Ana içeriğe atla

Aha Size Bir Namaz Kıldırma Memuru!


Bir kısım insanımız "Bunlar var ya bunlar, para vermesinler; camiye gelip bir vakit namaz kıldırmazlar. Bunlar namaz kıldırma memuru! Bir ay maaşlarını verme. Bak bakalım camiye gelirler mi? Hatta namazı da bırakırlar" şeklinde bazı imamları eleştirir dururlar. Böyle bir yargıya nasıl vardılar, gerçekten kıldırmazlar mı bilmiyorum. Zaten denemeden ve görmeden bilemezsin. Ama ardında bir müddet namaz kıldığım bir cami görevlisini görünce alın size bir namaz kıldırma memuru dedim içimden.

Cami havlusunda lojmanı ve arabası için oto garajı var bu görevlinin. Ne zaman bu camiye gitmeye kalksam çevre camiinin ezanları başlar, ezan yarılanır, camiye girerim. Cemaat içeride bekler. Ama imam yok orta yerde. Nice sonra hocamız gelir, ezan okunan yere girer, hızlı bir şekilde ezanını okur. Herkes namaza kalkar, hoca da ezan okuduğu yerin ön tarafında merdiven altına daha sonradan ahşaptan yapılmış imam odasına girer. Biri farz için kamet getirmeye başlayınca hocamız sarık ve cübbesi ile birlikte imam odasından çıkar ve mihraba geçer.

Ne var bunda? Öküzün altında buzağı arama dediğinizi duyar gibiyim. Herkes namazın sünnetini kılıyor iken o kılmıyor, imam odasında oturuyor desem herhalde durumun vahameti anlaşılmış olur. Burada kılıp kılmadığını nereden biliyorsun, yanında mıydın, diyebilirsiniz. Yanında değilim elbet. Zaten yanına girip "Sünneti burada kılmak çok sevap olsa gerek, izin verirsen ben de burada kılayım desem izin vermesi mümkün değil. Zira kendisi zor sığıyor içeriye.

Bir vesileyle cami görevlisiyle görüşmek için görmüştüm bu imam odasını. Dikdörtgen  şeklindeki küçücük kapalı yere bir masa, bir de sandalye atmış hocamız. Geriye namaz kılmak için secdeye varınca iki büklüm olman gereken kapı eşiği var. Işık yakmadığın zaman gündüz bile karanlık burası. Ki yanar görmedim hiç.

Bir an için hocamız sünneti burada kılıyor diyelim. Herkes koca camiye yayılmış bir şekilde sünnet kılarken bu kardeşimiz niçin dar, karanlık bir yerde namaz kılar? Bir insan kendine eziyet etmek istese bile herhalde böyle bir yer seçmez. Çünkü namaz kılınacak gibi değil burada. Geçen gün vakit dışında namazımı kılmak için bir arkadaşla bu camiye girdim. Namazdan sonra arkadaşıma "Gir şuraya! Sen burada bir namaz kıl, kılabilir misin" dedim. Benim gibi boyu kısa olan bu arkadaşımız kapısı açık olan imam odasına girdi. Namaza durur gibi yaptı, rükuya eğilince sırtını duvara vurarak öne doğru geldi. Güç bela secdeye yattı, sığmadı. Ya iki büklüm olup secde yapacak, ya da kafasını eşikten çıkarıp cami içine secde edecek.

Ben bu camide ne kadar namaz kılmışsam hocamız sünnet kılınırken hep içeride durdu, ne kendisi çıktı, ne de kafasını gördüm. Kamet getirecek kişi de hocamız sünneti kıldı mı diye tereddüde düşmeden kalkıp kamet getiriyor. Özellikle caminin gediklileri bu durumu biliyor olmalı ki sağına soluna bakmadan kamete kalkıyorlar. Geriye bir durum kalıyor, hoca sünnet kılınırken içeride oturuyor. Yani sünneti kılmıyor. Birkaç defa hocanın secdeye gitmiş halini görür müyüm diye o değilden imam odasının önünde namaza durdum. Namazı geciktirdim, hocayı namaza başlamış görür müyüm diye geriye dönüp baktım, hoca bir türlü namaza başlamadı. Bazı günler namazı erkenden bitirdim, hocanın kafasını veya secdeye gitmiş halini görür müyüm dedim. Bugüne kadar bir defa görebildim o açık kapıdan kafasının secdeye gittiğini.

Adama iftira etmeyeyim, zanda bulunmayayım ama sanırım sünnet kılmıyor, kılıyorsa da ima ile kılıyor. Değilse cami içinde cemaatin arasında rahat bir şekilde sere serpe namaz kılmak varken niçin o küçücük yeri seçsin?

Bir insan sünneti kılar veya kılmaz. Bu, onun Allah ile kendisi arasında bir mesele. Ama bu kişi normal bir insan değil, bir cami görevlisi ise burada bir sorun var. Bu durumunu görünce namazda gözü olmayan bir insan bu görevi cemaatin karşısına geçerek yıllar yılı niçin sürdürür? Pekâlâ diğer kurumlara geçiş yapabilirdi bugüne kadar. Bu kişi niçin o daracık yerde durarak kendisine bu eziyeti reva görür? Aklıma "Kıldırır beşi, alırım maaşımı. Lojmanda da bedavaya veya yok pahasına oturur, kendi evimi de kiraya veririm. Diğer kurumlara geçiş yapsam bir defa lojmanı yok, kendi evime çıkmam gerekecek. Sonra günlük 8-5 mesaisi yapacağım, maaşım da düşecek, üstelik işe gidip gelmek için yol parası da vermiyorum. Çünkü zaten caminin avlusunda oturuyorum. Burada bu caminin kelek keseniyim. Başka kurumlara geçerek niye amirin ağız kokusunu çekeyim" düşüncesi geliyor.

Bu yazıyı yazmaya karar vermeden önce epey tereddüt yaşadım. Yazmasam mı dedim. Ama kalem oynatmaya başlarken kendi kendime "Neyi dert ediniyorsam onu yazacağım" demiştim. Bu mesele de beni üzmüş ve maalesef yazımın konusu olmuştur. Bu durum diyanet camiasının geneline teşmil edilemez elbet. Bireysel de olsa beni üzmüş, keşke görmeseydim dedim. Ama maalesef gördüm. Ne diyeyim? Allah beni affetsin, bu yazıyı yazmama sebep olan hocamızı da. İnşallah makamda oturan ve personelinin bu durumundan haberi olmayan makam sahibi müftümüz de görür. Ki görmesi ve duyması lazım! 





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde