Ana içeriğe atla

İçimizden İkinci Bir Öztürk Daha Çıkartabilir miyiz? Ha Gayret! ***


Kur'an'ın bazı ayetlerinin indiği dönemi kapsadığı, bu ayetlerin bu şekilde anlaşılması gerektiği, günümüzde uygulama imkânı olmadığı şeklinde özetleyebileceğimiz tarihselciliği, savunduğundan dolayı Mustafa Öztürk bugünlerde kendi camiası tarafından tu kaka yapılıyor. Sosyal medyada Öztürk hakkında itham ve hakaretler gırla gidiyor. Vuran vurana!

Gelen tepkiler üzerine Sayın Öztürk "Ülkede çalışma imkânım kalmadığından en iyisi yurt dışında bir yerde görev yapmam gözüküyor" şeklinde bir açıklama yapması üzerine, üzerinde yoğunlaşan tepkiler dinmediği gibi atışlar tüm hızıyla devam ediyor. Adamın ne dini kaldı ne de Müslümanlığı. "Durduğun hata... geç bile kaldın... daha önce gideceği yeri zaten ayarlamış...Selman Rüşdi olma yolunda ilerliyor..." gibi belden aşağı saldırıların ardı arkası kesilmiyor.

Sayın Öztürk'ün "Kur'anın bazı ayetleri tarihselci" şeklinde özetleyebileceğimiz görüşüne katılır veya katılmazsınız -ki ben bu görüşüne katılmıyorum- bunun yolu bir bilim adamını hakarete boğmak olmamalıydı. Bu görüşü çürütecek antitezler geliştirerek ilmi seviyede cevaplar verilmeliydi. Şunu unutmayalım ki bu yaptığımız inanç ve fikir hürriyetinin, kişilerin bir konudaki kanaatlerini açıklayabilmesinin önündeki en büyük engeldir. Evrenin, hem bu dünyanın hem de öbür âlemin Rabbinin her insana verdiği inanma ve inanmama tercihine aykırıdır. Dileyen inanır, dileyen inanmaz, dileyen sapıtır. Ki Sayın Öztürk yabana atılır bir bilim adamı değildir. Sahasında otorite sahibi, düşüncesini eğmeden-bükmeden açıklayabilen, mürekkep yalamış, sahasında  dirsek çürütmüş ve halen emek sarf eden biridir.

İşinin uzmanları tarafından Öztürk'e cevap verme yerine onu toplumun önüne atıp hedef göstermenin kime ne faydası var? Öztürk "Ben hatalı imişim, sizin bu hakaretlerinizden sonra payıma düşeni aldım ve savunduğum fikirleri terk ettim. Allah razı olsun" mu diyecek? Yoksa savunmaya çekilip savunduğu fikrini, bulduğu platformlarda anlatmaya devam  mı edecek? Belki de karşı saldırıya geçecek. Yarını bilemem ama Sayın Öztürk mevcut görüşünü terk etmeyeceğine göre umarım karşı saldırıya geçmez.

Sayın Öztürk'e yapılan haklı ve haksız bu yargısız ve orantısız ithamları görünce nedense aklıma Yaşar Nuri Öztürk geldi ve "İçimizden ikinci bir Öztürk daha çıkartabilir miyiz? Ha gayret" dedim. Yaşar Nuri'nin yetişme tarzını bilmiyorum ama son duruşu bizim camianın tasvip ettiği değildi. Çünkü her iki tarafın ömrü birbirini eleştiri ve ithamlarla geçti. Yaşar Nuri bizden, biz de ondan haz almadık desem yanlış olmaz. Sayın Yaşar Nuri durmadan içinden çıktığı camiayı eleştirdi. Öyle zannediyorum Yaşar Nuri farklı fikirlerinden dolayı bu mahallede tutunmadı, tutunamadı veya tutundurulmadı. (Ki katıldığım görüşleri de yok değildi) Teşbihte hata olmasın karşı mahalleye geçerek hep bize vurdu. Bu durumdan sadece Yaşar Nuri mi sorumlu? Onu öbür mahalleye göndermede bizim  menfi tavrımızın payı yok mu? Bence Yaşar Nuri Öztürk, görüşlerine katılmadığımız halde bizim mahallede kalmaya devam edebilirdi. Pekâlâ, "Sayın hocam, şu görüşünüze katılmıyoruz" diyebilir veya görmezden gelebilirdik. Sanırım bu yapılmadı.

Yaşar Nuri Öztürk ile Mustafa Öztürk'ü aynı kefeye koymam. Tarihselci görüşüne katılmasam da yaşayan Öztürk'ün kiminle, nerede duracağını bildiğini düşünüyorum. Kendisini yakıştıramadığı yere de gitmez. Ama yine de dikkat etmek lazım. Bakın ikisinin soyadı da Öztürk, ikisi de prof'tur, ikisi de Kur'an alanında konuşuyor. Ama insanoğlu gönül koymaya görsün, sağlıklı karar veremez. Yaşayan Sayın Öztürk de gördüğüm kadarıyla duygusal biri. Aman ha, aman dikkat! Yaptıklarımızla ikinci bir Öztürk'e kapı aralamayalım. Bir çuval inciri berbat etmeyelim...

*** 29/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde