Ana içeriğe atla

Cuma Vakti Ezan Okunurken Devam Eden Vaazlar Üzerine *

Muhterem Müslümanlar! Ezan okunurken ona saygı göstermemiz, yaptığımız işi bırakmamız, işimize ara vermemiz, mümkünse camiye gitmemiz, okunan ezanı tekrar etmemiz, söz-müzik vb. şeyleri kapatmamız, konuşmayı terk etmemiz, ezanı can kulağıyla dinlememiz gerekiyor. Hasılı günde beş defa namaza çağrı olan ezan bizden saygı bekler. Hatta ezan okunurken selam bile verilmez, verilen selam da alınmaz.
—Hocam burada size bir soru sorabilir miyim?
—Buyur evladım sor?
—Ezan okunurken vaaza devam edilebilir mi? Tıpkı şu anda sizin yaptığınız gibi!
—Ama ben Allah, peygamber, din, iman diyorum.
—Hocam iyisin, hoşsun. Ama senin vaazını mı dinleyeceğim yoksa şu an okunmakta olan ezanı mı? Karar veremedim de...
—Biz burada önemli bir şeylerden bahsediyoruz de mi? Konuşmayalım mı?
—Eyvallah hocam! Ondan ne şüphe! Konuşacaksınız elbet! Hatta iyi de oluyor. Ama konuşmayı ezan okunmaya başlarken bitirseniz, biz de vaazın ardından huşu içerisinde ezanı dinlesek olmaz mı?
—Ama vaaz dinlemeye kimse gelmiyor. Birkaç kişiye vaaz veriyoruz. Herkes ezan okunurken camiye doluşuyor. Mecburen devam ediyoruz. Çünkü önemli hatırlatmalar yapmamız gerekiyor. Diyanet'in, müftülüğün yardım kampanyası var. Hac başvuruları var.
—Hocam erken gelmek ve vaaz dinlemek istemeyene yapılacak bir şey yok. Onları silah zoruyla camiye getirme durumumuz yok. Haydi getirdik diyelim. Adam dinlemek istemezse kulağını tıkar, yine dinlemez. Çünkü marifet iltifata tabidir. Diyanetin, müftülüğün yardım kampanyasını, hac vb. duyurularını hutbe bitimi yapsanız hem herkes işitmiş ve bilgilenmiş olur hem de vakti tasarruflu kullanmış oluruz.
—Senin amacın ne? Camiye vaazımızı prokove etmek için mi geldin? Sonra ne tasarrufundan bahsediyorsun? Namazın, caminin, vaazın hesabı mı yapılır?
—Hayır hocam, ne münasebet! Camiye üzerime farz olan Cuma namazımı kılmak için geldim. İki işe birden kendimi veremiyorum. Ya ezan dinleyelim ya da vaazı diyorum. Ayrıca ezandan önce konuşma bağlanmayınca söz uzayıp gidiyor, ezan sonrasına kadar sarkıyor. Bu durumda vaaz devam ederken kafama üçüncü bir iş daha takılıyor.
—Neymiş o?
—İşim. Ben işe gideceğim hocam. İşim var benim. Vaaz uzadıkça gecikirsem amirim ne diyecek endişesini taşıyorum.
—Siz işe gideceksiniz diye biz konuşmayacak mıyız? Hem ne var üç-beş dakika uzayınca? Kıyametin sonu mu? Bir futbol maçına iki saatinizi ayırıyorsunuz. O zaman niye vaktim hesabını yapmıyorsunuz? Haftada bir camiye gelince mi vakit aklınıza geliyor.
—Konuşun hocam. Uzatınca kıyamet de kopmaz. Ama zamana riayet gerekmez mi? Siz uzatınca ben mesaiden çalmak zorunda kalacağım. Maç ile vaazı kıyaslamanız olmadı. Vaazın yeri ayrı, maçın yeri ayrı. Ayrıca ben hayatımda hiç maça gitmedim. Sonra maça gidenler mesai dışında özel vaktinden feragat ederek maça gidiyorlar. Üstelik maçın başlama ve bitiş süresi önceden belirlenmiş, kısaltma durumu söz konusu değil. 
—Üç-beş dakika mı gözüne batan ve başıma kaktığın?
—Mesele üç-beş dakika değil. Burada önemli olan zamana riayet. Ben size bir şey söyleyeyim mi?
—Hadi oldu olacak, onu da söyle!
—Sizin bu şekil vaaz verme yöntemi çok faydalı olmuyor. Çünkü topluluğa hitap edince kimse üzerine sorumluluk almıyor, dinleyip dinleyip gidiyor. Dışarıda "Hoca iyi konuştu" diyor. Ne konuştu deyince "Bilmem iyi konuştu" diyor. Yani kimsenin aklında bir şey kalmıyor. 
—Pekiyi ne yapmamız lazım?
—Siz daha iyisini bilirsiniz ama en güzeli adam adama markaj yani bire bir irşat daha iyi ve faydalı olur diye düşünüyorum. Onlar gelmiyorsa siz onların ayağına gideceksiniz.
—Ama benim onların ayaklarına gidecek zamanım yok. Ha buraya geliverseler, topluca bir şeyler söylesem olmaz mı? Biz burada peygamber mesleğini icra ediyoruz de mi?
—Sende olmayan zaman onlarda da olmayabilir. Yani herkesin kendine göre vakti önemli olabilir. Ayrıca peygamber herkesi ayağına beklemedi. Geçip Mescid-i Nebi'de oturup gelene tebliğ yapmadı. Dağ bağır demeden gelmeyenin ayağına gitti.
—Bu iş, bu şekil uzayıp gidecek. Sizinle bir ara konuşalım bu meseleyi.
—Memnuniyetle! Evime buyrun gelin, bir acı kahvemi için. Birebir irşadı benim evimde başlatın. Hatta ben birkaç komşumu da davet edeyim siz geleceğinizde.
—Eyvallah!
*Böyle bir konuşma geçmemiştir. Diyalog tamamen bir kurgudur. Zaten vaaz veren hatibe de vaaz usulü gereğince bu şekilde soru da sorulamaz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde