3 Şubat 2019 Pazar

Benim Sırtımdan Cömertlik Yapma Devlet! *


MEB'in yaptığı açıklamaya göre 2019-2020 eğitim ve öğretim yılından itibaren temel liseler ve geçmişin dershane görevini ifa eden özel kurs merkezleri olmayacakmış. Yani kapatılacak. Kurslar bitecek mi? Bitmeyecekse yerine ne konacak?

Yerine ne konacak derseniz, başka bir alternatif düşünmez ise lise mezunları için halk eğitim merkezleri, halen devam eden öğrenciler için örgün eğitim kurumları "Takviye ve Yetiştirme" adı altında okullarında kurs açacaklar. Yani önümüzdeki öğretim yılından itibaren HEM ve okullar özel sektör gibi dershanecilik yapacaklar. Tek farkı, özel kurslar ve temel liseler ücretli iken buralar ücretsiz. Okul ve hak eğitimlerde verilecek bu kurslara özel kurslarda derse giren öğretmenler de ücret karşılığı ders verebilecek. 

Öğrencinin para vermeden faydalanacağı bu kursların ücretini kim karşılayacak? Devlet elbet! Devlet bunu nereden karşılayacak? Senin, benim verdiğim vergilerden. Devlet bu masrafı hizmet alanlardan alacağı yerde vatandaşın tümünün sırtına yıkıyor. Yani devlet benim sırtımdan başkasına ağalık, cömertlik yapacak.

MEB'in kurs merkezlerine alternatif olarak sunacağı bu hizmet(!) yeni değil, kaç yıldır okullarda ders bitimi veya hafta sonu ücretsiz kurs açmak suretiyle yerine getiriyor. Daha doğrusu yerine getirir gibi yapıyor, dostlar alışverişte görsün misali. Niçin böyle düşünüyorum? Okullarda açılan bu kurslar faydalı değil mi? Maalesef faydası yok. Aklı başında bir kişi çıkıp bu kurslar faydalı, verimli desin, bin kere özür dilemeye hazırım. Bu kurslarda devlet sadece masraf ediyor. Sonuç, kellim kellim la yenfeu. Bunu öğrenci, öğretmen, veli, çevre, milli eğitim yetkililerinin bildiği gibi devlet de biliyor ama bilmiyormuş gibi davranıyor. Devlet "Kurs merkezlerini kapatıyorsunuz, benim çocuğum nerede sınava hazırlanacak" diyen/diyecek velilere "Aha işte okullar! Çocuğun oraya gitsin, üstelik bedava!" demek için bu kursları açıyor.

Merak ettiğim bu kurslar illaki olmak zorunda mı? Olmazsa olmaz mı? Mademki ihtiyaç, açılacak. Eğer MEB, bu işte samimi ise bu kursları maliyetine ücretli yapar. Bu şekilde nispeten verim alınabilir. Çünkü para birçok işi düzene koyar. Öğrenci devam eder; derse, ders dinlemeye ve ders çalışmaya özen gösterir; veli çocuğunu takip eder, öğretmen anlattığı derse dört elle sarılır. Burada parası olmayan ne yapacak denebilir. Bunu çözmek zor değil. Maddi imkanı olmayan öğrencinin velisi "Çocuğumu kurs bitinceye kadar kursa göndereceğime, göndermediğim takdirde  çocuğumun kurs masrafını karşılayacağıma söz veriyorum" şeklinde bir taahhütname imzalayarak kursa çocuğunu ücretsiz  kayıt yaptırabilir. Bu yol ile en azından "Kursa katılmak istiyorum" diye beyanda bulunanların kurslara devamı sağlanabilir.

Şimdi gelelim bu kursların verimliliğine... Bu kurslardan öğrenci, veli ve öğretmen için bir fayda haiz olur mu? Tecrübeme dayanarak söylüyorum, çok az istisna hariç bu kurslardan verim alınamaz. Niçin demeden ben sebebini size bir soru sorarak söyleyeyim. Hafta içi bir öğrenci -ortaokulda- Fen, İngilizceden dört, Türkçe ve Matematikten 5-6 saat ders görüyor. Hafta sonu açılacak kursta bu derslerden ikişer saat ders görecek öğrenci. Burada soralım, hafta içi 5-6 saatte bir dersten bir şey öğrenemeyen bir öğrenci veya bu kadar ders yükünde bir şey öğretemeyen bir öğretmen, hafta sonunda göreceği/vereceği iki saatlik bir takviyeden ne alabilir/ne verebilir? Sanırım elde var, sıfır olur sonuç.

Yazımı uzattım ama bu kurslara bir de öğrenci gözüyle bakalım. Bir ortaokulda 35, lisede 40 saat ders gören bir öğrencinin üzerine hafta sonu tekrar ders gördürmek suretiyle ilave yük yüklemek hiç pedagojik değildir. Bu, çocuklara eziyetten başka bir şey değildir. Bırakalım çocuklar hafta sonunu doya doya yaşasınlar. Çocukluklarını yok etmeyelim.

*09/02/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Bir Garip Geldi Geçti Bu Dünyadan!


Bugün 03 Şubat 2019. Bundan 12 yıl önce yıllardır yağmayan beyaz bereketin bol miktarda kirlerimizi örttüğü, yolların kapandığı cumayı cumartesiye bağlayan gece, takvimler 03.02.2007'yi gösterdiği bir tarihte iki göz bir evde hayatı boyunca yüzü gülmemiş, bahtı açık olmamış bir piri faninin sekerat haline aynel yakin şahitlik yaptım. Bu esnada yaptığım tek şey ölmek üzere olan birine telkin vermek ve Kur'an'dan ayetler okumak oldu. 

Gecenin bir karanlığında ruhunu teslim etti. Hiç dökülmeyen gözlerimden yağmur gibi yaşlar döküldü. İçim boşaldı birden. Yaşayan en büyük amcama durumu haber verdim. O gelinceye kadar aşağıya sarkan çenesini başından bir bezle bağladım, açık olan gözlerini kapattım. Mevtanın üzerindeki elbiseleri çıkarmaya çalışan anneme makas marifetiyle elbiseyi keserek yardımcı oldum. Ardından kollarını hazır ol vaziyetinde olacak şekilde vücuduna paralel hale getirdim. Şişmesin diye karnına bir bıçak koydum. 

Yanmakta olan sobayı soğumaya bıraktık, pencereyi açtık. Bu arada amcam geldi. Odayı kapatarak diğer odaya geçtik. Elimden başka da bir şey gelmedi. Zira ondan geldik, yine ona gidecektik.

Amcam, ben ve annem diğer odada beklerken gece gece belediye başkanını aradım, evin önündeki karları bir temizletsin diye. Belediye görevlileri sabah erkenden gelerek karları temizlediler.

Vefat haberini verdiğim kardeşlerim, işten izin alıp Karaman otobüsleri vasıtasıyla geceleyin eve gelebildiler.

Sabah ezanıyla birlikte camiye giderek âdet olduğu üzere salâ verdim. Salanın bitiminde vefat edenin duyurusunu yaptım. Bu iş bana düştü. Çünkü cumartesi, cami görevlisinin izin günüymüş. Gelmek istese de gelemezdi zaten. Çünkü yollar kapalıydı.

Camiden dönüşte geceden yakılan ateşin üzerine konan kazanlar kaynamıştı. Sıra mevtayı yıkamaya gelmişti. Camiden getirilen teneşir tahtasının üzerine mevta uzatıldı. Mevtayı yıkamak üzere Rahmi Hoca geçti, beni de geç karşıma deyip cenazenin soluna geçirtti. Birlikte mevtayı yıkadık. 

Cenaze kefenlenirken cenaze kaldırılacak duyurusu yapmak üzere tekrar sala vermeye gittim. Ardımdan sala konan cenaze, eş-dost ve komşuların omuzları üzerinde defnedilmek üzere taşınmış. Ben mezarlığın önündeki cenaze kılınan yere geldiğimde musalla taşına konan mevtanın cenaze namazı kılınmıştı. Ardından mezarlığa götürerek öğleden önce defnettik. 

Normal şartlarda doğum ve vefat günlerini takip etmediğim gibi çok da sıcak görmem. Bugün duygulanıp hüzünlendim. Bahardan kalma güneşli havayı görünce kardan yolların kapandığı, yağan karın ardından dondurucu ayazın olduğu bir ortamda ölümüne şahitlik yaptığım babam, gözümün önüne geldi. Hüzünlendim yeniden. 

Kimsenin tavuğuna kış demedi. Kendi halinde bir Müslüman idi. Açlığa dayanamamasına rağmen oruç tutmaktan geri kalmadı. Bir manisi olmadıkça tüm namazlarını camide cemaatle ifa etti. Çünkü namaz aşığı bir Müslüman idi. Namaz kılmayanlara "Yiğidin alnı secdeye mi gider" diyerek buğzederdi.

Yedikardeşli kalabalık bir ailenin en büyüğü olarak geride yedi çocuk bıraktı. Sosyal güvencesi ve parası olmadan hayata tutunmaya çalışan ender kişilerden biri idi. Elinden geldiği kadar çalışıp çabaladı. Fakir geldi, fakir gitti. 

Bu dünyada yüzü gülmedi ne para yönünden ne de sağlık yönünden. Çünkü sağ ayak diz kapağının altında avuç içi kadar olan bir tür deri hastalığı var idi. (Bowen adı verilen bir kanser çeşidi.) Önceleri kaşındıran, kabuk bağlayan ve sulanan bu hastalık, her geçen gün sağ ayağını divelendirmeyecek şekilde kütük gibi yaptı. Rahmetli, bu ayağından çok çekti ama inşallah öbür dünyada yüzü güler;  bu ayak, varsa günahlarına keffaret olur inşallah. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun inşallah! 


