12 Aralık 2018 Çarşamba

"Ben ne yaptığımı biliyor muyum?" ***


11/12/2018 günü Rize'den gelen haber yüreğimizi dağladı. Çünkü üniversite okumak için tayin talebinde bulunan bir polis tarafından makamında Rize Emniyet Müdürü şehit edildi. Yine o esnada makamda bulunan personel şube müdürü de sırtına ve göğsüne aldığı kurşunlar nedeniyle yoğun bakımda hayat-memat mücadelesi veriyor. Kurşun sesine koşup gelen Emniyet Müdürünün koruması da bu cinnet olayında yine aynı kişi tarafından yaralanıyor ve ayağından yaralanan zanlı silahını bırakarak teslim oluyor.

Sosyal medyada Rize Emniyet Müdürü şehit oldu başlığını görünce ilk aklıma gelen terör Rize'ye de mi sıçradı oldu. Haberin detayına bakınca bereket bir terör saldırısı değilmiş dedim.  Bu menfur olayın faili maalesef bir emniyet mensubu. Yani meslektaşları. Memuru, amirlerini hedeflemiş.  Üzücü bir durum tabi. İçerideki görüşmede aralarında ne geçti bilmiyoruz ama ne geçerse geçsin bizim emniyetimizden sorumlu bir polisin bunu yapmaması gerekirdi.

Zanlının 38 yaşında olduğu göz önüne alınırsa polis memuru, memuriyete yeni başlamış acemi biri değil. Kendisine emanet edilen silahını meslektaşlarına doğrultmasının savunulacak bir tarafı yok. Haydi polis kendince haklı gerekçelerle silahını kullandı diyelim. Niçin ayak ya da topuklarına sıkmadı? Çünkü dur ihtarına uymayan suçluyu yakalamak için bile polis mecbur kalırsa suçlunun ayaklarına sıkar. Ki karşısındakiler suçlu değil. Silahları da bellerindeydi muhakkak. Polisin o anki haleti ruhiyesini bilmiyoruz ama yaptığı, aldığı polislik eğitimine hiç yakışmamıştır. Diyelim ki tayin isteğimize olumsuz cevap verildi, illaki öldürmemiz mi gerekirdi?

Alınan ilk ifadesinde zanlı "Ben ne yaptığımı, neden yaptığımı bilmiyorum. Nasıl yaptım ben bunu" demiş. Yazımda bu konuya yer vermemin nedeni de işte bu ifade. Ne yaptığımızı bilmemek. Zaten tüm başımıza gelenlerin müsebbibi bu neden yaptığımızı bilmemek değil mi? Sinirlenince aklımız başımızdan gidiyor, aklıselim davranamıyor, bir saniye sonrasını düşünemiyoruz. Biz ne zaman olaylar karşısında soğukkanlı olmayı becereceğiz? Bir polisin görevi her şartta soğukkanlılığını korumak değil mi?

Polisimiz ne kadar haklı gerekçesi olursa olsun asla silahına davranmamalıydı. Maalesef hem kendisine hem meslektaşlarına yazık etmiştir. Bu nahoş durumdan emniyet camiası da büyük yara almıştır. 

Şehit olan Emniyet Müdürümüze Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yaralı Şube Müdürümüze ve yaralı korumamıza acil şifalar diliyorum. İnşallah bu tür menfur vakalarla bir daha karşılaşmayız.

*** 15/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.


Cuma Vakti Ezan Okunurken Devam Eden Vaazlar Üzerine *

Muhterem Müslümanlar! Ezan okunurken ona saygı göstermemiz, yaptığımız işi bırakmamız, işimize ara vermemiz, mümkünse camiye gitmemiz, okunan ezanı tekrar etmemiz, söz-müzik vb. şeyleri kapatmamız, konuşmayı terk etmemiz, ezanı can kulağıyla dinlememiz gerekiyor. Hasılı günde beş defa namaza çağrı olan ezan bizden saygı bekler. Hatta ezan okunurken selam bile verilmez, verilen selam da alınmaz.
—Hocam burada size bir soru sorabilir miyim?
—Buyur evladım sor?
—Ezan okunurken vaaza devam edilebilir mi? Tıpkı şu anda sizin yaptığınız gibi!
—Ama ben Allah, peygamber, din, iman diyorum.
—Hocam iyisin, hoşsun. Ama senin vaazını mı dinleyeceğim yoksa şu an okunmakta olan ezanı mı? Karar veremedim de...
—Biz burada önemli bir şeylerden bahsediyoruz de mi? Konuşmayalım mı?
—Eyvallah hocam! Ondan ne şüphe! Konuşacaksınız elbet! Hatta iyi de oluyor. Ama konuşmayı ezan okunmaya başlarken bitirseniz, biz de vaazın ardından huşu içerisinde ezanı dinlesek olmaz mı?
—Ama vaaz dinlemeye kimse gelmiyor. Birkaç kişiye vaaz veriyoruz. Herkes ezan okunurken camiye doluşuyor. Mecburen devam ediyoruz. Çünkü önemli hatırlatmalar yapmamız gerekiyor. Diyanet'in, müftülüğün yardım kampanyası var. Hac başvuruları var.
—Hocam erken gelmek ve vaaz dinlemek istemeyene yapılacak bir şey yok. Onları silah zoruyla camiye getirme durumumuz yok. Haydi getirdik diyelim. Adam dinlemek istemezse kulağını tıkar, yine dinlemez. Çünkü marifet iltifata tabidir. Diyanetin, müftülüğün yardım kampanyasını, hac vb. duyurularını hutbe bitimi yapsanız hem herkes işitmiş ve bilgilenmiş olur hem de vakti tasarruflu kullanmış oluruz.
—Senin amacın ne? Camiye vaazımızı prokove etmek için mi geldin? Sonra ne tasarrufundan bahsediyorsun? Namazın, caminin, vaazın hesabı mı yapılır?
—Hayır hocam, ne münasebet! Camiye üzerime farz olan Cuma namazımı kılmak için geldim. İki işe birden kendimi veremiyorum. Ya ezan dinleyelim ya da vaazı diyorum. Ayrıca ezandan önce konuşma bağlanmayınca söz uzayıp gidiyor, ezan sonrasına kadar sarkıyor. Bu durumda vaaz devam ederken kafama üçüncü bir iş daha takılıyor.
—Neymiş o?
—İşim. Ben işe gideceğim hocam. İşim var benim. Vaaz uzadıkça gecikirsem amirim ne diyecek endişesini taşıyorum.
—Siz işe gideceksiniz diye biz konuşmayacak mıyız? Hem ne var üç-beş dakika uzayınca? Kıyametin sonu mu? Bir futbol maçına iki saatinizi ayırıyorsunuz. O zaman niye vaktim hesabını yapmıyorsunuz? Haftada bir camiye gelince mi vakit aklınıza geliyor.
—Konuşun hocam. Uzatınca kıyamet de kopmaz. Ama zamana riayet gerekmez mi? Siz uzatınca ben mesaiden çalmak zorunda kalacağım. Maç ile vaazı kıyaslamanız olmadı. Vaazın yeri ayrı, maçın yeri ayrı. Ayrıca ben hayatımda hiç maça gitmedim. Sonra maça gidenler mesai dışında özel vaktinden feragat ederek maça gidiyorlar. Üstelik maçın başlama ve bitiş süresi önceden belirlenmiş, kısaltma durumu söz konusu değil. 
—Üç-beş dakika mı gözüne batan ve başıma kaktığın?
—Mesele üç-beş dakika değil. Burada önemli olan zamana riayet. Ben size bir şey söyleyeyim mi?
—Hadi oldu olacak, onu da söyle!
—Sizin bu şekil vaaz verme yöntemi çok faydalı olmuyor. Çünkü topluluğa hitap edince kimse üzerine sorumluluk almıyor, dinleyip dinleyip gidiyor. Dışarıda "Hoca iyi konuştu" diyor. Ne konuştu deyince "Bilmem iyi konuştu" diyor. Yani kimsenin aklında bir şey kalmıyor. 
—Pekiyi ne yapmamız lazım?
—Siz daha iyisini bilirsiniz ama en güzeli adam adama markaj yani bire bir irşat daha iyi ve faydalı olur diye düşünüyorum. Onlar gelmiyorsa siz onların ayağına gideceksiniz.
—Ama benim onların ayaklarına gidecek zamanım yok. Ha buraya geliverseler, topluca bir şeyler söylesem olmaz mı? Biz burada peygamber mesleğini icra ediyoruz de mi?
—Sende olmayan zaman onlarda da olmayabilir. Yani herkesin kendine göre vakti önemli olabilir. Ayrıca peygamber herkesi ayağına beklemedi. Geçip Mescid-i Nebi'de oturup gelene tebliğ yapmadı. Dağ bağır demeden gelmeyenin ayağına gitti.
—Bu iş, bu şekil uzayıp gidecek. Sizinle bir ara konuşalım bu meseleyi.
—Memnuniyetle! Evime buyrun gelin, bir acı kahvemi için. Birebir irşadı benim evimde başlatın. Hatta ben birkaç komşumu da davet edeyim siz geleceğinizde.
—Eyvallah!
*Böyle bir konuşma geçmemiştir. Diyalog tamamen bir kurgudur. Zaten vaaz veren hatibe de vaaz usulü gereğince bu şekilde soru da sorulamaz. 

11 Aralık 2018 Salı

Dualarımız "Allah Kimsenin Elini Bankalara Kaptırmasın" Olmalı

Taksit imkanı sunuyor diye yıllar öncesinde bir bankanın kredi kartını talep etmiştim. İster istemez de geldi. Aylık ödemem gereken miktar ne ise ödeyecek şekilde zaman zaman kullandım. 

Kullanım süresi bittikçe "Kartımızı tekrar istiyor musun" diye sormadan yeniden gönderdi banka. Bir-iki derken artık bu kartı kullanmayayım, nasılsa çok kullanmıyorum, cebimde kalabalık etmesin, süresi bitince yeniletmeyeyim dedim. Maşallah öyle de bir süre veriyorlar ki bitecek gibi değil. Neyse kartın süresi bitti. Ödemem gereken az miktardaki tüm borcumu da ödedim. 

E posta adresimde ilgili bankanın hesap ekstresini görünce bu neyin nesi diyerek açtım. Bankamız son kullanma tarihi Eylül 2018 olan kartın 2018 Aralık ekstresinde 117 TL yıllık kart ücreti bindirmiş. Gönderdiğim paranın büyük bir kısmını da kart ücreti için kesmiş. Aradım bankanın 444 ile başlayan numarasını. Görevliden "Kart ücretini iptal etmede yardımcı olur musunuz" dedim. Her yıl önce yıllık kart ücreti yansıtıp arayınca iptal eden bankamız bu uygulamayı terk etmiş. Bunun yerine hesabımıza yıllık kart ücreti adı altında borç olarak yansıtılan 117 liranın 87,50 TL'ini kabul ettiğim takdirde iptal edebileceğini söyledi telefonun öbür ucundaki ses. Tabii konuşmasına başlarken yaptığımız görüşmenin kayıt altına alındığını hatırlatmayı da unutmadı eleman. Ardından güvenlik soruşturması ile ilgili anamın kızlık soyadının 2.ve 4.harfini sorarak devam etti ahiret sorularına. Kendisinden kartı iptal edin dedim. İptal ettirirsem 117 lirayı yine ödemem gerekeceğini söyledi bana. Ardından siz bana ne kart ücreti yansıtıyorsunuz? Çünkü halihazırda elimde kartınız yok. Sadece tarihi geçmiş bir kartınız var dedim kızımıza. Bana "Beyefendi! Yeni kartımız sizin elinizde gözüküyor. Kuryenin kartı size ne zaman, hangi tarih ve saatte teslim ettiği bilgisi bile var dedi. Hanımefendi! Siz kartımın güvenliğiyle ilgili az önce epey bir soru sordunuz. Siz en iyisimi önce kartı gönderdiğiniz kuryenin nasıl bir firma olduğunu araştırın. Çünkü bende kartınız yok. Hesaplarıma da bakın, Eylül 2018'den beri de harcamam yok dedim. Bana kartınız açık ve kullanımda, bizde böyle görünüyor, kartı alıp bir yere koymuş ve unutmuşsunuzdur dedi.

Elime ulaşmayan yeni kartı iptal ettirdiğim takdirde kart bedelini tümüyle ödrmem gerekeceği tehdidi karşısında bana önce ölümü gösterip sonra sıtmaya razı etti banka görevlisi. Mecburen yeni kartı gönderin dedim. İçimden de zararın neresinden dönersem kar, 117 nere, 30 lira nere diye geçirdim. Bakalım şimdilik kart bir müddet daha elimde tedavülde olacak. Bakalım ne zaman kendimi kurtarırım elini verdiğim bu bankadan. Bundan sonra birbirimize duamız, Allah bankalara elini kaptıranlardan eylemesin olsun inşallah!

Telefonu kapattım ama kullanmayacağım kart için 30 liraya yakın bir para ödeyeceğime mi yanayım yoksa kartınız size teslim edilmiş, siz unutmuşsunuz sözüne mi yanayım?  Ödeyeceğim paradan geçtim, unutmuşsun ithamına maruz kalmam zoruma gitti. Evet yaşlandım, bir ayağım çukurda, bazı şeyleri unutuyorum biliyorum ama bana birkaç ay önce teslim edildiği resmiyette görünen kartı unutacak kadar da beynim sulanmadı daha. Ben ki daha 1974 yılında küçük bir çocuk iken ablamı istemeye gelen eniştemin ailesinden ağabeyinin kız isterlerken ne şekilde su içtiğini bugün bile hatırlarım hala. Değil ki birkaç aylık kartı unutacağım. Bence benden kart bedeli almak için bana şantaj yapan bu kıza birileri bunu anlatmalı. Yine bu kız hangi kuryeyle çalıştığını bir güzel araştırmalı ki kuryenin bana teslim etmiş görünen kartı ne yaptığına ulaşabilsin.