26 Aralık 2018 Çarşamba

"Hak Yol İslam Yazacağız" ***

Kör dünyanın göbeğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Kuşların göz bebeğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Yola, ağaca, pınara
Esen yele, yağan kara
Yağmur yüklü bulutlara
Hak yol İslâm yazacağız.
Koç burcuna, yay burcuna
Bebeklerin avucuna
Minarelerin ucuna
Hak yol İslâm yazacağız.
Bucak bucak, köşe köşe
Kara taşa, kor-ateşe
Yıldıza, aya, güneşe
Hak yol İslâm yazacağız.
Askerlerin miğferine
Kağnıların tekerine
Buda´nın tunç heykeline
Hak yol İslâm yazacağız.
Her kapının eşiğine
Her sofranın kaşığına
Balaların beşiğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Herkes duyacak, bilecek
Saklanmaz gayrı bu gerçek
Yaprak yaprak, çiçek çiçek
Hak yol İslâm yazacağız.

Yukarıdaki şiir Rahmetli Abdurrahim Karakoç tarafından 1960 ihtilalinden hemen sonra yazılmış, sonraları marş şeklinde söylenmeye başlanmış ve halktan özellikle mütedeyyin insanlardan büyük beğeni almış bir eserdir. Çocukluktan çıkıp gençliğe doğru adım attığımda bu marş, katıldığım yürüyüş ve mitinglerde hep birlikte söylenir, gözlerim yaşarırdı. "Hak yol İslam yazacağız" nakaratı bazen "Tek yol İslam yazacağız" şeklinde söylenirdi. Söylendikçe duygulanır ve kulaklarımızın pası silinirdi. Bir derdi, bir davası olan ve bize bu şiiri kazandıran Şairimize Allah'tan rahmet diliyorum.

Şiir/marştan bugüne bakıyorum. Bir heyecanla inanarak söylediğimiz bu marşın bugün neresindeyiz? Dünkü heyecanın kalmadığını söyleyebilirim her şeyden önce. Yine bugün İslam diye bir derdimizin olmadığını, hatta düne göre daha da karamsar olduğumu söyleyebilirim.

Şiirde de görüleceği üzere nerelere "Hak Yol İslam yazacağız" idik hâlbuki? Hiçbir yere İslam'ı yazamadığımız gibi eski samimiyetimiz de kalmadı. Üstelik bütün kurum, kuruluş vb. yerler bugün mütedeyyin insanların elinde olmasına rağmen ideallerimizi yok ettik. Orta yerde laiklik adı altında bize baskı yapacak kimse de kalmayınca bugün neredeyse birbirimizi boğazlayacağız. Ne eleştiriye geliyoruz ne de tavsiyeye. Yanlışımızı da kabul etmiyoruz.

Ben şiirde belirtilen veya başka yerlere İslam'ı yazmaktan geçtim. Kendi çocuklarımıza bari sahip çıkabilsek diyorum. Ne varmış çocuklarımızda demeyelim. Çocuklarımız -hepsi olmasa da- önce deist oluyor, belki de ileride -maazallah- ateist olacaklar. Çünkü onlara biz büyükler iyi örnek olamadığımız gibi onların anlayacağı şekilde İslam'ı anlatamıyoruz. Kendi anladığımız İslam'ı dayatıyoruz onlara. Sorgulama yapmalarına imkân vermiyoruz.

Anlattığımız, şayet onları deist yapmaz ise ya İŞİT gibi düşünüyor, ya da İslam'a mesafeli duruyor. Biz her yere İHO veya İHL açsak da, hafız yetiştiren kurumları çoğaltsak da maalesef durumumuz içler acısı. Camilerimiz de bomboş. Bu aşamadan sonra herkes çoluk-çocuğuna sahip çıksa herhalde bu en büyük kazancımız olacaktır.