Havla Köpeğim Havla! *


Bazı canlılar vardır ki 08.00-17.00 arası mesaiye tabi değil. Ne gecesi var ne de gündüzü. 7 gün, 24 saat iş başında. Maşallah! Ne yorulur, soluklanayım; komşular yattı, acaba onları rahatsız ediyor muyum gibi bir dertleri bugüne kadar hiç olmadı ve olmayacak. 

Sakın kesin konuşma, değişmeyen tek şey değişimdir demeyin. Bir şeyler biliyorum da söylüyorum. Çünkü karşımdaki bir köpektir. İşi-gücü hav havdan ibarettir. Acıksa da hav hav hav, biri yanına yaklaşsa da hav hav hav, biri uzağından geçse de hav hav hav. Canı sıkılsa da hav hav hav, keyfe gelse de hav hav hav. İyi ki öğrenmişler bir hav hav. Ne dediğini, ne istediğini bilmiyorum. Türkçeyi 200 kelimeyle güç-bela konuşuyorum, köpekçeden ne anlarım. Bunun dilinden evinin bahçesine veya balkonuna köpeği getirip bağlayan veya salıveren köpeğini gördükçe "oğlum, kızım" diyen köpek sever anlar.

Moda oldu şimdi apartman, site ve müstakil evlerde köpek beslemek. Ne de çok köpek seven varmış bu ülkede. Ne anlarlar ki köpek beslemekten? Ben tatmayınca bilmiyorum bu zevki. Tabi eşek hoş laftan ne anlar! Köpek sahibi -öyle zannediyorum- her hav havın ne anlama geldiğini biliyordur. Köpekten korkmasam köpeği olan bir haneye girip köpek beslemek nasıl bir duygu? Amacın ne? Sormak isterim. Eğer amaçları eve hırsızın girmesini engellemek ise bilsinler ki hırsıza ne kilit dayanır ne de köpek. Madem hırsıza hiçbir şey fayda etmiyorsa o zaman bu köpeği, benim evlerine yaklaşmamı engellemek için yapıyor olmalılar. Eğer öyleyse bu köpek severler bilsinler ki benden ne hırsız olur ne de bir başka şey. Tıpkı köy ve kasaba olamadığım gibi! Zira ben bunu yapmam, yapamam. Bana güvensinler, gerisini merak etmesinler. Bendeki bu güven dürüstlüğümden değil, ödlekliğimdendir. Çünkü ben korkağın biriyim. Evin önünde köpek olmasa bile bir başka eve girmekten ödüm kopar.

Köpek besleme niyetleri, tamamen bir zevkten ibaret ise kendi zevkleri uğruna tüm mahalleyi rahatsız etme uğruna nasıl bir zevk bu? En azından bu köpek severler bu zevki bana da tattırsınlar. Gerçi ben zevkten ne anlarım! Kendimin varlığından bile zevk almıyorum ki her havlayışında olmayan aklımı benden alan bu köpeklerin varlığından zevk alayım.

Şehir merkezinde meskûn mahallerde eksik olmayan köpeklerin havlamasından çok dertli olduğumu sanırım anlatabilmişimdir. Çok dertliyim çok! Bunu ancak yaşayan ve çeken bilir. Bakmayın siz bu derdimi anlatırken sulandırarak yazdığıma.

Bu konuda önerin nedir? Yeter artık sızlandığın derseniz;
*Köpekler insanlara zarar vermesin diye nasıl ki kısırlaştırılıyor ise olur-olmaz havlamalarının önüne geçmek için köpeklerin dillerine bir şey yapılamaz mı? Mesela dilleri, havlayamayacak şekilde veteriner hekim nezaretinde bir operasyon yapılabilir.
*Köpekler için 81 vilayetin üzerine 82. yeni bir şehir kurarak tüm köpeklere bu şehirde serbestçe yaşamalarına imkan verilebilir. Tüm hayvan severler de bu şehirde köpekleriyle birlikte mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşayabilirler. 82.vilayete işi icabı gidemeyen köpek severler tatillerde bu şehre gidip köpeklerle hasretlerini giderebilirler. Böylece turizme de katkı sağlamış olurlar.
*Evlerde beslenecek köpeklerde aranan şart olarak köpeğin dilsiz ve sağır olması belirlenemez mi? İnsanların sağır ve dilsizi olabildiği gibi sahi köpeklerin bu şekil engelli olanı yok mudur?

Şimdilik aklıma gelen öneriler bundan ibaret. Aklıma bir öneri daha geliyor ama ne olur ne olmaz diyerek söylemekten endişe ediyorum. Şöyle ki köpek havlarken hoşt, sus köpek desem bu yaptığım hayvana şiddete girer mi?

* 06.02.2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.