11 Aralık 2018 Salı

Dinler Niçin Mutluluk Dağıtmıyor Bugün? ***

—Din nedir?

—Hangi dini soruyorsun?

—Kaç tane din var?

—İnsanların kendi süfli emellerine alet ettikleri din var. Bir de orijinali kitapta yazılı Allah'ın gönderdiği din. Hangisi?

—Allah'ın gönderdiği din tabii ki!

—İnsanların dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak amacıyla Allah tarafından gönderilen ilahi kurallar bütünüdür.

—Amaç insanları mutlu etmek öyle mi? Ama din mutlu etmiyor bugün.

—Kullanım kılavuzunu düzgün uygulayanları mutlu eder. Değilse rezil rüsva eder. Mutsuzlukta dinin suçu yoktur. Dört dörtlük bir arabayı kullanan şoför gider duvara toslarsa suç arabanın mı olur yoksa şoförün mü?

—Şoförün elbet!

—Ruhun gıdası diyebileceğimiz dini, hastalığı doğru teşhis koyan ve tedavisi için en uygun ilacı öneren bir doktora da benzetebiliriz.

—Ama ilaçların yan etkisi de var. Bu durumda dinin olumsuz yan etkileri var diyebilir miyiz?

—Bakış açına ve kullanımına göre dinin yan etkisi var denebilir. Tedavi için önerilen ilaç prospektüse ve doktorun reçetede yazdığı şekliyle belli bir dozda alınırsa ilaç hastayı iyileştirir. Verilen hap kullanılmazsa kişi iyileşmez, ilacın hepsi bir anda kullanılırsa kişiye zarar bile verir, hatta öldürebilir veya süründürebilir.

—Dini belli bir dozajda almak gerekiyor o zaman.

—Hem dozaj hem de kimden aldığın da önemli.

—Yani ehlinden alacaksın.

—Evet! Eğer ehlinden öğrenmezsen, öğrenirken sorgulamazsan afyon gibi uyuşturur da aynı zamanda. Beyin ve zihin zehirlenir. Bu durumda gözün hiçbir şeyi görmez. Bu durumda Allah'ın kulu değil, bir başkasının bendesi olursun. Günümüzde bunun örnekleri de çok maalesef.
—Bu devirde kime güveneceğimizi şaşırdık. Kime bel bağlamışsak bizi yanıltmıştır. Bakıyorsun ayet, hadis, din, diyanet vs bal damlıyor adamın ağzından. Tam güveniyorsun. Bir bakmışsın ki seni yarı yolda bırakıvermiş.

—O vakit badü harabil Basra oluyor tabi!

—Ta kendisi.

Sonuç?
Sonucu da bir fıkra ile bitirelim. Belki kıssadan hisse alırız:
Ateist birisi camii imamıyla karşılaşır.
Yahu hoca, İslam şöyle iyi, böyle iyi dersiniz ama insanlar yine birbirini öldürmeye devam ediyor. Bu din nasıl bir din böyle?
Hoca cevap vermeden yoluna devam eder. Hocayı alt ettiğini düşünen ateist de hocaya refakat eder. Yolda üstlerini batırmış, çamura belenmiş, eli-yüzü kirli çocukları görünce hoca ateiste:
Sen ne  iş yapıyordun?
Ben sabun imalatçısıyım.
Pekiyi senin bu sabunlar ne işe yarar?
İnsanları temiz tutmaya yarar.
Pekiyi bu çocuklar niye kirli, bu durumda senin sabun ne işe yarıyor? Söyle.
İnsanlar sabunu kullanmasını bilmezlerse sabun ne yapsın, sabunun suçu ne? Sonra ben ne yapabilirim ki bu durumda? Önemli olan temizlik için sabunu kullanmasını bilmek.
Hep iyiyi ve güzeli emreden İslam'ın dediğini insanlar yerine getirmezlerse İslam ne yapsın? Burada İslam'ın suçu ne o zaman? Sabunu yerli yerince kullanan tertemiz olduğu gibi İslam’ı da iyice anlayan ve onu hayatına tatbik eden kişiler de her şeyden önce güzel ahlaklı olurlar… Bilmem anlatabildim mi?
Bu durumda tüm iş kullanmayı bilmede. Eyvallah!

*** 25/12/2018 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

“İçimde Neden Namaz Sevgisi Yok?” *


“Bir okurum sormuş: "Namaz kılmak İslam'ın birinci şartı. Fakat içimde namaz sevgisi yok. Namaz kılmak neden bu kadar zor geliyor?"

İnsanları yönlendiren, zevkleri ve menfaatleridir. Evvela Müslüman kendisini gayrimeşru zevklerinden ve menfaatlerinden geri çekecek, ondan sonra helal daireye girecek ve diyecek ki: "Şimdiye kadar canımın istediğini yaptım, bundan sonra Allah'ın isteğine tâbi olacağım." Bu karar, insanın dünyasını ve ahiretini cennet etmeye yeter. Allah'ın isteğine tabi olmak güçlü bir iman ister. Bu iman da ancak tahkiki iman dersleri ve sohbetleriyle olabilir. Bana göre namaz kılabilmek için insanın evvela çevresini değiştirmesi lazım. Arkadaşların, dostların, vakit geçirilen muhitin insan üzerinde müspet veya menfi tesiri vardır. Bu o kadar da kolay değildir amma cennet ucuz değil. Mesela Erzincan'a gittiğimde akrabalarımdan evvel Rafet Kavukçu ağabeye gitmek istedim. Yeğenim dedi ki: "Randevu alalım da öyle gidelim." "Hayır" dedim, "gideyim, kapısını görüp döneyim. Bu bile bana yeter."

80 yaşındayım. Hâlâ manevi hayatıma faydalı olacak insanların yanına gidiyorum. Çünkü haramlar sel gibi akıyor. Haramları süslediler, haramları reklam ediyorlar. Bu müthiş zamanda mecburen iyilerin, âlimlerin yanına gitmek gerekiyor. Her zaman tefsir okuyamayabiliriz. Amma öyle insanlar var ki yaşayışıyla, hal ve hareketleriyle bize ilmihali anlatır. Onlardan faydalanmak aklın gereğidir.

Dikkat edilirse, namaz kılmayan, camiye gitmeyen kişi, evvela dünyada azap çeker. Camiler Nuh'un (as) gemisidir. Bilindiği gibi Nuh (as) gemisine hayvanları aldı amma oğlu o gemiye binmedi. Çeşitli sebeplerle namaz kılmayanlar da Nuh (as) gemisine binmemiş sayılır. Düşünmek lazım: O gemiye alınmayanlar kimlerdi? Bunu araştırmak, okumak lazım...

Namaz kılan kişi fiziken ilan eder ki: "Benim bir önemim yok. Benim önemim, Allah'ın emirlerine tâbi olduğum kadardır."

İmza günlerinde veya konferanslarımda soruyorlar: "Çocuklarımıza namaz sevgisini nasıl aşılarız? Onları namaza nasıl alıştırabiliriz?" Ben de diyorum ki, İslamiyet'i evvela kendimiz yaşayacağız. En iyi tebliğ, hal ile yapılan tebliğdir. Ben çocuklarıma ve torunlarıma namaz kılın demedim. Amma namazı, her türlü işimin önünde tuttum. Seyahatlere çıkacağım zaman hanım ve çocuklar hep beraber otururken hesaplardım, hangi arabaya bineyim, nerede ve saat kaçta mola verir ki namazı kaçırmayayım? Çocuklarım namaz konusundaki hassasiyetimi görerek büyüdüler. Belki namaz kılın desem, enaniyetlerine dokunurdu, darılırlardı.

Benim de canım bazen namaz kılmak istemeyebiliyor. Hastayım, yaşlıyım. Zorlanabiliyorum. Amma canım istemediği halde namaz kılıyorsam, bu Allah'ın bir lütfüdür. Çünkü canı istemediği halde namaz kılan kişi, Allah istediği için namaz kılmış olur ve daha ihlâslıdır. İhlâs, bir işi yalnız ve yalnız Allah rızası için yapmaktır. Bir arkadaş sordu: "İsteksiz namaz kılmak, namazın sıhhatine mani midir?" "İsteksiz namaz kılmak, sevabı artırır." dedim, arkadaş şaşırdı. "Olur mu öyle şey!" dedi. "Eğer şevkle, manevi lezzet için namaz kılsan, o şevk ve zevk için kılmış olursun. Amma canın istemediği halde kılsan, Allah için kılmış olursun." dedim.

Bazı geceler uyanıyorum. Saate bakıyorum, imsak girmiş. Hanımdan abdest almak için yardım istiyorum. "Hanım, yakında öleceğiz!" diyorum "İyisi mi ibadet edelim."

"Nereden biliyorsun yakında öleceğini?" diyor. "Biyolojik olarak ömrü bitirdim, takvimler bunu gösteriyor." dedim.

Her namazımızı son namazımızmış gibi kılsak, namaz bize usanç vermez. Öğleni kıldım, ikindiyi düşünmem. Çünkü ikindiye çıkıp çıkmayacağımı bilmiyorum.

Hem düşünmek lazım! Yaptığımız işler namazdan daha mı kıymetli? Namazdan daha kıymetli bir iş olamaz. Mezarlıklar diyor ki "Dünyada ebediyen kalmayacaksın..." Burada ne ibadet ettiysek ahirette onu bulacağız...” (Hekimoğlu İsmail)

Not:Namazla ilgili Hekimoğlu İsmail’e (Allah rahmet eylesin) ait bu enfes yazıyı 11/12/2011 tarihinde sosyal medyada paylaşmışım. Noktasına, virgülüne dokunmadan tozlu raflardan çıkarıp yazı konusu edinmek istedim. Faydalananlardan olmamız dileklerimle!

*01/03/2019 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

                                                           


Babaları Kızdırmaya ve Gönül Koydurmaya Hiç Gelmez! *


Trabzon'un Şalpazarı ilçesinde bir baba, 1975 yılında sıfır olarak aldığı kamyoneti üç oğluyla birlikte dört yıl çalıştırdıktan sonra oğullarına kızarak kamyoneti garaja kilitler. Bir daha ne kendisine ne de oğullarına yar eder. Kamyoneti garaja kilitledikten dokuz yıl sonra her fani gibi  baba da vefat eder. 

Kamyonetin akıbetini sorarsanız, kamyonet babanın garaja koyduğu gibi 39 yıldır garajda bekliyor. O zamandan bu zamana oğulları da el sürmemiş ya da sürememiş. Her şeyi orijinal aracın kaportası ve lastikleri çürümüş. Bugün garajdan çıkarılamıyor. Çünkü garaj yolun epey üstünde kalmış.

Nice sonra garajda bir kamyonun olduğu evlatlarının aklına gelmiş olmalı ki şimdi evlatları, kamyonu antika fiyatına satmak istiyor. Bakalım alıcı bulabilecekler mi? Satın alan ne fiyat verecek? Haydi bir talipli çıktı diyelim, bu kamyonet bu garajdan nasıl çıkarılacak? Bekleyip göreceğiz.

Zaman zaman basında çıkan haberlerden ilginç bulduğumu bu şekilde yazı konusu edinirim. Bu haberi de aynı minvalde gördüğüm için ele aldım.

Şimdi gelelim baba ve oğulları arasında cereyan eden kamyon meselesine. Gerçi dört yıl boyunca birlikte çalıştırdıkları kamyonet ile ilgili ne sorun çıktı da baba kamyoneti garaja hapsetti, bunu bilmiyoruz. Belki de kamyoneti sen süreceksin, ben süreceğim diye kendi aralarında anlaşamadılar. Ama içeriğini bilmediğimiz bu konudan çıkardığım sonuç, baba kızdırmaya gelmez. Kızdırdığımız zaman ne olur? Kamyonet meselesinde olduğu gibi baba, kamyoneti oğulları da olsa kimseye yar etmez. Bu durum mantıklı bir şey mi? Değil elbet! Ama anladığım kadarıyla baba, evlatlarına sadece kızmakla kalmamış, aynı zamanda gönül de koymuş. Tabir yerindeyse pireye kızıp yorganını yani kamyonetini yakmış. Sıfır arabayı ne satmış ne de oğullarına verip alın sizin olsun demiş.

Kamyoneti garaja hapsederek hem kamyoneti, hem kendisini, hem de oğullarını cezalandıran bu babanın yaptığı, günümüz baba-evlat ilişkilerine ibret olması lazım. Çünkü bugün ilişkiler kamyonetin alındığı 1975 yıllarına oranla çoğunlukla menfaate dayanıyor. Aralarında çıkar devam ettiği müddetçe akrabalık ve aile ilişkisi devam ediyor, yoksa herkes başını alıp çekip gidiyor. Gerçi günümüz ilişkilerinin devamı için genelde anne ve babalar taviz verir, gönül koymuşsa içine atarlar. Kırgın da olsa hiçbir şey olmamış gibi davranırlar. Kamyonetin sahibi baba gibi kimse inadım inat, dediğim dedik demiyor. Burada tipik bir Karadenizli inadı var gördüğünüz gibi. Ama baba ne düşündü, taşındı da bu yola başvurdu bilmesek de baba böyle yaparak sanki “Baba parasıyla sağda-solda çaka satmayacaksınız; benim paramla, benim kamyonumla birbirinizle kozunuzu paylaşmayacaksınız. Gidin adam gibi sıfırdan başlayın, işinizi kurun, evinizi-barkınızı alın, ben yaşadığım müddetçe hazır yiyici olamayacaksınız, kendi ayaklarınız üzere duracaksınız” demiş olmalı ki çocukları, başlarının çaresine bakmışlar. Bugün her birinin arabası varmış, bu kamyonete de ihtiyaçları yokmuş. En iyisini yapmış sanki bu baba. Çocukları, hayata nasıl tutunmaları gerektiğini bu vesileyle öğrenmiş oldular. Bugün baba ve oğulları kamyon meselesiyle anılmış olsa da bu babanın evlatlarına bıraktığı en güzel miras, antika kamyonetten ziyade evlatlarının kendi ayakları üzerine durmalarını sağlamak olmuş sanırım. Yani onlara hayatı öğretmiş.

Hâsılı anne ve babalar hatalı bile olsalar evlatların ebeveynlerini anlamaya çalışmaları çok iyi olacaktır. Çünkü bugün sana, yarın bana demek lazım. Zira hepimiz yarının anne ve babası olacağız.

* 12/12/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.