13 Aralık 2018 Perşembe

YHT Kazası *


Perşembe sabahı Ankara-Konya arası ilk seferine çıkan tren kazasıyla gözlerimizi açtık. YHT ile aynı rayda olmaması gereken kılavuz lokomotifin çarpışması sonucu 3'ü makinist olmak üzere toplam 9 kişi vefat ederken 86 kişi de yaralanmış durumda. 

Kazayla ilgili yetkililerin yaptığı ilk açıklamaya göre tren teşkil memuru ve tren hareket memuru olmak üzere toplam üç TCDD çalışanı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gözaltına alındı.  Gözaltına alınanların kazada bir ihmal veya kastının olup olmadığı Başsavcının gerekli soruşturmayı yapmasının ardından ortaya çıkacak ve hazırlanan iddianameye göre mahkeme kararını verecek. Ama görünen, bu kazada bir ihmalin olduğu su götürmez bir gerçektir.

Soruşturma ve kovuşturma sonucu kazaya sebebiyet olanlara gerekli cezalar verilir verilmeye. Ama ölen dokuz kişi geri gelecek mi? Maalesef gelmeyecek. 

Hepimiz öleceğiz elbet. Sırası gelen ölüyor. Bundan kaçış yok. Her birimizin ölümü de farklı farklı. Buna hepimiz hazırlıklıyız. Ama burada olduğu gibi bazı ölümler vardır ki birden kabullenmemiz zor. Bize, beklenmeyen bir ölüm gibi gelir bu tür ölümler. Hele bir de başkasının kasıt veya ihmaliyle ölüme gitmek nasıl olur, olur mu böyle şey, dedirtiyor insana. 

Ölen dokuz değerli insanımız geri gelmeyecek. Yaralılardan durumu ağır olanlardan belki hayatını kaybedenler olacak. Diğer yaralılardan bir kısmı da geri kalan ömrünü engelli geçirecek. Bir kısmı da kazanın psikolojisini yıllar yılı taşıyacak. Kazada ihmal ve kastı olanlar ise idari ve adli cezalara çarptırılacaklar. Bunun sonucunda belki hapis yatacaklar. Sonra? Cezamızı çektik diye ellerini kollarını sallayarak çıkıp hayatlarına devam edecekler. Yani nefes almaya devam edecekler. Maalesef dünyanın adaleti bu! Merak ediyorum bu kazada ihmali bulunanlar geri kalan ömürlerini nasıl geçirecekler, vicdanları sızlamayacak mı, rahat uyuyabilecekler mi? Yüzlerce insanın, canlarını emanet ettiği bu kişiler aramızda rahat bir şekilde gezip dolaşacaklar mı? 

Anladığım kadarıyla yaptıkları işin önemini kavrayamamış bu kişiler. İhmal gibi bir lüksleri var mıydı? Saniyelerin bile önemli olduğu görevlerini savsaklamaları taammüden adam öldürmeye girer. Bunun başka lamı-cimi yok.

Kazada ölenlere Allah’tan rahmet, arkalarında kalan ailelerine başsağlığı, yaralılara acil şifalar dilerken -ölenleri geri getirmese de- kazada ihmal ve kastı olanlara en ağır cezaların verilmesi en büyük temennimizdir. Öyle cezalara çaptırılmamalılar ki bundan sonra bu tür yerlerde görev yapacaklara ibret olmalı ve gözlerini dört açmalılar. Allah bir daha böyle kazaları göstermesin bize.

* 15/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Farkında mıyız? Bazen 180 Derece Dönüş yapıyoruz

Önce bir fıkra ile başlayalım yazımıza:
“İki kadın yolda karşılaşmışlar. Biri sormuş:
--Kızın ne yapıyor?
--İki sene önce evlendirdik, damadımız çok iyi çıktı, bizim kızdan önce kalkar kahvaltıyı hazırlayıp yatağına getirir, işe gider. Bizimki öğlende kalkar, temizlikçi kadın gelir evi toparlar, çayını ayağına getirir. Akşam eve bir buket çiçekle gelir ve beraber yemeğe çıkarlar. Çok mutlu çok!
--Ya oğlun?
--Ah hiç sorma kardeş, öyle çirkef birine denk geldi ki Allah düşmanımın başına vermesin! Bizim oğlan erkenden kalkıyor. Seninki hala yatakta! Zavallıya kahvaltıyı hazırlatıp yatağına kadar getirtiyor. Öğlene kadar yatıyor, uğursuz! Bir de eve temizlikçi tuttular, çayını bile temizlikçi kadın ayağına getiriyor. Akşam gelirken de illa sevdiği çiçeklerden getirecekmiş, yoksa sinir krizleri geçirip apartmanı ayağa kaldırıyor. Zaten yumurta kırmayı bile bilmediği için mecburen dışarıda yemek zorunda kalıyorlar. Hayatı karardı zavallı oğlumun!”

Nasıl buldunuz fıkrayı? Öyle zannediyorum okuyunca gülümsediniz, belki de olur mu bu kadarı da deyip garipsediniz veya katıla katıla güldünüz. Gülsek de kahkaha atsak da garipsesek de gündelik hayatımızda bu şekil birbirine taban tabana zıt duruşlar sergileyebiliyoruz. Olaylara göre pozisyon alabiliyoruz. Çelişkiye düştüğümüzün farkına bile varamıyoruz çoğu zaman. Farkına varsak bile ayıplanacağımızı hesaba katmıyoruz. Çünkü günübirlik yaşıyor ve günü kurtarmaya çalışıyoruz. Bu tür davranışımızda empati yok. Sadece kendimizi düşünüyoruz. Hayata kendi perspektifimizden bakıyoruz. Aslında bu yaptığımız bir "u" dönüşüdür, 180 derece geriye dönüştür, kendi kendimizle çelişkiye düşmedir, omurgasız bir duruştur, bencilliktir.

