Ana içeriğe atla

Ufukta Yine Bir Başkanlık Gözükmüyor

2019 mahalli seçimler yaklaşırken partiler resmi olarak açıklamasa da partilerinden belediye başkan adayı olmak isteyenler tek tük de olsa ortaya çıkmaya başladı. Acaba bu işi bu sefer kotarabilir miyim diye hepsi bir heyecanlı bekleyiş içerisinde. 

Aday adayı olup ortaya çıkanlar heyecan duya dursunlar bende de var bu heyecanlı bekleyiş. İlgi alanıma girsin veya girmesin ne zaman bir koltuk boşalsa o koltuğa kimin geleceği konuşulsa o koltuğu doldurup dolduramacağımı düşünmeden neden olmasın diye benim içim kıpır kıpır eder. Anlayacağınız bitmez tükenmez bir enerji var bu konuda bende. Çünkü işin içerisinde koltuk var. 

İçimdeki bu koltuk beklentisi nelere göz kırpmadı ki Diyanet İşleri Başkanlığı boşalır, kendimi o koltuğa atarım. Milli Takım Teknik Direktörü arayışına girilir, kendimi o koltuğa layık görürüm. Vekillik seçimleri olur, 600'de bir şansım var derim. Cumhurbaşkanı seçimi olur, şartlarım tutuyor, neden olmasın derim. Cumhurbaşkanlığı olmazsa yardımcılık da olabilir, bakan ve bakan yardımcılığı olmazsa kurul ve ofislerde başkanlık da olabilir diyorum. Tüm bunlar göz göre göre gözümün önünde kayıp giderken umudumu yitirmeden kendimi belediye başkanlığına hazırlıyorum.

Nerede hazırlıyorsun, aday adaylığı müracaatın var mı veya hangi il veya ilçenin başkanlığını düşünüyorsun diye sormazsınız biliyorum. Farz edin ki sordunuz o zaman cevaplayayım. Herhangi bir il veya ilçe diye bir tercihim yok. Hepsi benim kabulümdür. Ha orası ha burası! Koltuk olduktan sonra ne fark eder? Hasılı herhangi bir partiden, herhangi bir yere adaylık müracaatım yok. Ağlamayan çocuğa emme verilmez, önce istenen gerek derseniz işte bu bana ve prensiplerime aykırı. Bir defa koltuğa beni bir başkası önerecek, sensiz olmaz Allahaşkına denecek. Ben de madem ısrar ediyorsunuz o zaman kabul diyeceğim. Yani istemem yan cebime koy gibi bir şey bendeki bu arzu ve istek. Şu ana kadar size yapılmış bir teklif var mı derseniz ima yoluyla da olsa maalesef olmadı. Ama bu olmayacağı anlamına gelmiyor. Sonra benim acelem yok. Gideceğim yer kara toprağa girmeden kendime teklif yapılacağını umutla bekleyeceğim. Bu umutla yaşayacağım. 

Ben kendimi ucunda koltuk olan her şeye hazırlarken kedi olalı hiç fare tuttun mu bari derseniz birkaç yıl sınıf başkanlığı yaptım. Yani bu konuda tecrübeliyim. Bugünkü başkanlıklardan farkı bir koltuğu yoktu sınıf başkanlığının. Bu işi meccanen yapıyorsun. Koruman yok, makam aracın yok. Yetkisi olmayan bir sorumluluk anlayacağınız. Sınıf başkanı olmak için özel bir gayret sarf etmeniz gerekmiyor. Sınıfın en yaşlısı ve biraz iri olman yeterli.

Bana sınıf başkanlığı dışında herhangi bir koltuğu teklif etmeyenler bu inatlarından bir gün vaz geçmek zorunda kalacaklarına yürekten inanıyorum. Siz gülseniz de gülmeseniz de er veya geç o koltuk buraya gelecek. Ben de sabreden derviş misali muradıma ereceğim.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde