Ana içeriğe atla

"Ben ne yaptığımı biliyor muyum?" ***


11/12/2018 günü Rize'den gelen haber yüreğimizi dağladı. Çünkü üniversite okumak için tayin talebinde bulunan bir polis tarafından makamında Rize Emniyet Müdürü şehit edildi. Yine o esnada makamda bulunan personel şube müdürü de sırtına ve göğsüne aldığı kurşunlar nedeniyle yoğun bakımda hayat-memat mücadelesi veriyor. Kurşun sesine koşup gelen Emniyet Müdürünün koruması da bu cinnet olayında yine aynı kişi tarafından yaralanıyor ve ayağından yaralanan zanlı silahını bırakarak teslim oluyor.

Sosyal medyada Rize Emniyet Müdürü şehit oldu başlığını görünce ilk aklıma gelen terör Rize'ye de mi sıçradı oldu. Haberin detayına bakınca bereket bir terör saldırısı değilmiş dedim.  Bu menfur olayın faili maalesef bir emniyet mensubu. Yani meslektaşları. Memuru, amirlerini hedeflemiş.  Üzücü bir durum tabi. İçerideki görüşmede aralarında ne geçti bilmiyoruz ama ne geçerse geçsin bizim emniyetimizden sorumlu bir polisin bunu yapmaması gerekirdi.

Zanlının 38 yaşında olduğu göz önüne alınırsa polis memuru, memuriyete yeni başlamış acemi biri değil. Kendisine emanet edilen silahını meslektaşlarına doğrultmasının savunulacak bir tarafı yok. Haydi polis kendince haklı gerekçelerle silahını kullandı diyelim. Niçin ayak ya da topuklarına sıkmadı? Çünkü dur ihtarına uymayan suçluyu yakalamak için bile polis mecbur kalırsa suçlunun ayaklarına sıkar. Ki karşısındakiler suçlu değil. Silahları da bellerindeydi muhakkak. Polisin o anki haleti ruhiyesini bilmiyoruz ama yaptığı, aldığı polislik eğitimine hiç yakışmamıştır. Diyelim ki tayin isteğimize olumsuz cevap verildi, illaki öldürmemiz mi gerekirdi?

Alınan ilk ifadesinde zanlı "Ben ne yaptığımı, neden yaptığımı bilmiyorum. Nasıl yaptım ben bunu" demiş. Yazımda bu konuya yer vermemin nedeni de işte bu ifade. Ne yaptığımızı bilmemek. Zaten tüm başımıza gelenlerin müsebbibi bu neden yaptığımızı bilmemek değil mi? Sinirlenince aklımız başımızdan gidiyor, aklıselim davranamıyor, bir saniye sonrasını düşünemiyoruz. Biz ne zaman olaylar karşısında soğukkanlı olmayı becereceğiz? Bir polisin görevi her şartta soğukkanlılığını korumak değil mi?

Polisimiz ne kadar haklı gerekçesi olursa olsun asla silahına davranmamalıydı. Maalesef hem kendisine hem meslektaşlarına yazık etmiştir. Bu nahoş durumdan emniyet camiası da büyük yara almıştır. 

Şehit olan Emniyet Müdürümüze Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralı Şube Müdürümüze ve yaralı korumamıza acil şifalar diliyorum. İnşallah bu tür menfur vakalarla bir daha karşılaşmayız.

*** 15/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde