Ana içeriğe atla

Ölmüş Gitmişlerle İmtihanımız


Her sene olduğu gibi bu sene Mustafa Kemal'i vefatının 80.yılında, Celalettin Rumi'yi ise 745.yılında devlet töreniyle andık. İsmini zikrettiklerim veya zikretmediklerim tarihe bir iz bırakmış olmalı ki bugüne kadar andık, anıyoruz ve bu gidişle anmaya devam edeceğiz.

Anılmalı/gerekli veya anılmamalı/gereksiz demeyeceğim, anmalar çok abartılı veya sönük geçiyor da demeyeceğim, anmalar bir amaca hizmet ediyor veya hizmet etmiyor da demeyeceğim. Anana niçin anıyorsun, anmayana niçin anmıyorsun da demeyeceğim.

Niçin anıyoruz sorusuna çok büyük hizmetleri olduğu için bir vefa diyebiliriz, unutmamak ve gelecek kuşaklara bu tür önemli şahsiyetleri daha iyi tanıtmak için anıyoruz veya yeterince anlayamadık/anlatamadık; her yıl andıkça daha iyi anlayacağız/anlatacağız ya da o kadar çok seviyoruz ki elimizde değil, anmadan edemiyoruz diyebiliriz.

Bana göre bir insana vefa, onu her yıl aynı veya benzer cümlelerle hatırlamak, rutin etkinlik ve formalitelerle anmak değildir. Sevdiğimiz ve değer verdiğimiz kimsenin yaptığı iyi şeyler var ve halen geçerliyse yapmaya devam etmektir, koyduğu hedef olup da gerçekleştiremedi ise onun ideallerini gerçekleştirmeye çalışmaktır. Hatta sevdiğimizin yaptıklarının ve hedeflediklerinin üzerine daha fazlasını yaparak onları geçmeye çalışmaktır ve onlar gibi insanlar yetiştirmeye ve hizmet etmeye çabalamaktır. Bence olması gereken budur. Yoksa her yıl anmak bir rutini tekrarlamak olur. Her yıl sürekli anmak demek biz sizin gibi olamadık, içimizden kimseyi çıkaramadık, bu yüzden anmaya devam ediyoruz demektir. Bu yaptığımız aynı zamanda sevdiğimize gösterdiğimiz kuru bir sevgiden ibaret olur. Yine bu kimseleri yıllar yılı anmakla hala tanıyamamış veya tanıtamamışsak bundan sonra da anlayamayacağız veya tanıtamayacağız demektir.

Her yıl andığımız kişileri çok sevdiğimiz için bu anma programlarını düzenliyorsak sevdiğimize sevgimizi göstermemiz için illaki ölüm yıl dönümlerini beklemek gerekmez. Ne zaman hatırımıza gelir, kalkar anar, hayırla yâd ederiz. Siz anne veya babanızı anmak istediğiniz zaman ölüm yıl dönümünü beklemezsiniz herhalde. Gece-gündüz veya herhangi bir olay nedeniyle hatırlar, duygulanırsınız. Baba-anne! Şimdi zamanı değil, daha ölüm yıl dönümün gelmedi demezsiniz.

Bu tür anmalar bir sektör haline geldi, bizi aştı derseniz -görünen öyle sanki- bu demektir ki birileri bundan maddi veya manevi olarak faydalanmaya devam edecektir veya adettendir derseniz nice adetleri unuttuk. Bu adet nereye kadar devam edecek?

Bence ölenle ölünmez. Ölen sevdiklerimiz görevlerini yaptı gitti. Yaptıklarının karşılığını hem bu dünyada iken aldılar, öbür dünyada da alacaklardır veya hesap vereceklerdir. Yaşayan olarak bizler bu dünyada ne yapabiliriz, yarın biz de hesap vereceğiz diye düşünmemiz ve yapmamız gerekeni yapmalıyız. Ölmüş gitmişi övmekle veya yermekle bir yere varamayız. Övdüğümüz ve andığımız için bize sevap verilmeyecek, anmadığımız için günah da yazılmayacaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde