Ana içeriğe atla

Hiç Rahatından Ödün Vermedi (2)

Ailenin büyüğü olarak zaman zaman evinde toplanırız. Yine böyle bir gün. Mevsim yaz. Günler uzun. İki öğün yemek yiyorsun. Bir sabah, bir akşam. 

Akşam ezanıyla birlikte eve gidersin. Çünkü yemeğe başkası da gelecek, bekletmeye gelmez. Evin çocukları esnaf. Biraz geç gelir ama geçikse gecikse yarım saat gecikir, bekleyelim dersin. Şimdi gelir, az sonra gelir derken baktın ki geciktiler. Telefonla ararsın. İşleri çıktığını, az gecikeceklerini söylerler. Ha geldi, ha gelecekler derken oğlanlar da yoldayız diye telefon açarlar. Daha önce pişirilmiş ve soğuğan yemekler ısınması için tekrar ocağa konur. Şurada ne kaldı, bu zamana kadar bekledik, az daha beklesek ne olur diyorsun. Bir taraftan da sofralar kurulmaya başlar. Sen de beklediğime değdi, o güzelim yemekleri bir bir mideme indireceğim hayali kurarken yemek daha midene inmeden kursağında kalır. Çünkü evin büyüğü siz beklerken beni hesaba katmadınız, ben daha ölmedim, biraz da beni bekleyin dercesine yatsı namazını kılmak için yola koyulur. Oğulları eve girerken o, camiye gider. Çocuklar geldi, gel bugün namazı evde kıl, misafirleri bekletmeyelim uyarılarına kulak vermez, bisikletine atladığı gibi caminin yolunu tutar.

Tekrar başa döneriz artık. Çünkü yeniden beklemeye koyuluruz. Patlasan da, çatlasan da, karnın zil çalsa da, için dışına çıksa da bekleyeceksin. Konuşarak vakit geçirelim desen, açlıktan konuşmaya takadin kalmaz. Başa gelen çekilir dercesine içine kapanır, patlamaya hazır bir bomba gibi sessizliğe gömülürsün. İçinizden ha yarım saat daha bekleyiver diyebilirsiniz içinizden. Doğru bir namaz en geç yarım saat içinde biter. Ama büyüğümüzün namazı yarım saati çoktan geçer. Namaz bitince hemen gelivermez. Camiden cami görevlisiyle birlikte en son çıkar, imama elini uzatır, Allah kabul etsin der. Çıkan herkes gider, caminin ışıkları söner, caminin önünde kimse kalmayınca bizimki de kaç ben de gideyim der ve camiyi terk eder. 

Nihayet sofraya oturulur. Büyüğümüz  de sofraya oturduktan sonra yemeğe başlamadan önce hep yaptığı tasarruflarını da sofrada bir güzel icra eder. İyi kötü yemeğini hızlı bir şekilde yer, kalkarsın. Bizimki yine devam eder yemeye. Çünkü iyice acıkmıştır. Yedikçe yer, yedikçe açılır. Yine adam bu yaşına rağmen bu zamana kadar beklemiş, sen de amma sabırsızsın diyebilirsiniz. Efendim büyüğümüz akşam olmadan karnını doyurmuştur, tüm bekletmesi yeniden acıkmasını sağlamak. Çünkü tok karna yemek yenmez. Önemli olan onun açıkması. Sen istediğin kadar dokuz doğur.

Afiyet olsun!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde