Ana içeriğe atla

"Hak Yol İslam Yazacağız" ***

Kör dünyanın göbeğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Kuşların göz bebeğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Yola, ağaca, pınara
Esen yele, yağan kara
Yağmur yüklü bulutlara
Hak yol İslâm yazacağız.
Koç burcuna, yay burcuna
Bebeklerin avucuna
Minarelerin ucuna
Hak yol İslâm yazacağız.
Bucak bucak, köşe köşe
Kara taşa, kor-ateşe
Yıldıza, aya, güneşe
Hak yol İslâm yazacağız.
Askerlerin miğferine
Kağnıların tekerine
Buda´nın tunç heykeline
Hak yol İslâm yazacağız.
Her kapının eşiğine
Her sofranın kaşığına
Balaların beşiğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Herkes duyacak, bilecek
Saklanmaz gayrı bu gerçek
Yaprak yaprak, çiçek çiçek
Hak yol İslâm yazacağız.

Yukarıdaki şiir Rahmetli Abdurrahim Karakoç tarafından 1960 ihtilalinden hemen sonra yazılmış, sonraları marş şeklinde söylenmeye başlanmış ve halktan özellikle mütedeyyin insanlardan büyük beğeni almış bir eserdir. Çocukluktan çıkıp gençliğe doğru adım attığımda bu marş, katıldığım yürüyüş ve mitinglerde hep birlikte söylenir, gözlerim yaşarırdı. "Hak yol İslam yazacağız" nakaratı bazen "Tek yol İslam yazacağız" şeklinde söylenirdi. Söylendikçe duygulanır ve kulaklarımızın pası silinirdi. Bir derdi, bir davası olan ve bize bu şiiri kazandıran Şairimize Allah'tan rahmet diliyorum.

Şiir/marştan bugüne bakıyorum. Bir heyecanla inanarak söylediğimiz bu marşın bugün neresindeyiz? Dünkü heyecanın kalmadığını söyleyebilirim her şeyden önce. Yine bugün İslam diye bir derdimizin olmadığını, hatta düne göre daha da karamsar olduğumu söyleyebilirim.

Şiirde de görüleceği üzere nerelere "Hak Yol İslam yazacağız" idik hâlbuki? Hiçbir yere İslam'ı yazamadığımız gibi eski samimiyetimiz de kalmadı. Üstelik bütün kurum, kuruluş vb. yerler bugün mütedeyyin insanların elinde olmasına rağmen ideallerimizi yok ettik. Orta yerde laiklik adı altında bize baskı yapacak kimse de kalmayınca bugün neredeyse birbirimizi boğazlayacağız. Ne eleştiriye geliyoruz ne de tavsiyeye. Yanlışımızı da kabul etmiyoruz.

Ben şiirde belirtilen veya başka yerlere İslam'ı yazmaktan geçtim. Kendi çocuklarımıza bari sahip çıkabilsek diyorum. Ne varmış çocuklarımızda demeyelim. Çocuklarımız -hepsi olmasa da- önce deist oluyor, belki de ileride -maazallah- ateist olacaklar. Çünkü onlara biz büyükler iyi örnek olamadığımız gibi onların anlayacağı şekilde İslam'ı anlatamıyoruz. Kendi anladığımız İslam'ı dayatıyoruz onlara. Sorgulama yapmalarına imkân vermiyoruz.

Anlattığımız, şayet onları deist yapmaz ise ya İŞİT gibi düşünüyor, ya da İslam'a mesafeli duruyor. Biz her yere İHO veya İHL açsak da, hafız yetiştiren kurumları çoğaltsak da maalesef durumumuz içler acısı. Camilerimiz de bomboş. Bu aşamadan sonra herkes çoluk-çocuğuna sahip çıksa herhalde bu en büyük kazancımız olacaktır.

Bugünden geriye gitmek istemiyorsak gençliğe kullanacağımız din dilini değiştirmemiz, aramızda tartışmalı dini konuları bırakmamız; nerede, ne iş yapıyorsak işimizi en düzgün şekilde yapmamız, adaleti tesis etmemiz, ehliyet ve liyakati esas almamız, inanç ve fikir hürriyetine geçit vermemiz, herkese güven telkin etmemiz, kısaca ahlak ve etik değerleri öncelememiz önceliğimiz olmalıdır.

*** 05/01/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde