi. Yapamadığım isteği hangi gerekçeyle yapmadığımı da izah ederdim.

Niyetim kendimi övmek değil. İyi idarelik yaptığım iddiasında da değilim. Ders Programı yaparken hassasiyetimi dile getirmeye çalıştım. Çok kötü program yapan idarecilere örnek olsun istedim. Başka bir amacım yok. Çünkü bir ders programı yüzünden insanlardaki adalet duygusunu yok etmemek lazım.