10 Şubat 2019 Pazar

Jurnalci Olmak İstemez miydiniz? *


Sözlükte jurnal, "Biriyle ilgili olarak yetkililere verilen kötüleme, ihbar yazısı" demektir. Jurnalci ise "Jurnal ederek yetkililere, yöneticilere yaranmaya çalışan kimsedir. Bir nevi ispiyoncu. Çünkü ispiyoncu da "Birinin sırlarını, davranışlarını, düşüncelerini gözleyerek yetkili kişilere bildirene" denir. Haldun Taner jurnalcilik yapanlar için "İhsan bekleyen bu çanak yalayıcı, bu jurnalci yaratıklar köpeklik tarihinin yüz karası idiler," der.

İster jurnalci, ister ispiyoncu, ister muhbir diyelim, bu işi yapma amacının bir yere gelmek için üst yöneticilere yaranmak ve yaltaklık yapmak, bir başkasını yakmak suretiyle mutlu olmak, bir başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurmak olduğu anlaşılmaktadır. Prim yapıyor olmalı ki jurnalcilik yapılıyor. Demek ki bazı üst yöneticiler böylesini istiyor ve yükselmek, bir yere gelmek isteyen de bu yola başvuruyor. 

Bahsettiğim jurnalci devlet adına iş yapan, devletin güvenliğini sağlamakla görevli istihbarat görevlisi değil. İstihbaratçının görevi zaten istihbarat toplamaktır. Kastım bunlar değil. Zaten bunlara jurnalci denmez. Halk ve devlet nezdinde bunlar muteberdir. Benim konu edindiğim jurnalci, üzerine vazife olmayan yalaka takımıdır. Oturduğu yerde insanları fişlemek görevini üstlenir. Herhangi bir kuruma gidip falan kimse şu şu işi yapıyor, şöyle biridir, demesine gerek yok. Nasılsa Bilgi Edinme diye bir şey var. Elindeki oyuncağı açıp çekemediği, kin beslediği insan hakkında ilgili kurumlara sanal alemden yazıp bilgi aktarıveriyor. Böyleleri, aklı sıra vatandaşlık görevini yaptığına da kendisini ve çevresini inandırır. Yaptığının yanlış olduğunu kabul etmez. Bu iş için vicdanının sesini de dinlemez. Kendisini de jurnalci, ispiyoncu, muhbir olarak görmez. Yazdığına da biraz hamaset kattı mı onun için yükselmenin sınırı olmaz. Bu tipler ne polistir ne askerdir ne de istihbaratçıdır. Bunlar gönüllü çanak yalayıcıdır, köpeklik tarihinin yüz karasıdır. Bu tiplerde bu mide, üst yöneticilerde de bunları tasvip olduğu müddetçe jurnalci için yükselmenin sınırı yoktur. İşine yarayacaksa anasını da satar, babasını da. Gerekirse hanımını da satar. Arkadaşmış, hiç önemli değil. Onun için tek şey vardır, yükselmek. Amaç bu olunca her yol, her şey mubahtır onun için. 

Her kaba göre şekil alan bu bukalemun tipler, yeri geldiği zaman istihbarat toplar, yeri gelir polis olur, yeri gelir hakim ve savcı olur. Seninle ilgili seni senden daha iyi tanıyacak şekilde senin niyetini okur, basit Aristo mantığından hareketle hakkında hükmünü de verir. 

Allah kimseyi jurnalci yapmasın. Toplumun ve çevresinin yüz karası olan bu tip jurnalcileri Allah ıslah eylesin. Hâlâ düzelmiyorlarsa şerrinden Allah herkesi emin eylesin. Arsız bu tiplerin eline kimseyi düşürmesin. Başkası adına kazdığı çukurların beterine kendileri düşsün. Düştüklerinde ne ağlayanı ne de elinden tutanı olsun. 

*20/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.




9 Şubat 2019 Cumartesi

Ölürsem Cenazemi Kim Kaldıracak Diyordum!

Ölüm sıra beklemez bilirim. Rab Teala haydi gel deyince yol görünür. İşim var, az daha bekle yoktur bu gerçeklikte. Öbür aleme gidince işim kül bilirim. Buna rağmen zaman zaman öldükten sonra cenazeme kim gelir, orta yerde kalır, etrafı kokutur muyum diye düşünürüm. Şimdi siz "Yeter ki ölmeyi gör, cenazeni biri kaldırır" diyebilirsiniz. Haklısınız. Öldükten sonra istersen cenazen kalkmasın da diyebilirsiniz. Bunda da hakkınız var. Ama buldum galiba cenazemi kimin kaldıracağını. Herkes "Sağlığında ne gördük ki ölümünde görelim” deyip gelmezse Cumhurbaşkanı kıldırır diyorum artık. Nasıl demeyin, hikayeyi okuyalım:

"Sultan Murad Han o gün bir hoştur. Telaşeli görünür. Sanki bir şeyler söylemek ister, sonra vazgeçer. Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
—Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
—Akşam garip bir rüya gördüm.
—Hayırdır inşallah?
—Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
—Nasıl yani?
—Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki, padişah hâlâ gördüğü rüyanın tesirindedir ve gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt'a çıkar, döner Vefa'ya, Zeyrek'ten aşağılara sallanır. Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan bir ceset gözlerine batar, sorarlar:
—Kimdir bu?
Ahali:
—Aman hocam hiç bulaşma, derler. Ayyaşın biri işte!
—Nerden biliyorsunuz?
—Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık komşumuz.
Bir başkası tafsilata girer:
—Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır. Azaplar çarşısında çalışır. Nalının hasını yapar. Ancak kazandıklarını içkiye, fuhşa harcar. Hem şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerede namlı mimli kadın varsa takar peşine.
Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
—İsterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir cemaatte gören olmuş mu?

Hasılı, mahalleli döner ardını gider. Bizim tebdili kıyafet mollalar kalırlar mı ortada! Tam vezir de toparlanıyordur ki padişah keser yolunu:
—Nereye?
—Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
—Millet bu, çeker gider. Kimseye bir şey diyemem. Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebaamızdır. Defini tamamlamak gerek.
—İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
—Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
—Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
—Mollalığa devam. Naaşı kaldırmalıyız en azından.
—Aman efendim, nasıl kaldırırız?
—Basbayağı kaldırırız işte.
—Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması, paklanması var. Tekfini, telkini...
—Merak etme ben beceririm. Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
—Şurada bir mahalle mescidi var.
—Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
—Ne bileyim? Ayasofya'dan, Süleymaniye'den, en azından Fatih Camii'nden.
—Ayasofya ile Süleymaniye'de devlet erkanı çoktur. Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii'ni iyi dedin.
Hadi yüklenelim.

Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur ocağa. Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki naaş, ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında. Yüzü sakilere benzemez. Hem manalı bir tebessüm okunur dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama, vezirin de keza. Meçhul nalıncıyı kefenler, tabutlar, musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli vardır daha. Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
—Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba.
—Nasıl yani?
—Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?
—Doğru! Öyle ya, neyse... Sen başını bekle, ben mahalleyi dolanıp geleyim.
Vezir, cüz okumaya tespih çekmeye döner, padişah garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.

Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
—Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar. Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki. Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından.
—Biliyor musun oğlum? diye dertli dertli söylenir. Bizim efendi bir âlemdi, vesselam! Akşamlara kadar nalın yapar. Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin, elindekini avucundakini verir satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!
—Niye?
—Ümmeti Muhammed içmesin diye.
—Hayret!
—Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi. Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi. Öyleyse şimdi dinlenmeniz gerek. O çeker gider, ben menkıbeler anlatırdım onlara. Mızraklı ilmihal. Huccet-i İslam’dan okurdum.
—Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki!
—Milletin ne sandığı umurunda değildi. Hoş, o hep uzak mescitlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında durmalı ki tekbir alırken Kabe'yi görmeli derdi.
—Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
—İşte bu yüzden Nişancı'ya, Sofular'a uzanırdı ya. Hatta bir gün: Bak efendi, dedim. Sen böyle böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek. İnan cenazen kalacak ortada.
—Doğru, öyle ya?
—Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. İş mezarla bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
—Peki o ne dedi?
—Önce uzun uzun güldü, sonra:
—Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?"

Evet, Cumhurbaşkanı'nın işi ne? Benimkini de kaldırır.

Oh be! Rahatladım.

Belediyeciler Öbür Dünyada Hesabı Zor Verirler *

İstanbul Kartal'da 8 katlı bir bina çöktü. İçerisinde 43 vatandaşın olduğu sanılan binanın enkazından 21 ceset çıkarıldı, 14 vatandaş da yaralı. Ölenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Allah beterinden korusun. Bizleri böyle afetlerle imtihan etmesin.

Burada kullandığım afet kelimesinden doğal afet anlamayalım; bu, Allah'ın kaderidir demeyelim. Çünkü bu olan bir intihardır. Kendi elimizle yapıp ettiğimiz, geliyorum diyen, kendi kendimizi ölüme davetiye çağırdığımız ve kendimizle beraber başka canları da ölüme gönderdiğimiz kasten adam öldürmedir. Bunun başka lamı cimi yoktur. 

Yıkılan bina kaç yıllık bilmiyorum. Ama görsel medyanın verdiği haberden binanın üç katının kaçak olduğunu öğrendik. Zamanında 5 kata ruhsat verilen binaya izinsiz üç kat daha ilave yapılmış. Burada suçlu kim? Şimdilik 21, daha başkalarına da mezar olacak bu katliamın katilleri kimler? Çünkü burada tek katil yok. Para hırsından binasının üzerine üç kat daha çıkan mülk sahibi katil midir? Evet katildir. Malzemeden çalan müteahhit katil midir? Evet, katildir. Kaçak bina yapımına izin veren veya görmezden gelen belediye yetkilileri katil midir? Evet, katildir. Denetimle görevli inşaat, mimar, mühendis her kim ise doğru dürüst görevini yapmamışsa bunlar katil midir? Evet katildir. Demirden, çimentodan, malzemeden vs çalarak binayı ucuza mal etmeye çalışanlar katil midir? Evet katildirler. Bu işte daha adını saymadığım katiller de çıkar. Çünkü bu işe sebep olan kim var ise benim nazarımda katildir.

Hangi katilin suçu daha büyük derseniz kaçak yapılaşmayı önlemekle görevli belediye yetkililerinin suçu daha büyük derim. Çünkü belediye isterse kaçak yapılaşmaya, kaçak kat çıkmaya göz açtırmaz. Küçük bir ihmalin sonucunda ölüm ve ölümlere sebebiyet verenler bu işin vebalinden bu dünyada kurtulabilirler ama aynı şeyi öbür dünya için aklıma bile getirmek istemiyorum. Zira öbür dünyadan kaçış yoktur. Her ihmal, her kasıt önümüze gelip adil bir şekilde yargılanacağız. Bu yıkılan binanın sorumluları zincirleme sorumlu olacak ve hak ettiği cezaya çarptırılacaklar. İşte burada belediyecilerin işi zor görünüyor. Rabbim bilir ama kurtuluşları yok. Kolay kolay hesap veremezler orada. Çünkü orada mazeret, gerekçe, bahane fayda etmeyecektir. Torpil zaten sökmez. Bundan dolayı belediyeci olmayı hiç istemedim. Çünkü sorumluluğu çok belediyenin.

Herkes sorumluluğuna göre orada hesap verecek. Belediyeci değilim ama işini, görevini tam yapmayan, sorumluluğunun gereğini yerine getirmeyen belediyeciler adına üzgünüm. 

*13/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.