Anlatmak istediğim prensip sahibi olmamızdır. Bu demek değildir ki bir konuda hep aynı fikirde olup hiç fikir değiştirmeyeceğiz. Elbette dün farklı değerlendirdiğimiz bir duruma bugün farklı bir açıdan bakabiliriz. Hatta taban tabana zıt bir fikri benimseyebiliriz. Ama bu işi yaparken "Ben geçmişte bu konuda şöyle düşünüyordum, bugün bu konuda daha farklı bir bakış açısına sahibim. Dün bu konuda yanlış düşünüyormuşum" erdemliliğini göstermek gerekir. Bu bir özeleştiridir, kişinin kendiyle yüzleşmesidir. Çok da zor olmasa gerektir.


12 Aralık 2018 Çarşamba

Bahtsızlığım Adımın Ramazan Olması mı ki?


Hangi makam olursa olsun bir makama gelme konusunda ne kadar uğraşsam, ne kadar istesem, ne kadar beklenti içerisine girsem de olmadı bir türlü. Küçük de olsa zaman zaman bir koltuğa sahip  olsam da uzun süreli olmadı. Hep altımdan kayıp gitti. Bahtım kapalı anlayacağınız.

Bazen ismimden mi kaynaklanıyor bu bahtsızlığım diyorum. Ramazan orucu tutulurken doğduğum için babam adımı Ramazan koymuş. Ramazan "yanmak" demekmiş: “Ramaz” kelimesi güneşin sıcaklığının şiddetinden gayet kızmasıdır ki böyle pek kızgın yere 'ramda' denir. 'Ramazan' 'ramda' mastarından 'yanmak' manasına gelir. Yani kızgın yerde yalın ayak yürümekle yanmak demektir. Bu aya 'Ramazan' denmesinin bir sebebi; bu ayın günahları yaktığıdır. Bu ayda açlık, susuzluk hararetinden ıstırap çekilir. Veyahut oruç hararetinden günahlar yakılır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Gördüğünüz gibi adımdan hareketle ben; yanmak, kızgın yer, açlık ve susuzluktan dolayı ıstırap çekmek gibi anlamlara geliyorum. Ramazan günahları yakıyor ama benim günahlarım yanıyor mu, yanmıyor mu bilmiyorum ama görünen benim yanmaya devam ettiğim.

Acaba diyorum adım Ramazan değil de Ali olsaydı, sanki Alilerin bahtı açık gibi sanki. Gerçi piyasada adı Ali olan birçok kişi var. Kimi bir yerlere gelmiş, kimi gelememiş. O zaman tek başına Ali de pek işe yaramıyor. Mesela adımın başına bir bin eklenseydi de adım Binali olsaydı bin Ali’nin yaptığı işe talip olsaydım işte o zaman binde bir şansım olurdu diye düşünüyorum. Şahsen ben Binali Bey’in ulaştığı makamlara bir göz atıyorum da mübareğin gelmediği makam yok. Yeter ki kendisi istesin. Allah yürü ya kulum demiş. Sen yeter ki işini yap, bütün makamlar altına bir bir gelecek demiş sanki! Gerçi hiçbir makama talip olmadı bugüne kadar. Hepsi ayağının altına bir bir geldi. İTÜ’nün Gemicilik bölümünü bitirdikten sonra adını ilk kez İDO müdürü olarak duyurdu. 2002 yılında vekil seçildi. Hemen Ulaştırma Bakanı oldu. Yıllar yılı hem vekilliği devam etti, hem de bakanlığı. Başbakanlar değişti, onun bakanlığı hiç değişmedi. Hâlihazırda TC’nin en uzun Ulaştırma Bakanlığı yapma rekorunu elinde bulunduruyor. Başbakan oldu, kendi eliyle başbakanlığı kaldırdı. Ardından TBMM başkanı seçildi. Şimdi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığına adı geçiyor. Adı bugün yarın açıklanır. Küçüklü büyüklü koltukları saymıyorum bile.

Geç mi oldu bilmiyorum. Acaba adımı Binali diye değiştirsem bahtım açılır mı diye düşünüyorum. Ama tek başına adımın Binali olması belki yeterli gelmeyebilir. Bir de gemicilik bölümünü okumak lazım sanırım. Çünkü denizlere hâkim olan karaya da hakim olur. Geçmişten beri denizlere hakim olan, donanması olan devletler dünyaya hakim olmuşlardır. Bu yaştan sonra adımı değiştirsem kimse bana Binali diye hitap etmez. Yine Ramazan diyecekler. Haydi adım Binali, lütfen beni bundan sonra Ramazan diye hitap etmeyin. Zira o sizin tanıdığınız Ramazan öldü derim. Hatta gazete ve televizyonlara düzeltme yazısı gönderirim. Burası kolay! Ama gemiciliği nasıl okuyacağım. Daha yüzmeyi bilmiyorum. Bir gemi görsem mertek sanırım. Sonra sınıfları nasıl geçip mezun olabileceğim? Haydi bunu da yaptım, azmin zaferi olarak başardım diyelim. Bürokraside göz doldurabilecek miyim? Haydi bunu da başardım diyelim. Bana kim destek olacak? Tayyip Bey beni keşfedebilecek mi?

Gördüğünüz gibi işim zor!