Ana içeriğe atla

Başka Bir İmam Bulamadınız mı?


Öğle namazını kılmak için camiye gittim. 10-15 kadar bir cemaat vardık. İlk sünneti kıldıktan sonra kametle beraber ilk safı oluşturduk. İmamın arkasında fatih görevi yapacak olan kişinin sol tarafında saf tuttum. Bu arada imamımız da öne geçti. İmam her zamanki namaz kıldıran değildi. Müezzin idi namaz kıldırmak için öne geçen.

Öğle namazının farzına niyetimi yaptım. Kulağım imamın iftitah tekbirini almasını beklerken ne zaman ellerini kaldıracak diye de gözümü imama kaydırdım. Nihayet tekbirle beraber elini kaldırdı. Elini diyorum. Çünkü tek elini kaldırdı.  Diğer el vücuduna paralel bir şekilde hazır ol vaziyetindeydi. Ardından ellerini bağladı. Az sonra rükuya, sonra secdeye vardı. Ayağa kalkarken sağa yaslanarak ve sağ eliyle yerden destek alarak kalktı. Tüm namaz boyunca sadece işini sağ eliyle yaptı.

Ezan okumaya giderken ve ezan dönüşü gördüğüm zaman ayağı aksıyor, sol elini ise işlevsiz görürdüm. Ama bu iki uzvunun bu kadar da iş yapmadığını bilmiyordum.

Eve gelince ilk işim bir imam-hatipte olması gereken özelliklere baktım yeniden. Önüme Diyanet’in bu yıl alacağı; içerisinde imam-hatip, müezzin kayyum ve Kur’an Kursu öğreticisi olmak üzere 9500 personel alım ilanı geldi. Müracaat edeceklerde aranan şartlardan bir tanesi de “Başvuru yapacağı unvanda görev yapmaya mani bir engeli bulunmamak” maddesi idi. Bu şart olmasına rağmen bu arkadaşa nasıl müezzinlik görevi verildi? Diyebiliriz ki bu arkadaşın görevi müezzin kayyumluk, imamlık değil. Buna bir diyeceğim yok. Ama müezzinlerin görevlerinden bir tanesi de imam olmadığı zaman onun yerine imamlık vazifesini yapmaktır. Nitekim kıldığım öğle namazında imam olmadığı için müezzinin namaz kıldırmasında olduğu gibi.

Namazım olmadı mı? Olup olmadığını Allah bilir ama namazım olmuştur. O zaman derdin ne diyebilirsiniz. Benim derdim bu arkadaşa niçin başka bir memurluk değil de müezzin kayyumluğun verildiği? Pekâlâ, bu arkadaşa memurluk görevi yapması için müftülüklerde masa başı bir görev verilebilirdi. Çünkü yaptığı görev olan imamlık şüphe götürmez, tereddüde mahal bırakmayacak bir görevdir. Camide o anda cemaat olarak namaz kılan o kadar sağlam insan varken engelli birinin namaz kıldırması uygun olmasa gerek.

Müftülük bu engelli görevliyi biliyor olmalıdır. Ne yapıp ne edip bu kişiyi geçici görevli olarak büro işi yapması için müftülük bünyesine almalıdır.

Not: Bu görevliyi yaptığı bu görevden dolayı kınamıyorum. Allah kimseye bir engel vermesin. Burada sözüm engelli olmasına rağmen bu arkadaşa görev veren sorumlularadır. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde