22 Aralık 2018 Cumartesi

Ömer Kuşcu *

Her ziyaret ettiğimde "Doğduğumuz andan itibaren ahirete doğru yürüyüşümüzü devam ettiriyoruz", "Cennet vatanımızda cennet hayatı yaşıyoruz" derdi sözlerinin arasında. Kredi kartı kullanmaya sıcak bakmaz, kullananları eleştirirdi. Allah'ın verdiği sonsuz nimetlere şükretmemiz gerektiğini söyler, akraba ziyaretlerine önem verir, küçüklerin büyükleri arayıp sormasını isterdi hep.

Büyükle büyük, küçükle küçüktü. Saygı gösterene, hal-hatır sorana sevgisini eksik etmezdi. Çok zengin biri olmamasına rağmen evi-barkı olmayanın, paraya-pula ihtiyacı olanın, düğününü yapamayanın hamisi idi sürekli. Yeter ki haberi olsun. Kendinde varsa cebinden yoksa eşini-dostunu devreye koyarak gerekli yardımını yapar ya da destek olunmasına aracılık ederdi. İyilik yapmaya dinin bir emri olarak önce yakın akrabadan başlar, onları gözetirdi. Yaptığı iyiliği asla başa kakmazdı. Sılayı rahme önem verirdi. Kendini ziyaret etmek için yanına kim uğrasa aileden herkesi tek tek sorar, selam göndermeyi ihmal etmezdi. Kimin düğünü, cenazesi varsa katılır, herkesin gönlünü alırdı.

Ulaşabildiği her ihtiyaç sahibinin gönlünü alırken kimseye derdini açmaz, kendi yağı ile kavrulurdu. İlerlemiş yaşına ve sık sık rahatsızlığı nüksetmesine rağmen sıkıntılarından dolayı hiç dert yanmaz, şikâyet etmezdi. En küçük kardeşi vefat ettiği zaman "Allah bana kardeş acısı da tattırdı, zormuş" derdi görüştüğümüzde. 

Uzun süre rahatsızlık çeken eşi üç ay önce vefat ettikten sonra fani vücudu teklemeye başladı. Hastane-ev arasında mekik dokudu. Vücudunu taşımakta zorlanmasına rağmen deruhte ettiği yardım ve dernek faaliyetlerini de hiç ihmal etmedi. Allah'ın verdiği ömrünü yardım yolunda harcadı. Sonunda ömrü kifayet etmedi. Yılın en uzun gecesinin sabahında 05.00 sularında yolculuğunu tamamladı. Yolculuk diyorum. Çünkü "Doğduğumuz andan itibaren ahirete doğru yürüyüşümüzü devam ettiriyoruz" derdi sürekli. 

Vefatını duyan Konya ve havalisi, son görevini yapmak için Hacı Veyis Camiine akın etti. Ömrü hareket ve bereket ile geçen merhumun cenazesi de bereketliydi. Çünkü kendisiyle birlikte toplam yedi cenaze vardı musalla taşında. Caminin içi, dışı, havlusu tıklım tıklım sevenleriyle dolup taştı. Havluda yer bulamayanlar öğle namazını kılmak için yolun karşısındaki camilerde kendilerine yer bulabildiler. 

Konya, son yılların en kalabalık katılımını gördü sevenleri sayesinde. Eşi-dostu ve sevenleri defnedilirken de kendisini yalnız bırakmadı Üçler Mezarlığında. Cenazesi de gösterdi ki hayatını iyilik yapmaya ve hizmet etmeye adamış bu kişi, yaptıklarına karşılık herkesin gönlünde taht kurmuş, sürekli dost biriktirmiş. Mahşeri andıran kalabalık da bunun göstergesiydi.

Büyük-küçük herkesin Ömer Amca dediği Ömer Kuşcu'dan namı diğer Şekerci Ömer'den bahsediyorum. 22.12.2018 Cumartesi itibariyle imtihan için geldiğimiz dünyadaki görevini en güzel şekilde ifa eden bu muhteremi ahirete uğurladık.  Biz kendisinden memnunduk. Allah kendisinden razı olsun, mekânı cennet olsun. Başta akrabaları ve sevenleri olmak üzere tüm Konya'nın başı sağ olsun. 

* 24/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Sorumluluk Sahibi Olanlar Soğukkanlılığı Elden Bırakmamalı!


Toplum, yerinde ve zamanında inisiyatif alan, taşı gediğine koyan, sözünü budaktan esirgemeyen korkusuz, laf ile beraber iş yapan, hizmet ehli kişileri sever ve sayar. Sevip saydı mı sırtında taşır, el üstünde tutar, bazı hatalarını görmezden gelir, içine sinmese de anlamaya çalışır.

Toplumun bu değer verdiği kişi, bir zaman gelir; ulu orta, olur olmaz her şeye karışmaya başlar, dengi bile olmayan kişilere cevap vermeye başlar, önüne gelene kızmaya ve had bildirmeye başlarsa toplum, sevmeye devam etmekle beraber bir rezerv koymaya başlar. Bunu yapmamalı der. Çünkü tepki çekmeye başlar sözleri. Bu, soğuma işaretidir. Şayet bu kimse kendisine çeki düzen vermezse bu sevgi her geçen gün azalmaya yüz tutar. Birike birike kartopu haline gelir. 

Diplomaside bir devletin yaptığına cevap verilecek ve tepki gösterilecekse aynıyla cevap verilir, açıklamayı kimin yapacağı bilinçli olarak seçilir. Ülke içinde bir il başkanına cevap verilecekse il başkanı düzeyinde tepki verilir. Bir genel başkana bir şey denecekse genel başkan seviyesinde tepki gösterilir. Bir gazeteciye bir şey söylenecekse partili gazeteci karşısına çıkar. Bununla ilgili örnekleri çoğaltabiliriz. Ama muhatap gazeteci, televizyoncu, akademisyen, devlet memuru vs kişilere hep tek kişi yani en üst perdeden cevaplar verilir, tepki konursa garip karşılanır. Çünkü herkes dengiyledir. Davul bile dengi dengine çalar. Çünkü şartlar ve pozisyonlar eşit değildir. 

Devletin en tepesinde olup sorumluluk sahibi olanlar her şeyden önce ortamı yumuşatıcı açıklamalar yapar, toplumu germez, hedef göstermez ve soğukkanlı olur. İlla birinin yaptığına cevap verilecekse ilgili kişiye emir verilir, gerekli tepkiyi o kimse verir. Ama herkese bir kişi laf yetiştirirse yavaş yavaş ağırlığını kaybeder. İşte böylesi durumlarda kurmayları “Efendim cevabı biz verelim, siz kendinizi yormayın” diyebilmelidir. Yormayın dedim. Çünkü bu tür hareketler bir yorgunluğun işareti olabilir veya her şeyi en iyi ben bilirim, en iyi cevabı ben veririm, büyük-küçük herkese ben had bildiririm ya da kimseye güvenmemenin bir göstergesi olabilir. Kızgın bir adamın kükremesi de olabilir.

Bence bu tipler bu haliyle hem kendisine, hem liderliğini yaptığı harekete ve bu hareketin müntesiplerine yazık ediyor, ülkeye de yazık ediyor. Çünkü bu hareket bu ülkeye lazım! Tırnaklarıyla kazıyarak getirdiği hareketini de maalesef yavaş yavaş yok ediyor. Bu durum düşmanlarını sevindirirken dost ve sevenlerini de üzüyor. 


Aha Size Bir Namaz Kıldırma Memuru!

Bir kısım insanımız "Bunlar var ya bunlar, para vermesinler; camiye gelip bir vakit namaz kıldırmazlar. Bunlar namaz kıldırma memuru! Bir ay maaşlarını verme. Bak bakalım camiye gelirler mi? Hatta namazı da bırakırlar" şeklinde bazı imamları eleştirir dururlar. Böyle bir yargıya nasıl vardılar, gerçekten kıldırmazlar mı bilmiyorum. Zaten denemeden ve görmeden bilemezsin. Ama ardında bir müddet namaz kıldığım bir cami görevlisini görünce alın size bir namaz kıldırma memuru dedim içimden.

Cami havlusunda lojmanı ve arabası için oto garajı var bu görevlinin. Ne zaman bu camiye gitmeye kalksam çevre camiinin ezanları başlar, ezan yarılanır, camiye girerim. Cemaat içeride bekler. Ama imam yok orta yerde. Nice sonra hocamız gelir, ezan okunan yere girer, hızlı bir şekilde ezanını okur. Herkes namaza kalkar, hoca da ezan okuduğu yerin ön tarafında merdiven altına daha sonradan ahşaptan yapılmış imam odasına girer. Biri farz için kamet getirmeye başlayınca hocamız sarık ve cübbesi ile birlikte imam odasından çıkar ve mihraba geçer.

Ne var bunda? Öküzün altında buzağı arama dediğinizi duyar gibiyim. Herkes namazın sünnetini kılıyor iken o kılmıyor, imam odasında oturuyor desem herhalde durumun vahameti anlaşılmış olur. Burada kılıp kılmadığını nereden biliyorsun, yanında mıydın, diyebilirsiniz. Yanında değilim elbet. Zaten yanına girip "Sünneti burada kılmak çok sevap olsa gerek, izin verirsen ben de burada kılayım desem izin vermesi mümkün değil. Zira kendisi zor sığıyor içeriye.

Bir vesileyle cami görevlisiyle görüşmek için görmüştüm bu imam odasını. Dikdörtgen  şeklindeki küçücük kapalı yere bir masa, bir de sandalye atmış hocamız. Geriye namaz kılmak için secdeye varınca iki büklüm olman gereken kapı eşiği var. Işık yakmadığın zaman gündüz bile karanlık burası. Ki yanar görmedim hiç.

Bir an için hocamız sünneti burada kılıyor diyelim. Herkes koca camiye yayılmış bir şekilde sünnet kılarken bu kardeşimiz niçin dar, karanlık bir yerde namaz kılar? Bir insan kendine eziyet etmek istese bile herhalde böyle bir yer seçmez. Çünkü namaz kılınacak gibi değil burada. Geçen gün vakit dışında namazımı kılmak için bir arkadaşla bu camiye girdim. Namazdan sonra arkadaşıma "Gir şuraya! Sen burada bir namaz kıl, kılabilir misin" dedim. Benim gibi boyu kısa olan bu arkadaşımız kapısı açık olan imam odasına girdi. Namaza durur gibi yaptı, rükuya eğilince sırtını duvara vurarak öne doğru geldi. Güç bela secdeye yattı, sığmadı. Ya iki büklüm olup secde yapacak, ya da kafasını eşikten çıkarıp cami içine secde edecek.

Ben bu camide ne kadar namaz kılmışsam hocamız sünnet kılınırken hep içeride durdu, ne kendisi çıktı, ne de kafasını gördüm. Kamet getirecek kişi de hocamız sünneti kıldı mı diye tereddüde düşmeden kalkıp kamet getiriyor. Özellikle caminin gediklileri bu durumu biliyor olmalı ki sağına soluna bakmadan kamete kalkıyorlar. Geriye bir durum kalıyor, hoca sünnet kılınırken içeride oturuyor. Yani sünneti kılmıyor. Birkaç defa hocanın secdeye gitmiş halini görür müyüm diye o değilden imam odasının önünde namaza durdum. Namazı geciktirdim, hocayı namaza başlamış görür müyüm diye geriye dönüp baktım, hoca bir türlü namaza başlamadı. Bazı günler namazı erkenden bitirdim, hocanın kafasını veya secdeye gitmiş halini görür müyüm dedim. Bugüne kadar bir defa görebildim o açık kapıdan kafasının secdeye gittiğini.

Adama iftira etmeyeyim, zanda bulunmayayım ama sanırım sünnet kılmıyor, kılıyorsa da ima ile kılıyor. Değilse cami içinde cemaatin arasında rahat bir şekilde sere serpe namaz kılmak varken niçin o küçücük yeri seçsin?

Bir insan sünneti kılar veya kılmaz. Bu, onun Allah ile kendisi arasında bir mesele. Ama bu kişi normal bir insan değil, bir cami görevlisi ise burada bir sorun var. Bu durumunu görünce namazda gözü olmayan bir insan bu görevi cemaatin karşısına geçerek yıllar yılı niçin sürdürür? Pekâlâ diğer kurumlara geçiş yapabilirdi bugüne kadar. Bu kişi niçin o daracık yerde durarak kendisine bu eziyeti reva görür? Aklıma "Kıldırır beşi, alırım maaşımı. Lojmanda da bedavaya veya yok pahasına oturur, kendi evimi de kiraya veririm. Diğer kurumlara geçiş yapsam bir defa lojmanı yok, kendi evime çıkmam gerekecek. Sonra günlük 8-5 mesaisi yapacağım, maaşım da düşecek, üstelik işe gidip gelmek için yol parası da vermiyorum. Çünkü zaten caminin avlusunda oturuyorum. Burada bu caminin kelek keseniyim. Başka kurumlara geçerek niye amirin ağız kokusunu çekeyim" düşüncesi geliyor.

Bu yazıyı yazmaya karar vermeden önce epey tereddüt yaşadım. Yazmasam mı dedim. Ama kalem oynatmaya başlarken kendi kendime "Neyi dert ediniyorsam onu yazacağım" demiştim. Bu mesele de beni üzmüş ve maalesef yazımın konusu olmuştur. Bu durum diyanet camiasının geneline teşmil edilemez elbet. Bireysel de olsa beni üzmüş, keşke görmeseydim dedim. Ama maalesef gördüm. Ne diyeyim? Allah beni affetsin, bu yazıyı yazmama sebep olan hocamızı da. İnşallah makamda oturan ve personelinin bu durumundan haberi olmayan makam sahibi müftümüz de görür. Ki görmesi ve duyması lazım!