Ana içeriğe atla

Tır Şoförlüğü Hayali Kurarken


TVnet’te Ayşe Böhürler ile Türk Kahvesi programında anlatılanlardan alıntılardır: “Beş yaşında ilkokula başladığında okul önlüğü olarak ağabeyinden ablasına, ablasından da kendisine miras kalan eski bir siyah önlüğü giydirir annesi. Kullanıla kullanıla cepleri eskidiği için annesi cebin birini söküp atar, diğer cebi de yerinden sökerek ters çevirip önlüğün ortasına diker. Babaannesinin yanında kalarak ilkokula gider ama sadece 17 gün gider okula. Gerisini kaçmış.

İkinci sınıfı okumak için ailesi kendi yanına Ankara’ya alır. Gittiği okulda iki öğretmen akademik yeterliliği yok diyerek kendisini öğrenci olarak almaz. Emekliliği gelen yaşlı bir öğretmen kendisini kabul eder.

Köyden gelen biri olarak sınıf arkadaşları kendisini pek kabullenmek istemez. İlk günlerde okulda yalnızlara oynar. Kimsenin bilemediği bir soruya cevap verdikten sonra öğretmen sınıfta kendisini alkışlatınca sınıf arkadaşları yanına yaklaşmaya başlar.

Lisede okurken iki ay kadar okuldan kaçar ve sınıfta kalır. Babası “Okumayıp da benim gibi dolmuş şoförü mü olacaksın” diye bir güzel döver. Babasına “Hayır, ben tır şoförü olacağım” cevabı verir.
Üniversitede okurken aynı zamanda dolmuş ve taksi şoförlüğü yapar.”

Sanırım bu profilin kim olduğunu anladınız: Milli Eğitim bakanı Ziya Selçuk’tan bahsediyorum. Bakan’ın anlattıkları beni 80 öncesine götürdü. Çünkü yukarıda anlatılanlar aslında 80 öncesi okuyan çoğu kimsenin ortak yönüdür. O dönemin çocukları şu ya da bu şekilde bu hayatı yaşamıştır. Her şeyden önce yokluk var o dönemde. Hem okuyup hem çalışma var. Elbise, kitap, önlük ağabeyden ablaya, abladan veya okulu bitiren bir komşunun çocuğundan mirastır geriden gelenlere. Öyle yeni önlük alma falan yok. Alırken bol ve uzun alınır, birkaç nesli mezun ederdi. Önlük eskirse eskiyen yere yama yapılır, yine giyilirdi. Okul çantası olarak kullanılan ise annelerimiz tarafından basma kumaştan dikilen ve boyna takılan Kur’an’ı Kerim çantasının biraz genişine benzer bezden bir çantaydı. Cepte ne harçlık olurdu ne de okulda kantin. Evden beslenme katardı anneler.

Şimdi gelelim günümüze… Kaç kişi giyer ağabeyinden kalan okul kıyafetini veya elbiseyi. Ne uzun ne kısa tam üzerimize göre alıyoruz. Az bir kilo veya boy alınca işimize yaramıyor. Eskimeden ve kimseye yar etmeden ya gardırobumuzda yer işgal eder ya çöpe koyuyor ya da hayır olsun diye yapılan yardım kampanyalarına veriyoruz. Anlatmak istediğim ne ders kitabı ne okul kıyafeti kimseye yar oluyor. Çünkü ya beğenmiyoruz ya da beğenen olsa bile kitaplar da kıyafetler de sık sık değişiyor. Kullan, at projesi günümüzde uygulanan sistem.

Her şeyin bir kıymeti ve değeri vardı eskiden. Yokluktu belki de bunları anlamlı kılan. Bugün her şey var ve sıfır yani kullanılmamış. Olan da alıyor, olmayan da. Her şeyimiz yeni ama eskisi gibi anlamlı değil.

Bakan’ın geçmişine baktığımız zaman hayatında yokluk var, yoklukla mücadele var, hem okuyup hem çalışma var, baba dayağı var, sınıf tekrarı var, tır şoförü olma hayali var. Ziya Selçuk her ne kadar hayalini gerçekleştirme başarısı gösteremeyip Bakan olabilse de çocukluğu ve öğrenciliği hep hayatın içinden olmuş, mücadeleyle geçmiş, günümüzde olduğu gibi sosyal hayattan kopma yok. Kendisini köyden geldi diye öğretmen kabul etmemiş. Babası “Nasıl almazsınız” diye soluğu yetkili mercilerde almamış. Babası dövmüş ama çocuğu şikayet yolunu seçmemiş. Aşırı korumacılık yok anlayacağınız. Sıra dışı biri olması da belki bundandır. 

Bakan'ın bu hayat hikayesi bugünün aşırıcı korumacı biz ailelerinin kulaklarına küpe olsun. 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde