12 Aralık 2018 Çarşamba

Bahtsızlığım Adımın Ramazan Olması mı ki?


Hangi makam olursa olsun bir makama gelme konusunda ne kadar uğraşsam, ne kadar istesem, ne kadar beklenti içerisine girsem de olmadı bir türlü. Küçük de olsa zaman zaman bir koltuğa sahip  olsam da uzun süreli olmadı. Hep altımdan kayıp gitti. Bahtım kapalı anlayacağınız.

Bazen ismimden mi kaynaklanıyor bu bahtsızlığım diyorum. Ramazan orucu tutulurken doğduğum için babam adımı Ramazan koymuş. Ramazan "yanmak" demekmiş: “Ramaz” kelimesi güneşin sıcaklığının şiddetinden gayet kızmasıdır ki böyle pek kızgın yere 'ramda' denir. 'Ramazan' 'ramda' mastarından 'yanmak' manasına gelir. Yani kızgın yerde yalın ayak yürümekle yanmak demektir. Bu aya 'Ramazan' denmesinin bir sebebi; bu ayın günahları yaktığıdır. Bu ayda açlık, susuzluk hararetinden ıstırap çekilir. Veyahut oruç hararetinden günahlar yakılır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Gördüğünüz gibi adımdan hareketle ben; yanmak, kızgın yer, açlık ve susuzluktan dolayı ıstırap çekmek gibi anlamlara geliyorum. Ramazan günahları yakıyor ama benim günahlarım yanıyor mu, yanmıyor mu bilmiyorum ama görünen benim yanmaya devam ettiğim.

Acaba diyorum adım Ramazan değil de Ali olsaydı, sanki Alilerin bahtı açık gibi sanki. Gerçi piyasada adı Ali olan birçok kişi var. Kimi bir yerlere gelmiş, kimi gelememiş. O zaman tek başına Ali de pek işe yaramıyor. Mesela adımın başına bir bin eklenseydi de adım Binali olsaydı bin Ali’nin yaptığı işe talip olsaydım işte o zaman binde bir şansım olurdu diye düşünüyorum. Şahsen ben Binali Bey’in ulaştığı makamlara bir göz atıyorum da mübareğin gelmediği makam yok. Yeter ki kendisi istesin. Allah yürü ya kulum demiş. Sen yeter ki işini yap, bütün makamlar altına bir bir gelecek demiş sanki! Gerçi hiçbir makama talip olmadı bugüne kadar. Hepsi ayağının altına bir bir geldi. İTÜ’nün Gemicilik bölümünü bitirdikten sonra adını ilk kez İDO müdürü olarak duyurdu. 2002 yılında vekil seçildi. Hemen Ulaştırma Bakanı oldu. Yıllar yılı hem vekilliği devam etti, hem de bakanlığı. Başbakanlar değişti, onun bakanlığı hiç değişmedi. Hâlihazırda TC’nin en uzun Ulaştırma Bakanlığı yapma rekorunu elinde bulunduruyor. Başbakan oldu, kendi eliyle başbakanlığı kaldırdı. Ardından TBMM başkanı seçildi. Şimdi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığına adı geçiyor. Adı bugün yarın açıklanır. Küçüklü büyüklü koltukları saymıyorum bile.

Geç mi oldu bilmiyorum. Acaba adımı Binali diye değiştirsem bahtım açılır mı diye düşünüyorum. Ama tek başına adımın Binali olması belki yeterli gelmeyebilir. Bir de gemicilik bölümünü okumak lazım sanırım. Çünkü denizlere hâkim olan karaya da hakim olur. Geçmişten beri denizlere hakim olan, donanması olan devletler dünyaya hakim olmuşlardır. Bu yaştan sonra adımı değiştirsem kimse bana Binali diye hitap etmez. Yine Ramazan diyecekler. Haydi adım Binali, lütfen beni bundan sonra Ramazan diye hitap etmeyin. Zira o sizin tanıdığınız Ramazan öldü derim. Hatta gazete ve televizyonlara düzeltme yazısı gönderirim. Burası kolay! Ama gemiciliği nasıl okuyacağım. Daha yüzmeyi bilmiyorum. Bir gemi görsem mertek sanırım. Sonra sınıfları nasıl geçip mezun olabileceğim? Haydi bunu da yaptım, azmin zaferi olarak başardım diyelim. Bürokraside göz doldurabilecek miyim? Haydi bunu da başardım diyelim. Bana kim destek olacak? Tayyip Bey beni keşfedebilecek mi?

Gördüğünüz gibi işim zor!