Bugünden geriye gitmek istemiyorsak gençliğe kullanacağımız din dilini değiştirmemiz, aramızda tartışmalı dini konuları bırakmamız; nerede, ne iş yapıyorsak işimizi en düzgün şekilde yapmamız, adaleti tesis etmemiz, ehliyet ve liyakati esas almamız, inanç ve fikir hürriyetine geçit vermemiz, herkese güven telkin etmemiz, kısaca ahlak ve etik değerleri öncelememiz önceliğimiz olmalıdır.

*** 05/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Kur'an Ayetlerini Nasıl Değerlendiriyorum?


Tefsirci değilim, Kur'an-ı Kerim'in geneline hâkim değilim. İHL ve İlahiyat okuyarak -tabir yerindeyse- biraz mürekkep yalamış birisiyim. Tefsir başta olmak üzere dini ilimlerin herhangi birinde ihtisas yapmışlığım yoktur. Teşbihte hata olmasın, benim durumum tıbbın herhangi bir bölümünde uzmanlaşmamış pratisyen hekime benzer. Yani ben de tıpkı pratisyen doktor gibi dini ilimlerin her birinden tatmış ve aklımda kalan bilgi kırıntılarıyla düşünmeye çalışan ve konuşan birisiyim. Kendim hakkında bu kadar bahsetmem yeter. Sadede gelelim. Bugün yeterli donanıma sahip olsun veya olmasın herkesin din alanında konuştuğu bir ortamda haddim olmayarak kendimi kamberin yerine koyuyor ve bensiz olmaz diyorum. Cahil cesareti ne edeceksiniz? Yazdıklarım içerisinde yanlış görüşlerimden dolayı Allah beni şimdiden affetsin!

Malum bugünlerde "Kur'an’ın bazı ayetleri tarihselcidir veya tarih üstüdür" tartışması -pardon kavgası- var. Belden aşağı vurularak yapılan bu tartışmanın ne İslam'a ne de Müslümanlara faydası olmayacağını düşünenlerdenim. Ki bu tartışma hayra alamet değildir. 

Kur'an'ın bazı ayetlerinin tarihsel olduğu görüşüne katılmıyorum. Kur'an'ın her asra hitap edecek evrensel bir kitap olduğuna inanıyorum. Burada sorun Kur'an ayetlerini günümüze uyarlayamayınca veya açıklayamayınca ya tarihte kaldı diyoruz ya da "Bu ayeti falan ayet nesih etmiş, yani ayetin kendisi baki olmakla beraber hükmü kaldırılmış diyoruz. (Kavramlar farklı olsa da nâsih ve mensuh ile tarihselcilik aynı şeydir veya birbirinin ikiz kardeşidir bana göre) Bu iki görüşü de kabul etmeyip "Kur'an evrenseldir" dediğimizde de şayet bugün anlamakta zorlandığımız ve izah edemeyeceğimiz bir ayetle de karşılaşınca bu ayeti insanlardan kaçırmaya veya hiç gündeme getirmemeye çalışıyoruz. Sanki ayıplı bir mal gibi görüyoruz hâşâ! Bence Kur'an ayetlerine böyle bakmaktan ziyade ayetten Allah'ın neyi murat ettiğini, Allah’ın hangi ortam veya problemde sorunu çözmek için hangi ayeti gönderip nasıl çözdüğüne odaklansak, yani ayetin mantığını kavrasak daha iyi mesafe alır ve Kur'an’ı ve bugün anlayamadığımız ayetleri daha iyi anlarız diye düşünüyorum. Kelime ve cümlelere takılmadan Allah bize neyi gösteriyor diye  gösterilen hedefe odaklansak iyi bir iş çıkarmış oluruz. 

Ne demek istediğimi örneklendirirsem maksadımı daha iyi ifade etmiş olurum. Mesela "kadını dövme ayeti" diye bilinen ayeti ele alıp "Allah burada dövmeyi kastetti ama peygamber hiç hanımlarını dövmedi" veya "Yok, buradaki fadribû fiili dövmeyi kastetmiyor" diyeceğimize, bu ve devamındaki ayette Allah'ın evlilik müessesinin devamı için eşlerin neler yapmaları, hangi yolları takip etmeleri gerektiğinin yollarını açıklıyor desek Allah'ın muradını daha iyi anlamış oluruz. Yine İslam'da köle ve cariyelik şu ayete göre vardır veya yoktur diyeceğimize, Arap toplumunda bir realite olan kölelik ve cariyeliği Kur'an'ın kaldırmak için önce kölelere iyi davranma, ardından belli cezalar karşılığında azat etmeyi tavsiye ettiğini, peygamberin de bu konudaki uygulamalarını göz önünde bulundursak bu sosyal vakıayı İslam dininin kaldırmayı hedeflediği görülecektir. Ticari bir meselede ticaretin devamı için istenen iki şahit konusunda Allah'ın iki erkek şahit yoksa bir erkek ve iki kadın şahitlik yapabilir sözünü "Bu sadece ticarette böyle veya iki kadının şahitliği bir erkeğe eşittir" diyeceğimize Allah'ın ticaretin devamını istediğini, bunun için o günün toplumunda kabul görmeyen kadının şahitliğini sorunu çözmek için önerdiğini veya bir konuda uzman olmayanların şahitliği ile sahasında iyi olanın şahitliğini Allah eşit görmüyor, bugün kadın ticarette var ve iyi ise hala "Siz kadınlar ancak iki kişi olursanız şahitliğiniz kabul görür" demek, ayeti anlamamak veya anlamak istememek demektir. Kadın ve erkeğin miras oranını veya tartışmalı diğer konuları da aynı şekil ve çerçevede düşünürsek bence Kur'an'ı anlamada çok mesafe kat ederiz. Kısaca Allah bir konudaki sorunu nasıl çözmemizi istemiş, hangi yol ile çözmüş, biz bugün nasıl çözmeliyiz diye düşünüp olayın künhünü, illetini yakalamamız gerekiyor. Bence parmağa değil, parmağın gösterdiği hedefe odaklanmalıyız. Bu, Kur'an'ı değiştirmek değil; onu anlamaktır bana göre.

Kur'an, 23 yıl gibi bir zaman diliminde peyderpey inerken indiği toplumun problemlerini ele almış, çözüm yolları önermiştir. Çünkü problemi kucağında bulmuştur. Hayali bir kitap değildir. Ayakları yere basan bir kitaptır. Anlaşılmak ve tatbik edilmek için gelmiştir, anlaşılmaz kılınmak için değil. Sorun çözen bir kitaptır, sorun olan bir kitap değil. Reçetesi olan bir kitaptır o.

Benim bu konudaki âcizane görüşüm budur. İster katılır, ister katılmazsınız. Kur'an'ı anlamada bir de bu açıdan baksak ne kaybederiz? En azından tarihselci demeyiz veya bu ayeti günümüzde nasıl açıklarım diye yumuşak bir karnımız olmaz. 

Evet bu Kur'an anlaşılmayı bekliyor bizden. Allah bizi Kur'an’la hemhal olan, onu anlayan ve hayatına tatbik eden salih kullarından eylesin! 


25 Aralık 2018 Salı

İçimizden İkinci Bir Öztürk Daha Çıkartabilir miyiz? Ha Gayret! ***


Kur'an'ın bazı ayetlerinin indiği dönemi kapsadığı, bu ayetlerin bu şekilde anlaşılması gerektiği, günümüzde uygulama imkânı olmadığı şeklinde özetleyebileceğimiz tarihselciliği, savunduğundan dolayı Mustafa Öztürk bugünlerde kendi camiası tarafından tu kaka yapılıyor. Sosyal medyada Öztürk hakkında itham ve hakaretler gırla gidiyor. Vuran vurana!

Gelen tepkiler üzerine Sayın Öztürk "Ülkede çalışma imkânım kalmadığından en iyisi yurt dışında bir yerde görev yapmam gözüküyor" şeklinde bir açıklama yapması üzerine, üzerinde yoğunlaşan tepkiler dinmediği gibi atışlar tüm hızıyla devam ediyor. Adamın ne dini kaldı ne de Müslümanlığı. "Durduğun hata... geç bile kaldın... daha önce gideceği yeri zaten ayarlamış...Selman Rüşdi olma yolunda ilerliyor..." gibi belden aşağı saldırıların ardı arkası kesilmiyor.

Sayın Öztürk'ün "Kur'anın bazı ayetleri tarihselci" şeklinde özetleyebileceğimiz görüşüne katılır veya katılmazsınız -ki ben bu görüşüne katılmıyorum- bunun yolu bir bilim adamını hakarete boğmak olmamalıydı. Bu görüşü çürütecek antitezler geliştirerek ilmi seviyede cevaplar verilmeliydi. Şunu unutmayalım ki bu yaptığımız inanç ve fikir hürriyetinin, kişilerin bir konudaki kanaatlerini açıklayabilmesinin önündeki en büyük engeldir. Evrenin, hem bu dünyanın hem de öbür âlemin Rabbinin her insana verdiği inanma ve inanmama tercihine aykırıdır. Dileyen inanır, dileyen inanmaz, dileyen sapıtır. Ki Sayın Öztürk yabana atılır bir bilim adamı değildir. Sahasında otorite sahibi, düşüncesini eğmeden-bükmeden açıklayabilen, mürekkep yalamış, sahasında  dirsek çürütmüş ve halen emek sarf eden biridir.

İşinin uzmanları tarafından Öztürk'e cevap verme yerine onu toplumun önüne atıp hedef göstermenin kime ne faydası var? Öztürk "Ben hatalı imişim, sizin bu hakaretlerinizden sonra payıma düşeni aldım ve savunduğum fikirleri terk ettim. Allah razı olsun" mu diyecek? Yoksa savunmaya çekilip savunduğu fikrini, bulduğu platformlarda anlatmaya devam  mı edecek? Belki de karşı saldırıya geçecek. Yarını bilemem ama Sayın Öztürk mevcut görüşünü terk etmeyeceğine göre umarım karşı saldırıya geçmez.

Sayın Öztürk'e yapılan haklı ve haksız bu yargısız ve orantısız ithamları görünce nedense aklıma Yaşar Nuri Öztürk geldi ve "İçimizden ikinci bir Öztürk daha çıkartabilir miyiz? Ha gayret" dedim. Yaşar Nuri'nin yetişme tarzını bilmiyorum ama son duruşu bizim camianın tasvip ettiği değildi. Çünkü her iki tarafın ömrü birbirini eleştiri ve ithamlarla geçti. Yaşar Nuri bizden, biz de ondan haz almadık desem yanlış olmaz. Sayın Yaşar Nuri durmadan içinden çıktığı camiayı eleştirdi. Öyle zannediyorum Yaşar Nuri farklı fikirlerinden dolayı bu mahallede tutunmadı, tutunamadı veya tutundurulmadı. (Ki katıldığım görüşleri de yok değildi) Teşbihte hata olmasın karşı mahalleye geçerek hep bize vurdu. Bu durumdan sadece Yaşar Nuri mi sorumlu? Onu öbür mahalleye göndermede bizim  menfi tavrımızın payı yok mu? Bence Yaşar Nuri Öztürk, görüşlerine katılmadığımız halde bizim mahallede kalmaya devam edebilirdi. Pekâlâ, "Sayın hocam, şu görüşünüze katılmıyoruz" diyebilir veya görmezden gelebilirdik. Sanırım bu yapılmadı.

Yaşar Nuri Öztürk ile Mustafa Öztürk'ü aynı kefeye koymam. Tarihselci görüşüne katılmasam da yaşayan Öztürk'ün kiminle, nerede duracağını bildiğini düşünüyorum. Kendisini yakıştıramadığı yere de gitmez. Ama yine de dikkat etmek lazım. Bakın ikisinin soyadı da Öztürk, ikisi de prof'tur, ikisi de Kur'an alanında konuşuyor. Ama insanoğlu gönül koymaya görsün, sağlıklı karar veremez. Yaşayan Sayın Öztürk de gördüğüm kadarıyla duygusal biri. Aman ha, aman dikkat! Yaptıklarımızla ikinci bir Öztürk'e kapı aralamayalım. Bir çuval inciri berbat etmeyelim...

*** 29/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.