5 Kasım 2018 Pazartesi

Tır Şoförlüğü Hayali Kurarken


TVnet’te Ayşe Böhürler ile Türk Kahvesi programında anlatılanlardan alıntılardır: “Beş yaşında ilkokula başladığında okul önlüğü olarak ağabeyinden ablasına, ablasından da kendisine miras kalan eski bir siyah önlüğü giydirir annesi. Kullanıla kullanıla cepleri eskidiği için annesi cebin birini söküp atar, diğer cebi de yerinden sökerek ters çevirip önlüğün ortasına diker. Babaannesinin yanında kalarak ilkokula gider ama sadece 17 gün gider okula. Gerisini kaçmış.

İkinci sınıfı okumak için ailesi kendi yanına Ankara’ya alır. Gittiği okulda iki öğretmen akademik yeterliliği yok diyerek kendisini öğrenci olarak almaz. Emekliliği gelen yaşlı bir öğretmen kendisini kabul eder.

Köyden gelen biri olarak sınıf arkadaşları kendisini pek kabullenmek istemez. İlk günlerde okulda yalnızlara oynar. Kimsenin bilemediği bir soruya cevap verdikten sonra öğretmen sınıfta kendisini alkışlatınca sınıf arkadaşları yanına yaklaşmaya başlar.

Lisede okurken iki ay kadar okuldan kaçar ve sınıfta kalır. Babası “Okumayıp da benim gibi dolmuş şoförü mü olacaksın” diye bir güzel döver. Babasına “Hayır, ben tır şoförü olacağım” cevabı verir.
Üniversitede okurken aynı zamanda dolmuş ve taksi şoförlüğü yapar.”

Sanırım bu profilin kim olduğunu anladınız: Milli Eğitim bakanı Ziya Selçuk’tan bahsediyorum. Bakan’ın anlattıkları beni 80 öncesine götürdü. Çünkü yukarıda anlatılanlar aslında 80 öncesi okuyan çoğu kimsenin ortak yönüdür. O dönemin çocukları şu ya da bu şekilde bu hayatı yaşamıştır. Her şeyden önce yokluk var o dönemde. Hem okuyup hem çalışma var. Elbise, kitap, önlük ağabeyden ablaya, abladan veya okulu bitiren bir komşunun çocuğundan mirastır geriden gelenlere. Öyle yeni önlük alma falan yok. Alırken bol ve uzun alınır, birkaç nesli mezun ederdi. Önlük eskirse eskiyen yere yama yapılır, yine giyilirdi. Okul çantası olarak kullanılan ise annelerimiz tarafından basma kumaştan dikilen ve boyna takılan Kur’an’ı Kerim çantasının biraz genişine benzer bezden bir çantaydı. Cepte ne harçlık olurdu ne de okulda kantin. Evden beslenme katardı anneler.

Şimdi gelelim günümüze… Kaç kişi giyer ağabeyinden kalan okul kıyafetini veya elbiseyi. Ne uzun ne kısa tam üzerimize göre alıyoruz. Az bir kilo veya boy alınca işimize yaramıyor. Eskimeden ve kimseye yar etmeden ya gardırobumuzda yer işgal eder ya çöpe koyuyor ya da hayır olsun diye yapılan yardım kampanyalarına veriyoruz. Anlatmak istediğim ne ders kitabı ne okul kıyafeti kimseye yar oluyor. Çünkü ya beğenmiyoruz ya da beğenen olsa bile kitaplar da kıyafetler de sık sık değişiyor. Kullan, at projesi günümüzde uygulanan sistem.

Her şeyin bir kıymeti ve değeri vardı eskiden. Yokluktu belki de bunları anlamlı kılan. Bugün her şey var ve sıfır yani kullanılmamış. Olan da alıyor, olmayan da. Her şeyimiz yeni ama eskisi gibi anlamlı değil.

Bakan’ın geçmişine baktığımız zaman hayatında yokluk var, yoklukla mücadele var, hem okuyup hem çalışma var, baba dayağı var, sınıf tekrarı var, tır şoförü olma hayali var. Ziya Selçuk her ne kadar hayalini gerçekleştirme başarısı gösteremeyip Bakan olabilse de çocukluğu ve öğrenciliği hep hayatın içinden olmuş, mücadeleyle geçmiş, günümüzde olduğu gibi sosyal hayattan kopma yok. Kendisini köyden geldi diye öğretmen kabul etmemiş. Babası “Nasıl almazsınız” diye soluğu yetkili mercilerde almamış. Babası dövmüş ama çocuğu şikayet yolunu seçmemiş. Aşırı korumacılık yok anlayacağınız. Sıra dışı biri olması da belki bundandır. 

Bakan'ın bu hayat hikayesi bugünün aşırıcı korumacı biz ailelerinin kulaklarına küpe olsun. 



4 Kasım 2018 Pazar

Enflasyonla Topyekûn Mücadele Ettim Bugün

Zaruri bir ihtiyaç olmasa da birkaç kalem ihtiyacım için bir markete uğradım. Bazı ürünlerde "Enflasyonla Topyekûn Mücadele" logosu vardı. Madem topyekûn mücadele edilecek, hiç ihtiyacım olmamasına rağmen bu mücadeleye katkım olsun diye bazı mamüllerden aldım. 

Önce esas fiyatı yazıp sonra üzerini çizmiş, altına da indirimli yeni fiyatı yazmışlar. İndirimli olsun veya olmasın tüm ürünler küsuratlı. Hiç yuvarlama yok. Herhalde ürünlerini piyasaya süren firmalar maliyet, masraf, pazarlama, nakliye, devlete gidecek vergi ve kâr marjını koyduktan sonra ortaya küsuratlı bir fiyat çıkmış. Nasıl olduysa virgülden sonraki küsuratlar hep 90, 99 şeklinde bitiyor. Zaman zaman düşünürüm son rakamı 99 etiketiyle biten üründen bir tane alıp kasaya geçmeyi. Kasiyer paraüstünü verirken bakalım bir kuruşu üste verecek mi diye. İnadına isteyeceksin. Yok derse o zaman böyle fiyat belirleme diyeceksin.

Ödemeyi yapmak için kasaya yürüdüm. Bir kızımız kasada, diğeri de poşete doldurmak için ayakta bekliyor. Kasiyer aldıklarımı okuttuktan sonra hesabı kapatmadan, 
—Bu ürün indirimli. 8.99 almak ister misin? Yarın Bu ürün 14.00 TL" dedi. 
—Nedir o dedim.
—Şu 6'lı su bardağı. 
—Evde dolu var ondan, düğünlerden gelen. Ne yapayım? Evli misiniz siz?
—Hayır, niçin sordun?
—Evlendiğinizde çokça gelir bu şekilde. Suyu doldurur doldurur içersiniz. Sanırım sizin bu sattıklarınızı bazıları alıyor. Gideceği düğüne götürüyor. 
—İyiymiş biz de götürelim.
—Zaten çoğu öyle yapıyor. Ben yandım o da yansın türünden.

Ödemeyi yapıp çıktım. Evimin ihtiyaçlarını karşılarken enflasyonla topyekûn mücadele kampanyasına katıldım. Siz de durmayın, kalkın alışveriş yapın. Başımızın belası enflasyonla mücadele sadece devletin, sadece firmaların görevi değil, sizin de göreviniz aynı zamanda. Sağ olsunlar ne de çok indirip yapmışlar. Gözlerim yaşardı doğrusu. Onlar kardan ödün verirken bizim canımızı ortaya koymamız lazım.

Bu arada size bir müjde vereyim. Üzerinde enflasyonla topyekûn  mücadele etiketi olmasa da 20 gün önce 49 liraya aldığım 9 kiloluk deterjan 46 liraya inmiş. Bu indirim bana garip gelmedi. Çünkü ben het daim fiyatlar hep zirve yapınca alırım. Benden sonra fiyatlar aşağıya bu şekilde iner. Deterjanınız bittiyse kaçırmayın derim.

Evlilere, Evleneceklere ve Anne-Babalara... ***

Fıkra seversiniz umarım? Kim sevmez ki hele hazırcevaplılığıyla nam salmış Nasrettin Hoca’ya aitse sevilmez mi? İçinde zeka kokan espri yüklü, güldürürken düşündüren bu fıkralar yerinde ve zamanında kelamı kibar bir şekilde taşı gediğine koyarcasına anlatılırsa tadına doyum olmaz. Kıssadan pay almak isteyen herkese Hoca’nın söyleyecek sözü vardır. Tabi almak isteyenlere! Almak istemeyenlere davul zurna bile azdır.

Malumunuz bugünlerde aile içi kavgalar, şiddet olayları gündemde. Her alanda olduğu gibi bu alanda da Hoca’nın okunmaya değer fıkraları vardır. İzninizle yazımı Hoca’nın doyumsuz fıkralarına bırakacağım:

Bir gün Hoca’nın evlendirdiği kızı evine küs gelir. Biricik kızı iki gözü iki çeşme ağlamaktadır. Aralarında şu konuşma geçer:
---Kızım ne oldu?
---Kocam bana tokat attı.
---Niçin dövdü?
(Anlattıklarından kızının suçlu olduğunu anlayan Hoca, hiç beklemediği anda kızına bir tokat atar ve)
---Git o kocana söyle: O benim kızımı döverse ben de onun karısını döverim.
(Umarım bu fıkradan koca ve Hoca şiddet uygulamış, biz şiddete karşıyız sonucu çıkarılmaz. Tıpkı sizin gibi ben de şiddete karşıyım ama burada Hoca, yangına körükle gitmemiş, kızına karşı korumacılık yapmamış ve evliliğin devamından yana bir tasarruf ortaya koymuştur.)
***
Nasrettin Hoca iki kızını gurbete vermiştir. Bir gün hanımı “Hocam! Kızlarımı bir ziyaret etsen, ne yerler ne içerler, durumları nasıldır bir öğrensen” der. Hoca biner eşeğine. Kızının birinin evine varır. Damat yoktur evde. Hoca ile kızının arasında şu diyalog geçer:
---Kızım! Ne yer, ne içersiniz, geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
---Babacığım! Biz çiftçilik yapıyoruz. 100 dönüm ekin ektik, hasadın iyi olması için şimdi bol bol dua ediyoruz, yağmur bekliyoruz. Şayet yağmur yağmazsa işimiz kül, anam ağlar…
---Kızım! Allah yardımcınız olsun, der Hoca ve diğer kızının meskun mahalline gitmek için yola çıkar ve o kızının evinde de o kızıyla aynı diyalog geçer:
---Kızım! Ne yer, ne içersiniz, geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
---Babacığım! Biz çömlekçilik yapıyoruz. Şu kadar çömlek yaptık. Bunları kurutup satacağız. Geçimimizi bu şekil sağlıyoruz. Şayet çömlekler kurumadan yağmur yağarsa anam ağlar…
---Kızım Allah yardımcınız olsun, diyerek evine döner ve hanımı sorar:
---Bey! Kızlarım nasıl?
---Hanım! Kızların iyi olmaya iyi. Ama bu aralar yağmur yağsa da sen ağlayacaksın, yağmur yağmasa da sen ağlayacaksın, der.

(Anne ve babalar için evliliklerde asıl olan çocuklarının mutluluğudur. Onlar mutlu olmazlarsa bunun ceremesini “Ağlarsa anam ağlar, başkası yalan ağlar” sözünde de ifade edildiği gibi tarafların anne ve babaları çeker. Evliliklerini devam ettirmeyi düşünmeyen ya da sürekli kavga edip birbirini huzursuz eden çiftler, kendileriyle beraber kimleri de mutsuz edeceklerini hesaba katmalılar. Kavga edilecekse ondan sonra yapmalılar.)

Bu iki fıkra başta evliler, evlenecekler, tarafların anne-babaları ve yangına körükle giden üçüncü şahıslara gelsin.

*** 13/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.