"Ben ne yaptığımı biliyor muyum?" ***


11/12/2018 günü Rize'den gelen haber yüreğimizi dağladı. Çünkü üniversite okumak için tayin talebinde bulunan bir polis tarafından makamında Rize Emniyet Müdürü şehit edildi. Yine o esnada makamda bulunan personel şube müdürü de sırtına ve göğsüne aldığı kurşunlar nedeniyle yoğun bakımda hayat-memat mücadelesi veriyor. Kurşun sesine koşup gelen Emniyet Müdürünün koruması da bu cinnet olayında yine aynı kişi tarafından yaralanıyor ve ayağından yaralanan zanlı silahını bırakarak teslim oluyor.

Sosyal medyada Rize Emniyet Müdürü şehit oldu başlığını görünce ilk aklıma gelen terör Rize'ye de mi sıçradı oldu. Haberin detayına bakınca bereket bir terör saldırısı değilmiş dedim.  Bu menfur olayın faili maalesef bir emniyet mensubu. Yani meslektaşları. Memuru, amirlerini hedeflemiş.  Üzücü bir durum tabi. İçerideki görüşmede aralarında ne geçti bilmiyoruz ama ne geçerse geçsin bizim emniyetimizden sorumlu bir polisin bunu yapmaması gerekirdi.

Zanlının 38 yaşında olduğu göz önüne alınırsa polis memuru, memuriyete yeni başlamış acemi biri değil. Kendisine emanet edilen silahını meslektaşlarına doğrultmasının savunulacak bir tarafı yok. Haydi polis kendince haklı gerekçelerle silahını kullandı diyelim. Niçin ayak ya da topuklarına sıkmadı? Çünkü dur ihtarına uymayan suçluyu yakalamak için bile polis mecbur kalırsa suçlunun ayaklarına sıkar. Ki karşısındakiler suçlu değil. Silahları da bellerindeydi muhakkak. Polisin o anki haleti ruhiyesini bilmiyoruz ama yaptığı, aldığı polislik eğitimine hiç yakışmamıştır. Diyelim ki tayin isteğimize olumsuz cevap verildi, illaki öldürmemiz mi gerekirdi?

Alınan ilk ifadesinde zanlı "Ben ne yaptığımı, neden yaptığımı bilmiyorum. Nasıl yaptım ben bunu" demiş. Yazımda bu konuya yer vermemin nedeni de işte bu ifade. Ne yaptığımızı bilmemek. Zaten tüm başımıza gelenlerin müsebbibi bu neden yaptığımızı bilmemek değil mi? Sinirlenince aklımız başımızdan gidiyor, aklıselim davranamıyor, bir saniye sonrasını düşünemiyoruz. Biz ne zaman olaylar karşısında soğukkanlı olmayı becereceğiz? Bir polisin görevi her şartta soğukkanlılığını korumak değil mi?

Polisimiz ne kadar haklı gerekçesi olursa olsun asla silahına davranmamalıydı. Maalesef hem kendisine hem meslektaşlarına yazık etmiştir. Bu nahoş durumdan emniyet camiası da büyük yara almıştır. 

Şehit olan Emniyet Müdürümüze Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralı Şube Müdürümüze ve yaralı korumamıza acil şifalar diliyorum. İnşallah bu tür menfur vakalarla bir daha karşılaşmayız.

*** 15/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Cuma Vakti Ezan Okunurken Devam Eden Vaazlar Üzerine *

Muhterem Müslümanlar! Ezan okunurken ona saygı göstermemiz, yaptığımız işi bırakmamız, işimize ara vermemiz, mümkünse camiye gitmemiz, okunan ezanı tekrar etmemiz, söz-müzik vb. şeyleri kapatmamız, konuşmayı terk etmemiz, ezanı can kulağıyla dinlememiz gerekiyor. Hasılı günde beş defa namaza çağrı olan ezan bizden saygı bekler. Hatta ezan okunurken selam bile verilmez, verilen selam da alınmaz.
—Hocam burada size bir soru sorabilir miyim?
—Buyur evladım sor?
—Ezan okunurken vaaza devam edilebilir mi? Tıpkı şu anda sizin yaptığınız gibi!
—Ama ben Allah, peygamber, din, iman diyorum.
—Hocam iyisin, hoşsun. Ama senin vaazını mı dinleyeceğim yoksa şu an okunmakta olan ezanı mı? Karar veremedim de...
—Biz burada önemli bir şeylerden bahsediyoruz de mi? Konuşmayalım mı?
—Eyvallah hocam! Ondan ne şüphe! Konuşacaksınız elbet! Hatta iyi de oluyor. Ama konuşmayı ezan okunmaya başlarken bitirseniz, biz de vaazın ardından huşu içerisinde ezanı dinlesek olmaz mı?
—Ama vaaz dinlemeye kimse gelmiyor. Birkaç kişiye vaaz veriyoruz. Herkes ezan okunurken camiye doluşuyor. Mecburen devam ediyoruz. Çünkü önemli hatırlatmalar yapmamız gerekiyor. Diyanet'in, müftülüğün yardım kampanyası var. Hac başvuruları var.
—Hocam erken gelmek ve vaaz dinlemek istemeyene yapılacak bir şey yok. Onları silah zoruyla camiye getirme durumumuz yok. Haydi getirdik diyelim. Adam dinlemek istemezse kulağını tıkar, yine dinlemez. Çünkü marifet iltifata tabidir. Diyanetin, müftülüğün yardım kampanyasını, hac vb. duyurularını hutbe bitimi yapsanız hem herkes işitmiş ve bilgilenmiş olur hem de vakti tasarruflu kullanmış oluruz.
—Senin amacın ne? Camiye vaazımızı prokove etmek için mi geldin? Sonra ne tasarrufundan bahsediyorsun? Namazın, caminin, vaazın hesabı mı yapılır?
—Hayır hocam, ne münasebet! Camiye üzerime farz olan Cuma namazımı kılmak için geldim. İki işe birden kendimi veremiyorum. Ya ezan dinleyelim ya da vaazı diyorum. Ayrıca ezandan önce konuşma bağlanmayınca söz uzayıp gidiyor, ezan sonrasına kadar sarkıyor. Bu durumda vaaz devam ederken kafama üçüncü bir iş daha takılıyor.
—Neymiş o?
—İşim. Ben işe gideceğim hocam. İşim var benim. Vaaz uzadıkça gecikirsem amirim ne diyecek endişesini taşıyorum.
—Siz işe gideceksiniz diye biz konuşmayacak mıyız? Hem ne var üç-beş dakika uzayınca? Kıyametin sonu mu? Bir futbol maçına iki saatinizi ayırıyorsunuz. O zaman niye vaktim hesabını yapmıyorsunuz? Haftada bir camiye gelince mi vakit aklınıza geliyor.
—Konuşun hocam. Uzatınca kıyamet de kopmaz. Ama zamana riayet gerekmez mi? Siz uzatınca ben mesaiden çalmak zorunda kalacağım. Maç ile vaazı kıyaslamanız olmadı. Vaazın yeri ayrı, maçın yeri ayrı. Ayrıca ben hayatımda hiç maça gitmedim. Sonra maça gidenler mesai dışında özel vaktinden feragat ederek maça gidiyorlar. Üstelik maçın başlama ve bitiş süresi önceden belirlenmiş, kısaltma durumu söz konusu değil. 
—Üç-beş dakika mı gözüne batan ve başıma kaktığın?
—Mesele üç-beş dakika değil. Burada önemli olan zamana riayet. Ben size bir şey söyleyeyim mi?
—Hadi oldu olacak, onu da söyle!
—Sizin bu şekil vaaz verme yöntemi çok faydalı olmuyor. Çünkü topluluğa hitap edince kimse üzerine sorumluluk almıyor, dinleyip dinleyip gidiyor. Dışarıda "Hoca iyi konuştu" diyor. Ne konuştu deyince "Bilmem iyi konuştu" diyor. Yani kimsenin aklında bir şey kalmıyor. 
—Pekiyi ne yapmamız lazım?
—Siz daha iyisini bilirsiniz ama en güzeli adam adama markaj yani bire bir irşat daha iyi ve faydalı olur diye düşünüyorum. Onlar gelmiyorsa siz onların ayağına gideceksiniz.
—Ama benim onların ayaklarına gidecek zamanım yok. Ha buraya geliverseler, topluca bir şeyler söylesem olmaz mı? Biz burada peygamber mesleğini icra ediyoruz de mi?
—Sende olmayan zaman onlarda da olmayabilir. Yani herkesin kendine göre vakti önemli olabilir. Ayrıca peygamber herkesi ayağına beklemedi. Geçip Mescid-i Nebi'de oturup gelene tebliğ yapmadı. Dağ bağır demeden gelmeyenin ayağına gitti.
—Bu iş, bu şekil uzayıp gidecek. Sizinle bir ara konuşalım bu meseleyi.
—Memnuniyetle! Evime buyrun gelin, bir acı kahvemi için. Birebir irşadı benim evimde başlatın. Hatta ben birkaç komşumu da davet edeyim siz geleceğinizde.
—Eyvallah!
*Böyle bir konuşma geçmemiştir. Diyalog tamamen bir kurgudur. Zaten vaaz veren hatibe de vaaz usulü gereğince bu şekilde soru da sorulamaz.