Ana içeriğe atla

Evlilere, Evleneceklere ve Anne-Babalara... ***


Fıkra seversiniz umarım? Kim sevmez ki hele hazırcevaplılığıyla nam salmış Nasrettin Hoca’ya aitse sevilmez mi? İçinde zeka kokan espri yüklü, güldürürken düşündüren bu fıkralar yerinde ve zamanında kelamı kibar bir şekilde taşı gediğine koyarcasına anlatılırsa tadına doyum olmaz. Kıssadan pay almak isteyen herkese Hoca’nın söyleyecek sözü vardır. Tabi almak isteyenlere! Almak istemeyenlere davul zurna bile azdır.

Malumunuz bugünlerde aile içi kavgalar, şiddet olayları gündemde. Her alanda olduğu gibi bu alanda da Hoca’nın okunmaya değer fıkraları vardır. İzninizle yazımı Hoca’nın doyumsuz fıkralarına bırakacağım:

Bir gün Hoca’nın evlendirdiği kızı evine küs gelir. Biricik kızı iki gözü iki çeşme ağlamaktadır. Aralarında şu konuşma geçer:
---Kızım ne oldu?
---Kocam bana tokat attı.
---Niçin dövdü?
(Anlattıklarından kızının suçlu olduğunu anlayan Hoca, hiç beklemediği anda kızına bir tokat atar ve)
---Git o kocana söyle: O benim kızımı döverse ben de onun karısını döverim.
(Umarım bu fıkradan koca ve Hoca şiddet uygulamış, biz şiddete karşıyız sonucu çıkarılmaz. Tıpkı sizin gibi ben de şiddete karşıyım ama burada Hoca, yangına körükle gitmemiş, kızına karşı korumacılık yapmamış ve evliliğin devamından yana bir tasarruf ortaya koymuştur.)
***
Nasrettin Hoca iki kızını gurbete vermiştir. Bir gün hanımı “Hocam! Kızlarımı bir ziyaret etsen, ne yerler ne içerler, durumları nasıldır bir öğrensen” der. Hoca biner eşeğine. Kızının birinin evine varır. Damat yoktur evde. Hoca ile kızının arasında şu diyalog geçer:
---Kızım! Ne yer, ne içersiniz, geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
---Babacığım! Biz çiftçilik yapıyoruz. 100 dönüm ekin ektik, hasadın iyi olması için şimdi bol bol dua ediyoruz, yağmur bekliyoruz. Şayet yağmur yağmazsa işimiz kül, anam ağlar…
---Kızım! Allah yardımcınız olsun, der Hoca ve diğer kızının meskun mahalline gitmek için yola çıkar ve o kızının evinde de o kızıyla aynı diyalog geçer:
---Kızım! Ne yer, ne içersiniz, geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?
---Babacığım! Biz çömlekçilik yapıyoruz. Şu kadar çömlek yaptık. Bunları kurutup satacağız. Geçimimizi bu şekil sağlıyoruz. Şayet çömlekler kurumadan yağmur yağarsa anam ağlar…
---Kızım Allah yardımcınız olsun, diyerek evine döner ve hanımı sorar:
---Bey! Kızlarım nasıl?
---Hanım! Kızların iyi olmaya iyi. Ama bu aralar yağmur yağsa da sen ağlayacaksın, yağmur yağmasa da sen ağlayacaksın, der.

(Anne ve babalar için evliliklerde asıl olan çocuklarının mutluluğudur. Onlar mutlu olmazlarsa bunun ceremesini “Ağlarsa anam ağlar, başkası yalan ağlar” sözünde de ifade edildiği gibi tarafların anne ve babaları çeker. Evliliklerini devam ettirmeyi düşünmeyen ya da sürekli kavga edip birbirini huzursuz eden çiftler, kendileriyle beraber kimleri de mutsuz edeceklerini hesaba katmalılar. Kavga edilecekse ondan sonra yapmalılar.)

Bu iki fıkra başta evliler, evlenecekler, tarafların anne-babaları ve yangına körükle giden üçüncü şahıslara gelsin.

*** 13/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde